BİR TOPLUMUN ÇÜRÜME BELİRTİSİ: KAHRAMAN BEKLEMEK

Kahraman bekleyen toplumlar çökmüş ve çürümüştür! İşin içinden çıkamamış, eline yüzüne bulaştırmış, sorumluluk al(a)mamış ve sonunda da ortak olduğu yıkımdan günahsız şekilde sıyrılmak istemektedir. Sorumluluk alamadığı için devrettiği gücün yıkımı karşısında, kendilerini toplaması için başka birine yeniden gücünü devretmeye hazırdır. Bu nedenle de durmadan bir kahramandan öbürüne koşar dururlar...

Kahramanlar genelde Hollywood filmlerinin fantastik senaryolarından, ondan önce de meşhur birçok çizgi romandan hayatlarımıza girdi. Batman, Süpermen, Spiderman, Wonder Woman, Hulk ve daha niceleri... Bu fantastik kurguların en önemli özelliği, içinde bulundukları evrenin kötülükle kol geziyor oluşu ve hiçbir kamu aygıtının etkin olmayışıdır. Bu ve benzeri kahramanların evrenlerinde toplum çaresiz, kimsesiz ve yalnızdır. Çok büyük bir yıkım esnasında bu kahramanlar devreye girer ve biçare insanlığı kurtarır. Pek tabi bu kahramanların izleyiciyle daha fazla duygusal bağ kurması içinse mutlaka onlara insani bir özellik ya da zaaf eklenir. Bu bir sevgili, bir hayvan ya da sıradan insanların taşıdığı bir özellik olabilir ki bu da zaten en çok kullanılan yöntemdir. Ancak kahraman mutlaka çok üstün özelliklere ve doğaüstü yeteneklere sahip olmalıdır. Sıradan insanlarla yaşamalı ancak asla sıradan olmamalıdır. İzleyiciler kendi benliklerini unutup onunla özdeş olmaya çalışmalıdır. Bu da filmin gişe hasılatına yansır.

Bir de anti-kahraman ve ondan önce ‘kötü’ bir karakter senaryoya eklenmeli ki bu sayede süper kahramanımızın kıymeti anlaşılabilsin. Mevcut düzendeki bütün aksaklık, saçmalık, eksiklik ve günahlar da işin sonunda mutlaka bu kötü karaktere yıkılır. Böylece tüm toplum elini yıkamış ve günahlarından azade olmuş olur. Herkes içinde yaşadığı dünyanın sorumluluğunu almadan nimetlerinden faydalanmaya devam eder. Bütün kötülükler bir kişiye ya da çok dar bir gruba ihale edilir. İnsanlar aciz, düşkün, zaaf içerisinde ve çaresiz olduğundan tüm güç süper kahramanlarda toplanılır. Onlar varsa insanlık devam eder yoksa kötüler kazanacaktır. İşin sonunda süper kahramanlar kazanır ve filmin sonunda herkes mutludur.

FANTAZİNİN GERÇEĞE DÖNÜŞMESİ

Gerçek dünya ise bambaşkadır. Tüm tarih boyunca görebilirsiniz ki büyük çoğunlukta genelde ‘kötüler’ kazanır. Aslında bu; iktidarı, savaşı, üretim araçlarını, kültürel hegemonyayı kazananların yazdığı tarihtir. Sıradan insanlara yer yoktur. Kudretli generaller, heybetli sultanlar, girişimci iş insanları ve acımasız kralların kurduğu dönem iktidarlarında kazanan kendileri, aile ve etrafları olmuştur. Zenginliklerine zenginlik katmak için çıkarılan savaşlarda ölen milyonlarca yoksul hatırlanmazken o savaş sayesinde daha da güçlenen sermaye ve yarattığı tipolojik post modern imaj sahipleri, ezdikleri toplumların bile saygısını kazanmışlardır. Bu da işin trajik yanıdır aslında.

Çünkü kahraman bekleyen toplumlar çökmüş ve çürümüştür! İşin içinden çıkamamış, eline yüzüne bulaştırmış, sorumluluk al(a)mamış ve sonunda da ortak olduğu yıkımdan günahsız şekilde sıyrılmak istemektedir. Sorumluluk alamadığı için devrettiği gücün yıkımı karşısında, kendilerini toplaması için başka birine yeniden gücünü devretmeye hazırdır. Bu nedenle de durmadan bir kahramandan öbürüne koşar dururlar.

Oysa en iyi filmlerde ve dizilerde başrol her zaman senaryodur, oyuncu değil. O nedenle bizim bir kahramana değil iyi bir senaryoya; yani programa ihtiyacımız var. Ülkemiz, içinde bulunduğu durumdan kahramanlarla, kudretli liderlerle veya heybetli başkanlarla değil; tam tersine çoğunluğun üzerine mutabık olduğu bir ülke programıyla çıkabilir. Çünkü bizim toplumsal bir hobimiz var. Bir konuda sıkışınca ilgili bir uzmanı hemen konuşturup bir anda reytingini yükseltir, arkasından kişiyi magazin figürü haline getirir sonra kaldığımız yerden devam ederiz. Ta ki başka bir toplumsal ya da doğal afete kadar.

1999’da deprem oldu, on binlerce insan öldü, binlerce insan yaralandı. Evlerin çoğu depreme dayanıklı değildi. Denetim yok, yasa uygulanmıyordu. Bir tane günah keçisi müteahhit bulundu ihale ona yıkıldı ama sistem de bu sayede elini yıkadı ve kendini gene akladı. Bu depreme neden olan koşullar, denetlemesi gereken uzmanlar, yerel yönetimler, bakanlıklar ve politik sorumlular hiç sorgulanmadı bile. Bütün kriz ve afetlerde aynısı yaşanıyor. Deprem oluyor “yetiş Ahmet Mete Işıkara”, 3 gün sonra konu unutuluyor. Covid patlıyor “Yetiş Mehmet Ceyhan hoca” 4 gün sonra kaldığımız yerden gene devam. Ekonomik kriz çıkıyor “yetiş Özgür Demirtaş”, aynen devam, siyasal kriz çıkıyor gene birileri güçlü belediye başkanları ya da siyasilere “yetiş kurtar bizi” modunda devam ediyor. Oysa çağdaş ülkelerde bireyler değil kurumlar güçlüdür. Diğer herkes sadece onların uygulayıcısı konumundadır. Avrupa’da bizdeki kadar lider fetişizmi asla görülmez. Güç, vatandaşlar ve kurumlar arasında yüzyıllardır pay edilmiş ve işler tıkır tıkır yürümektedir. Kahramana da çocuk masalları dışında ihtiyaç yoktur!

KAHRAMAN BEKLEYEN TOPLUM DAHA ÇOK BEKLER!

“Şayet bir gün çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kendiniz kurtarıcı olun. Eğer ülkenizi kurtaracak bir lider beklemekteyseniz, ben size hiçbir şey öğretememişim demektir.” Atatürk

Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı, kendi halkının en büyük ‘kahramanı’ olmasına rağmen ‘kahraman’ bekleyen bir toplumun nasıl yok olabileceğini biliyordu.

Bugün geldiğimiz noktaysa yine kahraman bekleme hastalığıdır. Birisi gelecek, elindeki sihirli değnekle hemen her şeyi düzeltecek!

Oysa içinde bulunduğumuz durumun sosyo-politik koşulları çok başka. İnsan ölmek istemez, yakınlarının ölümünü görmek istemez ve güvende yaşayacağı bir ortam ister. En başta barınma ve gıda ihtiyaçlarının karşılanmasına öncelik verir. Bunların önündeki engelleri kaldıracak her inandırılmış çözümün arkasından gidecektir.

Bugün genel olarak yanıldığımız nokta ideolojilerin insanların tek başına yaşam biçimini belirlediği yanılgısıdır. Oysa yaşam biçimi ve koşulları da ideolojileri belirler. Bu, karşılıklı bir döngüdür.

En başta gençler olmak üzere toplumun tamamı -evet tamamı- iyi yaşamak istiyor, giyinmek, telefon alabilmek istiyor. Bu nedenle de iktidar, seçmenini var olan koşullarını korumanın yolunun diğerlerinin yoksul kalmasıyla mümkün olabileceğine ikna etmeye çalışıyor. O zaman o kesim de ayrıcalıklarının korunmasının yolunun diğerlerinin yokluk içerisinde olmasına ikna edilirse işte o zaman baskıcı grupların eli güçlenir.

Bugün, ilk seçimlerde en büyük ikna konusu; yoksulluğun değil; zenginliğin paylaştırılacağına büyük kesimin ikna edilmesi olmalı.

Bunun en güncel örneğini Irak ve Suriye Tezkeresinde gördük. Siz bakmayın “Eyvah Milliyetçiler ne der?” diyenlere. Milliyetçiler de anne babadır ve çocuklarının ölüm tehlikesiyle karşılaşmasını istemez. Cumhuriyet Halk Partisi, devlet dinamiklerini de hesaba katarak tezkereye ‘hayır’ oyu kullandı ve aslında “Kral çıplak” dedi. İktidarın siyasal anlamda alanını daralttı. Emin olun ki sosyal medyada bunu eleştiren kesimlerin çoğu dahi içinden bu kararın doğru olduğunu gördüğünden konuyu üsteleyemedi.

Çünkü eskisi gibi değil hiçbir şey. Anadolu'nun en ücra köşesinde bile akıllı telefondan insanlar çok küçük bir grup azınlığın zenginlik içerisinde yaşadığını, ülkenin refahının büyük kısmını aldığını ilk elden izliyor.

BİR KURTARICI GELMEYECEK!

Samuel Beckett’in ‘Godot'yu Beklerken’ adlı büyük tiyatro eserindeki hali andıran bir durum bu. Estragon defalarca Vladimir’e “Hadi gidelim” der. Vladimir “Gidemeyiz” der. Estragon nedenini sorunca Vladimir “Godot'yu bekliyoruz.” der. Aşkla ve heyecanla beklerler ama Godot’yu gelmez...

Bizim de sosyal ve ekonomik bir kurtarıcı beklememiz tam da bu şekildedir. Oysa gerçek şu; bir kurtarıcı gelmeyecek! Gitmek için kahraman bekleyen toplumlar hep beklemede kalacaktır.

Kindar nesil projesi de tutmadı. Bu da zaten ilk ağızdan “Biz Kültürel devrimimizi yapamadık” denilerek kabul edildi. Olmaz ve olmayacak da. Çünkü içinden evrensel potaya girmiş bir sanatçı, akademisyen, yazar, edebiyatçı, iş ve bilim insanı çıkaramayan hiçbir ideoloji ayakta kalamaz. O nedenle çok rahatlıkta siyasal İslam’ın artık Türkiye’de ayakta kalması çok zordur. Bunu fark ettikleri için 2002 öncesinde dışında oldukları burgların (surların) içine girerek onları daha da güçlendirmek peşindeler. Dün eleştirdikleri ne varsa o eleştirip savaştıkları şeye dönüştüler. İşte bir ideolojinin yok olduğu an tam da burasıydı.

Gençler yakmak, kinlenmek, öfkelenmek istemiyor. Tam tersine çok önemli bir bölümü-buna siyasal İslamcıların çocukları dahil- dünyayı keşfetmek, kendilerini gerçekleştirmek, iyi yaşamak, güzel giyinmek, çağdaş standartlarda bir eğitim almak istiyorlar. İnsanlar artık tepelerinde tüm gücü elinde toplamış ne bir başkan ne bir halife ne de bir dominant yönetici görmek istemiyor.

Bu dönem insanları kendisine öyle değersiz hissettirdi ki şimdi ne söylense o değersizlik duvarına çarpacak durumdayız.

Biz bir karar vereceğiz; kendimize bir kahraman yaratacak daha ne zamanımız ne de takatimiz var. Bir kahraman daha yaratarak bir kümelenme ve kutuplaşma iklimi için artık vaktimiz yok. Bu defa bu filmin başrol oyuncusu mutlaka senaryo olmalı ve bütün herkes onun etrafında toplanmalı. ÖZ’et olarak; Bu defa filmde kurtulmak istiyorsak kimse figüran değil; herkes başrol olmalı!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi