Memetcan Demiray

Memetcan Demiray

Bir zamanlar... Camp Nou'da!..

Liverpool'lar, PSV Eindhoven'lar, Monaco'lar... 2000'lerin başında her hafta karşılaşabileceğimiz rakiplerdi. Derken ülkece parayı betona yatırdık, kulüpler de o arada battı. Şimdi elimizde Çaykur Rizeli, Başakşehirli bir lig vardı. İşte Galatasaray'ın Barcelona beraberliği, kısa süre için de olsa bize kaybettiğimiz bir "altın çağ"ı hatırlattı.  

Tam 20 yıl önce bugün... 13 Mart 2002 akşamı Galatasaray, deplasmanda Roma ile karşılaşıyordu. Şampiyonlar Ligi B Grubu'nda  5. maçını kazanması halinde sarı-kırmızılılar çeyrek finale büyük ölçüde yaklaşacaktı. Fakat 90 dakika 1-1 bitiyor, turun kaderi bir hafta sonraki Barcelona maçına kalıyordu.
Ama o geceyi asıl unutulmaz kılan, karşılaşma sonrası çıkan olaylardı. Batistuta'nın Emre Aşık'a saldırmasıyla yaşanan gerginlik hızla diğer futbolculara sirayet edecek, Roma Olimpiyat Stadı'nda yumruklar konuşacaktı! Adeta "ezeli rekabet"!.. İtalyan polisinin sarı-kırmızılılara coplu müdahalesi ile iş skandal boyutuna ulaşıyor, dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem, "Mussolini polislerini izledim!" açıklaması yapıyordu.
Aynı akşam, yer İstanbul... Bu satırların yazarı hasta yatağında maçı televizyondan izliyor ve haline şükrediyordu. Zira günlerce kız kardeşiyle deplasmana gitmek için didinmiş durmuş, seyahat umudu "eksik belge" nedeniyle İtalya Konsolosluğu'nda son bulmuştu. Ya vizeyi alsaydı da ateşi Roma'da çıksaydı?.. Demek ki her şerde bir hayır vardı ve nasılsa 19 Mart'ta Barcelona'yı yenip tur atlayacağımıza inancımız tamdı!

BİZE HER YER LIVERPOOL!..

İyi de nereden geliyordu gençlerin bu özgüveni?.. Sebebi sadece Lucescu'nun oynattığı "1. sınıf" futbol muydu? Peki alt tarafı bir maç için üç otuz parayla Roma'ya uçma cesareti?.. 20'li yaşların "kavak yelleri" miydi?
Oysa dönemin şartlarında yaşananlar gayet "normal"di. Her şey Derwall'in altyapı devrimiyle başlamış, Feldkamp'la taçlanmıştı. Kendi futbol ekolünü üreten Galatasaray, Faruk Süren döneminde UEFA Kupası'na uzanacak bir "marka"ydı.
2000'lerin başında Şampiyonlar Ligi'nde Liverpool'lar, PSV Eindhoven'lar, Monaco'lar her hafta karşılaşabileceğimiz rakiplere dönüşüyor; seyirciler Shevchenko, Kluivert ve Owen gibi yıldızları statta çıplak gözle izlemeye alışıyordu. Bu yoğun maç trafiği elbette turizm acenteleri için de fırsattı. Carlsberg sponsorluğundaki gazete sayfalarını 4 günlük Brugge turları, vize hizmeti dahil Liverpool seyahatleri süslüyor, Avrupa "komşu kapısı" haline geliyordu. Eh, şu durumda iki gencin ufak bir İtalya kaçamağı planlamasından daha doğal ne vardı?

DEMİRÖREN VE 'BETON EKONOMİSİ'



Ama kısa süre sonra AKP ile Türkiye "beton ekonomisi"ne geçerken "üç büyükler" de hazırdan yeme ve "yıldız transferi" dönemine girecek, hayatlarımız kökten değişecekti. Şimdi ülkeye döviz yağıyor ama para, üretim yerine köprü, yol ve inşaatlara harcanıyordu. Bu politikanın futboldaki karşılığı altyapıdan vazgeçmek, avroları Elano ve Güiza'lara saçmaktı! Şiraze o kadar kaymıştı ki Demirören başkanlığında Beşiktaş neredeyse iflasa yaklaşacaktı.
"Tek adam" yönetimindeki kulüplerden "Avrupa başarısı" beklemek de elbette anlamsızdı. Biraz Şenol Güneş, azıcık da Drogba - Sneijder ikilisi... 20 yılda UEFA klasmanında 7.'likten tam 19.'luğa gerileyen Türkiye için hoş birer anı olarak kalacaktı.
"Kutuplaşma" da siyasetten futbola bulaşan bir diğer hastalıktı. Tamam, üç büyükler hep sert bir rekabet içindeydi. Ama 2000'lerin başında hiç değilse biri diğerinin Avrupa başarısına saygı duyar, hatta sevinirdi. Derken iktidarın bileşenleri arasında çıkan kavga tribüne de yansıyacak, 2013'ten sonra üç büyük camia birbirini "cemaatçilik"le suçlayacaktı. X futbolcu "terörist", "vatan haini"ydi. Namaz arkadaşı ise seçkin antrenör, milletvekili... Nefret tohumları yeşil sahaya da başarıyla ekilmişti.

DRAM VE VASATLIK

İyi güzel de zaten ortada paylaşılamayacak bir pasta, ahım şahım bir başarı da kalmamıştı. Tüm bu tabloya ülkenin 2018'de altüst olan ekonomisi ve Covid-19 pandemisi eklenince acı son kaçınılmazdı. Artık herkes müteahhitlerin himayesinde, Başakşehir'in zirveye oynadığı (!) bir ligde kendi yağıyla kavrulmak durumundaydı. Ve ne Roma seyahati?!.. Passolig'siz kendi statlarımıza bile girmek "yasak"tı!
Korsan maç yayınları ve 16 liralık avro kuru derken kulüplerin kasasına son çivi çakılacak, Avrupa kupaları tam bir kabus olacaktı. İşte Ajax'a sadece 2 farklı yenildiğine sevinen Beşiktaş, Konferans Ligi'nde Slavia Prag'dan 6 gol yiyip elenen Fenerbahçe... Dünyadan kopan "yeni Türkiye"nin yansımalarıydı. Peki ya Galatasaray? Bir şekilde UEFA'da gruptan çıkmıştı. Ama ya sonrası?.. Sarı-kırmızılı camiada küme düşme tehdidi ciddi ciddi hesaplanıyor, ülkenin hüznü adeta kramponlardan akıyordu. Öne geçtiği maçları bile kaybeden, hiçbir gelecek vadetmeyen Cimbom, transferleriyle de Türkiye'deki "vasat"lığın vücut bulmuş haliydi. Havai fişek kazasında gözünden yararlanan Omar Elabdellaoui'nin sahalara dönüş öyküsü The Guardian'a konu oluyor, ufak bir para meselesi yüzünden kopulan "eski sevgili" Bafétimbi Gomis 36 yaşında "kurtarıcı"ya dönüşüyordu. Küçümsenen bir teknik direktör de cabası... Şu durumda Barcelona, böyle bir Galatasaray'a en az 5 fark atmaz mıydı?!

'ESKİ TÜRKİYE'DE UMUT VARDI!

Ama olmadı, atamadı. Barcelona'nın mutlak favori görüldüğü maçta Galatasaray, Camp Nou'dan 0-0'la dönmeyi başardı, çeyrek final şansını rövanşa taşıdı! Ve yıllardır bile isteye Avrupa'dan koparılan, kalitesizleşen, zamlara, ekonomik krizlere ve "alt ligler"e mahkûm edilen bir ülkeye uzun süre sonra umudu hatırlattı! 
Şimdilerde kimileri Kerem Aktürkoğlu'nda "Messi izleri" görüyor, kimileri Domènec Torrent'i yere göğe sığdıramıyor. Ve tabii yarınki Beşiktaş derbisi "önemsiz" hale gelirken "Bu turu geçersek hedef UEFA'da final!" denebiliyor. Tıpkı eski günlerdeki gibi...


İsmail Cem'ler çoktan nostalji oldu, yerinde bıyıklı dayılar kol geziyor. Roma'da bir kahve 45, bir pizza 160 lira!.. Hayalleri bile aşıyor. Ve ne bira reklamı... TRT ekranında "profesör"ler seccade "analiz edip" şeytan motifi arıyor!


Bu ahval ve şeraitte Galatasaray, "Batı'ya açılan pencere" refleksi gösteriyor, rakip takım taraftarlarından bile sosyal medyada övgü almayı başarıyor. 
Peki ülkece silkinip doğrulabilecek miyiz? Tansu Çiller'in "siyasete döndüğü",  ayçiçeği yağı kuyuğuna girilen "post apokaliptik" bir ortamda işimiz hiç kolay değil... Ama bakın, tam 20 yıl sonra yine bir mart günü herkes bir Barcelona maçını iple çekiyor! Hem bu kez turu da atlarız belki... Az şey mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Memetcan Demiray Arşivi