BİR YAŞAMI KUCAKLAMAK: SEKİZ DAĞ & JOHN WICK: CHAPTER 4

Paolo Cognetti’nin aynı adla Türkçe’ye de çevrilen romanından uyarlanan “Sekiz Dağ”, yaşamın dört mevsimini otuz yıla yayarak anlatıyor. Günümüz dünyasının kaosuna karşı doğayı mekan tutan basit ama epik bir hikâyesi olan bu filmin içine başta doğa, aile, erkek olmak, zamanın acımasızlığı, yakın arkadaşlık, ayakları üzerinde yürümek gibi yaşama ve insana dair evrensel olgular ve değerler  sızıyor, kendi yolunu çizmek gibi hayatın elzem nitelikleriyle birlikte...

Yaşam uygarlık kisvesi altına girdikten sonra kır (doğa) ve kentleşme arasında oluşan ikilem, yaman bir paradoks oluşturdu. Geçmişimizle bağlantılı olarak bu olgu etkili bir film aracılığıyla karşımıza geldiğinde, kendi yaşamımızla da yüzleşmemize olanak sağlar. “Sekiz Dağ” (Le Otto Montagne) sıkı bir dostluğu ve altını çizdiğimiz paradoksu anlatan yalın bir hikaye. İki arkadaşın çocukluk yıllarından başlayıp yetişkinlik yıllarına kadar uzanan ilişkilerinin üzerinden anlatılan bir hikaye aynı zamanda...

YOLLARI KESİŞEN İKİ ÇOCUK

Çocukluk yıllarından beri çok iyi iki arkadaş olan Pietro (Luca Marinelli) ve Bruno’nun (Alessandro Borghi), küçük birer çocukken büyüyüp yetişkin olmaları ve bu süreçte babalarının izini silmeye çalışırken, bir yandan da onların izinden gidip baba evlerine dönüşlerinin hikâyesini anlatıyor “Sekiz Dağ”... Pietro ile Bruno, Alp dağlarının benzersiz doğası ve şartlarında çocukken tanışırlar. Farklı sınıflardan gelen Pietro şehirli, Bruno ise bu bölgenin çocuğu, gerçek bir dağ köylüsüdür.

Küçük burjuva bir ailenin çocuğu olan Pietro, anne ve babasının şikayet ettikleri modern kent yaşamından kısa da olsa kaçmak için yaz aylarında tatillerini doğanın içinde Alp Dağları’nda geçirirler. Bruno’nun böyle bir lüksü yoktur. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Bruno, amcasıyla birlikte yaşamakta ve hayvanlara bakıp sütlerini sağmaktadır. Babası onu bırakıp komşu ülkelere duvar ustası olarak çalışmaya gitmiştir.

Pietro’nun ailesi her çocuğun eğitim hakkı olmalı diye Bruno’yu yaşadıkları Torino’ya götürüp eğitim almasına yardımcı olmak ister. Bu iyi niyetli teklifi amcası kabul etse de, Bruno’nun babası kabul etmez ve oğlunu yanına alır. Bu gelişme çocukların bir süre görüşmelerine engel olur.

Yıllar içinde her buluşmalarında aşklarını, kayıplarını, ailelerini ve yazgılarını birbirleriyle paylaşırlar; bu süreç arkadaşlıklarını daha da perçinleyerek onların gerçek dostluğun özünü görmelerini sağlar.

YAŞAMIN DÖNEMEÇLERİ

İnsan yaşamının dönemleri vardır. Çocukluk, ergenlik, gençlik ve yetişkinlik bu dönemlerin ana başlıklarıdır. Her çocuk özellikle ergenlikte ebeveynlerine başkaldırır, onların eksik ya da yanlış olduğunu düşündüğü yanlarını acımasızca eleştirir. Erkekler egemen erkek kültünün onlara  sağladığı “özgürlük” bağlamında, çoğu zaman babalarını küçümseyerek onların şikayet etmesine karşın değiştiremediği yaşamından, cesaretsizliğinden nefret eder.

Pietro hayalleri olmasına karşın içine sıkıştığı dünyayı değiştirme iradesi gösteremeyen babası Giovanni (Filippo Timi) gibi olmak istemez ve ondan kaçar. Bruno’nun, arkadaşının babasıyla çocukluk yıllarında dağ tırmanışlarında başlayan yakınlığı, sonraki yıllarda da devam eder. Bruno açısından Giovanni,  eksikliğini hissettiği babasının telafisi gibidir.

Pietro, yıllar sonra yetişkinlik çağlarında Bruno ile babası hakkında konuştuğunda, kendi hatalarını da fark eder. Aslında bu bir kısır döngüdür. Gençliğin enerjisi ve her şeyi keşfetme, gerçekleştirme isteği yaşamın sonbaharında bir hesaplaşmaya dönüşür. İnsanların büyük kısmı yaşamın amacının aslında mutlu olmak olduğunu kavramaz.

Paolo Cognetti’nin aynı adla Türkçe’ye de çevrilen romanından uyarlanan “Sekiz Dağ”, yaşamın dört mevsimini otuz yıla yayarak anlatıyor. Günümüz dünyasının kaosuna karşı doğayı mekan tutan basit ama epik bir hikâyesi olan bu filmin içine başta doğa, aile, erkek olmak, zamanın acımasızlığı, yakın arkadaşlık, ayakları üzerinde yürümek gibi yaşama ve insana dair evrensel olgular ve değerler  sızıyor, kendi yolunu çizmek gibi hayatın elzem nitelikleriyle birlikte...

İtalya, Belçika ve Fransa ortak yapımı olan “Sekiz Dağ”, seyircide dejavu duygusu uyandıran bir yapım. 68 gençliği ve çiçek çocukları dünyayı değiştirme özlemleriyle kurulu düzene başkaldırmış, sistemin bir çarkı olmayı reddederek, sıradan işler de çalışmayı tercih etmişlerdir. O dönemin özellikle Batılı gençlerinin Kabesi, Hindistan ve uzak doğu olmuştur. Orada içinde bunaldıkları maddiyatçı dünyanın panzehirini bulmuşlardır sanki... Pietro’da böylesi bir arayış içinde Nepal’e ulaşır ve yaşamının büyük kısmını orada geçirir. Daha gerçek ve insani ilişkilerin geçerli olduğu bir dünyadır aynı zamanda Nepal’e onu çeken...

Bruno ise gerçek bir dağ köylüsü olmanın ötesinde kendini doğanın bir parçası hisseder. Bir süre birlikte yaşadığı ve çocuğu da olan Pietro’nun eski sevgilisi Lara (Elisabetta Mazzullo) ile günlük hayatı idame ettirme meselelerinden sorun çıkar ve Lara onu terkeder. Bruno ise tamamen doğaya çekilir.

KARI KOCA YÖNETMENLER

“Sekiz Dağ”ın yönetmenleri İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale kazanmış Felix van Groeningen ile oyuncu eşi Charlotte Vandermeersch... Felix van Groeningen, “Şeylerin Boktanlığı” (De Helaasheid Der Dingen-2009) ve “Güzel Oğlum” (Beatiful Boy-2019) filmleriyle” tanınan bir yönetmen. Bir karı kocanın ortak yönetmen olarak bir filme imza atmaları az karşılaşılan bir durum. Bu işbirliği ise “Sekiz Dağ” için iyi bir sinerji yaratmış olmalı. Farklı kişilikleri ve kimlikleri olan iki dostun yaşadıklarını, yönetmenler kendi kişiliklerinin içerdiği farklılıklarla dengelemiş görünüyorlar.

“Sekiz Dağ”, özüne uygun biçimi, dingin anlatımı ve anlattığı dünyayı başarıyla yansıtan yalın görüntü yönetmenliği ile dikkat çeken bir yapım. Görüntü yönetmeni Ruben Impes’in, pastoral görüntüleri filmin duygusunun seyirciye geçmesinde önemli bir etki sağlıyor.

JOHN WICK: CHAPTER 4

Bu hafta vizyona giren ana akım filmlerin içindeki ağır top, Matrix filmlerinin efsanevi oyuncusu Keanu Reeves’in baş rolünde oynadığı John Wick... Peki serinin son filminde yeni bir şey var mı? John Wick ile özdeşleşen ünlü oyuncu Keanu Reeves, yeni bir vaadde bulunuyor mu? Hani filmlerde bazen bir sahnedeki bütün karakterler donar ve bir işaretle yeniden canlanırlar. John Wick: Chapter 4’de böyle... Keanu Reeves yönetmenin action komutu ile gerek tabanca, tüfek ve gerekse de kılıç; ne bulursa düşmanlarını öldürmeye devam ediyor.

JOHN WICK KALDIĞI YERDEN DEVAM

Dayak yemiş hissiyle çıktığınız filmden, sinematografik dünya gerçek dünyadan esinlense de, gerçek dünyanın biraz daha farklı olduğunu kavramanız kısa bir zaman alıyor. Bu arada henüz ne izlediğiniz hakkında yorum yapamasanız da, serinin bu son filmi John Wick: Chapter 4’ün, özellikle yaratıcı görüntü yönetimi katkısıyla filmin etkisini büyüttüğünü ve aklınızda bazı sahnelerin kaldığını fark ediyorsunuz.

JOHN WICK İZLEME REHBERİ

John Wick filmini ilk kez izleyecek bir seyirci için, aslında John Wick serisi hakkında bir izleme rehberi hazırlamak gerekir. İlk film başlangıçların güzelliği ile ilgiyi hemen üzerinde topluyor; öykü ve aksiyon açısından bir denge içeriyordu. İkinci filmde aksiyon düzeyi artıyor ve Wick, film boyunca 77 kişiyi öldürüyordu. Üçüncü filmde ise bir süre sonra öldürülenleri saymaktan yorulup bırakıyordunuz…

John Wick (Keanu Reeves), serinin her yeni bölümünde uzakdoğu dövüş sanatı kung fu filmleriyle, çizgi film tadı arasında bir duyarlıkla sinematografik maceralarını sürdürüyordu. Filmin yapımcıları Chad Stahelski ve David Leitch, projenin tarzını “kung fu” dan esinlenerek “gun fu” olarak tanımlamışlardı. Kung fu, bir beceriyi yüksek çabayla gerçekleştirmek anlamına gelen bir eylem olsa da; silahla dövüş sanatı denilebilecek gun fu ise yüksek çabalı bir beceri gerektirmeyen “öldürme sanatı” olarak tanımlanabilir.  

İsterseniz John Wick serisini aradan izlemeye başlayıp durumu henüz kavrayamayan seyirci için biraz daha açalım: Yönetmenliğini David Leitch ve Chad Stahelski ikilisinin yaptığı ilk filmde John Wick, emekliye ayrılmış bir tetikçidir. Karısı Helen’in (Bridget Moynahan) yakalandığı çaresiz hastalık, beklentilerini ve yaşamını altüst eder. Karısından ona can yoldaşı köpeği yadigâr kalmıştır. Wick’in gösterişli spor arabasına takılarak evine dalan üç serseriden mafya babası Viggo Tasarov'un (Michael Nyqvist) oğlu Iosef Tasarov (Alfie Allen), Wick’in köpeğini öldürür. John Wick, Viggo Tasarov için daha önce çalışmıştır. Kaybedecek bir şeyi kalmayan John Wick, intikam almak için silahını yeniden eline alır. (1)

Daha önce özgürlüğünü elde etmiş olan John Wick için, yüksek şüra tarafından ölüm emri çıkarılmış ve başına da yüksek bir ödül konmuştur. Kedi gibi dokuz canlı olmasıyla ünlü John Wick, bu defa ölümden kurtulabilecek midir yoksa ülkemizin bütün mezarlıklarının üzerindeki özlü söz gibi o da ölümü tadacak mıdır! Son filmde Yüksek Şüra’da gücü eline geçiren yeni bir psikopat Marquis de Gramont (Bill Skarsgard) da filme dahil olmuş.

FİLMİN YENİ PSİKOPATI: MARQUIS !

Marquis de Gramont, hedefine ulaşabilmek için John Wick’e yardımcı olanların başta Winston (Ian McShane) olmak üzere peşine düşer. Onu öldürmese de otelini havaya uçurur. Marquis, Wick’in dostu olan kör tetikçi Caine’i kızıyla tehdit ederek Wick’in peşine salmıştır. Diğer bir dostu Shimaza’nın Japonya’daki otelinde kalan Wick burada kıstırılır. Onun yeniden düşmanlarını alt ederek kurtulup kurtulamayacağının keşfini ise seyircilere bırakalım.

Filmin şüphesiz önemli dayanağı oyunculuk performansları. Eski filmlere aşina seyirciler açısından başta John Wick karakterine Keanu Reeves bir derinlik katıyor. Serinin son filminde oyunculuk performansı bağlamında psikopat Marguis de Gramont karakterine hayat katmakta Bill Skarsgard’ın performansına atıfta bulunmadan geçmeyelim. Seyirciyi filmin sonunda bir sürprizin beklediğini ve bütün sürprizler gibi içinde başka sürprizler de barındırma potansiyeline sahip olduğunu da vurgulayalım.

ASLAN PAYI GÖRÜNTÜ YÖNETİMİNDE

“John Wick: Chapter 4, yazının başında da belirttiğimiz gibi öyküsünü başarılı bir sinematografi ile anlatan bir yapım. Bu başarıda şüphesiz görüntü yönetmeni Dan Laustsen’in payı büyük. Özellikle Wick’in Paris’te kıstırıldığı terk edilmiş eski binada ödül avcılarının saldırılarına uğradığı sahnede kullanılan plonje çekimlerin enfes olduğunu ve seyredilmeden anlaşılamayacağını da belirtmiş olalım.

KAYNAKLAR

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bülent Vardar Arşivi