Seyit Tosun
BOĞULUYORUZ İZİN VERİN DE BİR NEFES ALALIM
Vatan, ağız dolusu beylik laflar edenler değildir. Vatan; bir ağacı kurtarmak için canını tehlikeye atan genç, bir kuzuyu kurtarmak için alevlere dalan itfaiyeci, sırtına şişeleri yükleyerek yangına giden köylü ve omuz omuza vererek hortumu zirvelere taşıyan kadınlardır. Onlar; trollerden de, beşli çeteden de, dinbaz sarıklılardan da, kodaman beylerden ve kibirli makam sahiplerinden çok daha büyükler. İşte bizim en büyük şansımız bu...
“Bir gül koklayayım izin verin de.
Ben yaşama da, ölüme de inandım;
Tamamlarlar sanırdım eksiklerimi.
Çarşıları hep birlikte gezerdik;
Biri dostumsa, sevgilimdi öteki.
İkisinin adını yanyana andım.
Bir soluk alayım izin verin de.” (Metin Altıok – İzin verin De)
AĞACIN VATANI DA İNANCI DA OLMAZ
200 yıllık meşe yanıyor, yani tam 2 asır yaşında. Dünyada yaşayan tüm insanlardan daha yaşlı. Hepimizden daha fazla şey gördü. Savaşlar, seller, depremler, iklim değişikliği ve canlı gördü. İşte bu bilge ve yaşlı ağaca köylü su götürüyor söndürmek için. İzlerken, okurken burada çıldırmak üzereyiz, “yardım edin diyoruz ne olur söndürün şunu!” Ardından yanan hayvanların çığlıklarını duyunca bütün varlığımızla üzüntüden titriyoruz.
“İmdat lütfen imdat, söndürün. Nasıl söndürüyorsanız söndürün. Kim söndürecekse söndürsün. Ağaçlar Türk, Yunan, Hırvat, Fransız değil. O ağaç Müslüman ya da Hristiyan değil. Yeter ki söndürün, sizin kim ya da ne olduğunuza bakmaz. Tıpkı yanarken çığlık atan kuşlar gibi. Kim söndürecekse söndürsün kardeşim. Biz gelelim, toprak atalım izin verin de...” diyoruz... Ağaç da kuş da kurt da biliyor doğaya ait olduklarını. Bilmedikleri ise doğaya ait olan biz Homo Sapiens’in, o ait olduğumuz doğayı kendimize ait zannetmemiz...
Ve ardından...
Vasatın teki hepimizi ‘terörist’ olmakla itham ediyor. Allah'ım çıldırmamak elde mi?
Sözde bir gazetede sözde bir gazeteci başka kadrolu vasat çıkıyor, CHP'lileri PKK ile el ele verip ormanı yakmakla suçluyor. Oysa CHP'li belediye başkanları, emekçileri ve halk, kan ter içinde uyumadan yangını kendi imkanlarıyla söndürmeye çalışıyor. Bir tanesinin görüntüsü hepimizi dağlıyor resmen. "Kimse telefonu açmıyor. Yardım isteyeceğimi bildiklerinden açmıyor" diyor. Oturuyor ağlıyor adam çaresizlikten. Doğup büyüdüğü yerin yanmasını çaresizce izliyor dizlerinin bağı çözülerek. Biz de burada ağlıyoruz onunla aynı yaşı dökerek gözlerimizden. Ama ağlayanlar İstanbul'daki Yeni Şafakçı vasata göre terörist.
“Uçak ya uçak. Uçak gelsin söndürsün lütfen” diyor vatandaş. Evim gitti, hayvanım öldü, ne olur yetişin diyor. Feryat edenlerin bir kısmı hayatında uçağa binememiş, bunu da dert edinmemiş ama havadan su atacak uçağın gelmemesi tam içlerine oturmuş. İşte bu insanlara provokatör diyor başka bir pejmürde!
Ya Rabbim ne günah işledik biz?! Evet, provokasyon yapmak için evini barkını yaktı adam. Oldu mu?
“İmdat ya imdat!” Ağaçtan çıkan duman vicdanı ve aklı olan herkesi boğuyor ama bu vasat korosu dumandan beter! Bir nefes alalım, bir az duralım diyoruz. Türk Voleybol Milli Takımındaki kızlarımızı izliyoruz. Pırıl pırıl, yüzleri aydınlık. Başarılı voleybolcularımız, kadınlarımız. Yıllardır da izleriz hani. Çıkıyor bir sarıklı diyor ki "O şort ne?! Anan burnunu göstermezdi hani" diyor. Anan burnunu mu göstermezdi?! Sapıklıkta nasıl bir çığır açıştır ki ananın burnundan tahrik oldun sen? Biz kızların oyununa, sahaya, topa bakarken bu sarıklı pespaye kızların şortunu dikizlemiş.
Lüks villada oturan ve milyonluk Jeeplere binen başka bir sarıklı cüppeliyse yangına karşı salavat getirmemizi tavsiye ediyor... “Allah'ım bizi mi sınıyorsun?” diyoruz. Evi yansa topukları kıçına vura vura kaçacak yobaz salavat diyor. Hz. Muhammed “Kıyamet koparken elinizde fidan varsa onu dikin” diyor, şimdi memlekette adeta kıyamet kopuyor, yüzbinlerce ağaç yanıyor lakin bu cübbeli sarıklı bir yandan ‘ahirette yanmaz terlik’ satmaya devam ediyor, diğer yandan da memleketin ağacının yanışı üzerinden kendisini! La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim!
İÇİMİZDE SÖNEN VE YANAN ATEŞ
Vasat korosuna katılmak isteyen başka bir vasat adayı belediye başkanı "Evi yananlar keşke bizim de evimiz yansaydı diyecekler" diyor. “Yok yok” diyoruz, “Kesin uzaylılar dünyayı ele geçirdi ve bizim üzerimizde psikolojik bir deney yapıyor!” diyoruz. Ya sabır...
Vatandaş bakıyor uçak yok, gelen giden yok. “Yardım edin” diyor tüm dünyaya. Yanıyoruz, ölüyoruz diyor. Çıkıyor sözde sanatçı “bu bizi küçük düşürür” diyor. Tamam kardeşim, senin egon incinmesin diye hatta biz de yakalım kendimizi!
Allah'ım, oh bir nefes diyoruz çünkü Hırvatistan'dan uçak gelmiş. “Hadi diyoruz kardeşim, hadi uç, uç al denizden bolca suyu yangına boşalt. Sönsün yangın bir nebze. Kurtulsun çam, yaşasın ıhlamurcuk, koşmaya devam etsin tilki” diyoruz. Vasat korosuna katılmak isteyen bir aday da "Uçaklar geldi, kıramadık aldık." diyor. Yutkunuyoruz artık. Çünkü bildiğimiz küfürler yetmiyor duygularımıza tercüman olmaya! Bütün ahali bu konuda yaratıcılığını harekete geçiriyor bu defa da.
Uçaklar her su döktüğünde, yangındaki alevlerden çok bizim içimizdeki ateş sönüyor adeta. Allah'ım nasıl bir mutluluk...Hiçbir zaman bir uçağın bu kadar uçmasına mutlu olmamışız. Uç hadi uç... Gece uçamıyorlar, gün doğsun da uçsun, hadi uçak uç diyoruz...
TRT'den beş haneli maaşlı birisi alay ediyor uçakla ve pilotla. Sinirden gözümüz doluyor. Dişlerimizi ve yumruklarımızı sıkıyoruz. Hani doğuştan mı kötüsün yoksa hobi olarak mı kötü oldun diyoruz. Yok, yok yani...
CANAVARLARLA AYNI HAVAYI SOLUYORUZ
Şahin Akdemir 25 yaşında yavrucak, gencecik. Söndürme ekiplerine su götürürken ölmüş. Nasıl bir acı... İsyan ediyoruz. Konuşamıyoruz. Ama tam o anda öğreniyoruz ki yangını söndürmek için her ay çek tutarında maaş alan ve görevi yangın söndürmek olan adam düğündeymiş. Ya diyoruz yeter diyoruz, balkona, cama sokağa çıkıp çığlık atmak, bildiğimiz bütün küfürleri lisanı münasip aramadan etmek istiyoruz. Hatta yetmiyor, yenilerini buluyoruz…
Yıllık 12 milyar harcayan Diyanet'in başı yağmur duasına Antalya’ya gidiyor. Ertesi gün nem oranı yüzde 15'ten 5'e iniyor! Allah’ım sen konuyu biliyorsun…
Tam bu keşmekeşin ortasında bir kız kayıp. Bakıyoruz ki kıza canavarın teki önce tecavüz etmiş sonra da 5 parçaya bölüp bavullara koymuş. Bu canavarlar ve benzerleriyle aynı sokakta yürümekten, aynı otobüse binmekten aynı havayı solumaktan boğuluyoruz..
İki gün sonra da önceden bir kadını öldüren ama serbest bırakılan malum kişi yine ağzından köpükler saça saça bir kadını daha katlediyor. Babasıyla beraber vatan naraları atıyor. Oysa bu ikisi vatan dedikçe, vatan elden gidiyor.
“6 uçağın kalkması için gereken 4 milyon dolar” diyor THK Kayyum Başkanı. Karadeniz’de ormanı kesen müteahhittin silinen vergi borçlarının yüzde biri! Vazgeçtik ondan, biz toplayalım, yeter ki uçsun uçaklar!
Ve tabi olmazsa olmazımız kafalara çay fırlatma merasimi başlıyor. Düşünsenize; çocukluğunun geçtiği ormanlar yanmış, bir yakının yangında ölmüş, doğup büyüdüğün, bütün anılarının olduğu evin alevler içindeki halini izliyorsun, sevdiğin hayvanların kömür halleri aklından gitmiyor, tam gücünü toplayacakken yoldan kafana doğru bir çay paketi geliyor!
Uykulu gözlerle Halk TV’yi izliyoruz. Güzel bir haber bekliyoruz. “Yangın söndü, termik santral güvende” gibi bir cümle duymak istiyoruz. O anda beş kişi canlı yayını basıyor. “İstenmeyen şeyler söylüyorsunuz” diyerek oradaki gazetecilere soda şişeleriyle saldırıyor, kameramanı darp ediyorlar. İşe yaramıyorlar, yaramadıkları gibi işe yarayana da saldırıyorlar. Tam bir patolojik parazit vakası.
CENNET TOPRAKLAR NASIL CEHENNEM OLDU
Birbirinden farklı o kadar değişik insan davranışına şahit oluyoruz ki dünyada eşi benzeri yok. Aynı ormanlık köyde büyümüş, aynı sokakta yürümüş, aynı okula gitmiş, aynı parkta oynamış ve aynı yerde büyümüş insanlardan bir kısmı yanına taşıyabileceği kadar şaşal su alıp yangını söndürmek için kan ter içinde uğraşırken, bir kısmı da o insanları teröristlikle suçluyor. Sadece dünyada değil doğada da tek örnek tür davranışı. Doğada davranış olarak bu kadar çelişki sergileyebilen başka hiçbir tür yok. Kuşlar, kurtlar, sincaplar, keçiler yanmamak için kaçıyor. O esnada bir kuşun diğerlerini teröristlikle suçladığını düşünsenize!
TÜBİTAK'ın başına hayvanat bahçesi müdürünü, Vakıfbank yönetimine güreşçiyi, kağıttan bile uçak yapamayan adamı THY yönetimine atayan kafanın bir yangın söndürme planı yapıp önlem alabileceğini düşünmek saflığının sonucunu topyekun ödüyoruz. Beceriksizlik, liyakatsizlik ve kör rant hırsı ile bu son hazırlandı ve cennet, cehennem oldu.
Yani bu kadar büyük yangın birkaç şaşal su ile söner mi demeyin. Hz. İbrahim’e su taşıyan karınca gibi tarafımız belli olsun hiç değilse. Anlıyoruz ki ne Hz. İbrahim’i yakan ateş sönmüş, ne de Hz. Hüseyin’e Kerbela’da bir yudum suyu çok görenler bitmiş.
Bir işe yaramıyorsunuz, hiç değilse bize engel olmayın. Sinirlerimizi de daha fazla yormayın.
BU DAVET BİZİM!
Bu ülkede kamu, yani devlet olmayınca kendiliğinden organize olan halkın dayanışması ve el ele vererek bu cehennemden çıkmak için varını yoğunu ortaya koyması dünyada eşine az rastlanan bir şey. Çünkü Vatan, ağız dolusu beylik laflar edenler değildir. Vatan; bir ağacı kurtarmak için canını tehlikeye atan genç, bir kuzuyu kurtarmak için alevlere dalan itfaiyeci, sırtına şişeleri yükleyerek yangına giden köylü ve omuz omuza vererek hortumu zirvelere taşıyan kadınlardır. Onlar; trollerden de, beşli çeteden de, dinbaz sarıklılardan da, kodaman beylerden ve kibirli makam sahiplerinden çok daha büyükler. İşte bizim en büyük şansımız bu. Vatan, “ırmağının akışına ölürüm Türkiye’m” diyerek, yangını söndürmek için ölümü göze alanları hedef gösterenler değil; yangını söndürmek ve ırmağı kurtarmak için canını ortaya koyanlardır. Koca yangının gösterdiği en önemli şey de bu. Türkiye’nin bir şansı var ve o şans da bir halkın bir felaket karşısında kendiliğinden büyük bir dayanışmayı hayata geçirmesidir. Bir ağacın nasıl bir ırkı nasıl bir inancı yoksa; o ağaç nasıl ki gölgesi altına gelenlerin kimliğine bakmadan herkesi dallarının altına alabiliyorsa; tüm farklılıklarına rağmen de insanlar o ağacı söndürmek için nasıl uğraştıysa, ülkedeki sosyal ve ekonomik yangının da ancak bu vizyonla aşılabileceği ispat edilmiş oldu. Bu, aynı zamanda önümüzdeki seçimlerde hangi tutum ve söylemlerin başarılı olacağının da kesin göstergesidir.
Diğer yandan da organize olmuş cehalet ve vasat seviciliği de en büyük şanssızlığımız.
İşin ÖZ’eti; bir nefes alalım, izin verin de bir nefes... Çünkü boğuluyoruz... Yanan ormanlardan çıkan dumandan daha çok siz boğuyorsunuz bizi. Gölge etmeyin bize yeter. Siz, bize gölge etmeyin ki, bu toprakların çocuklarının oturacağı ağaç gölgeleri kalabilsin...
“Dörtnala gelip Uzak Asya‘dan
Akdeniz‘e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu!
bu dâvet bizim…
Yaşamak! Bir ağaç gibi tek ve hür.
Ve bir orman gibi kardeşcesine,
bu hasret bizim…” (Nâzım Hikmet-Davet)