Tayfun Atay
Bir ‘politik pornografi’ olarak Sedat Peker videolarının çekiciliği
“Kral naipleri”ne yönelik gizli sırların, kirli çamaşırların ifşa olması; resmiyet kisvesiyle kamusal sahnede yer alanların, çırılçıplak edildikleri hikayelerle ekranlarımıza taşınması; dillerinden kanun-nizam düşmeyenlerin kanunsuz-nizamsız fiillerinin, bağlantılarının deşifresi… Bütün bunlar, izleyende derinden derine hazla karışık bir ilgiyle seyri patlatıyor ve herkes “politik pornografi” niteliğindeki bu videolar serisinin yeni sürümünü dört gözle bekliyor!..
Sedat Peker’i izledikçe onun en büyük talihsizliğinin, televizüel medyanın an itibarıyla hem politik hem de teknolojik bir hiçleşme noktasında olması olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de televizüel medya yüzde 95, hatta kimilerine göre daha da yüksek oranda iktidar kontrolü, güdümü, ablukası altında. Bu, sır değil. Peker de “Pelikancılar”a yönelik ithamlarında Albayrak Grubu’nu da açıktan işaret ederek bu bağlamda bir şeyler söyledi zaten…
Ama yine bilindiği üzere televizüel medya, üstelik sade Türkiye’de değil tüm dünyada esas olarak teknolojik bir çaptan düşme, sönümlenme, tükenme sürecinde. “Dijital yeni-normal”, televizüel işleyişi sekteye uğratmış durumda ve onu giderek ıskartaya çıkaracağı günlere doğru ilerliyoruz. İnsanlar bir zamanlar güne sabah kapıya sıkıştırılan gazeteleri alıp, açıp okuyarak başlarlardı. Sonra uykudan uyanır uyanmaz televizyonlarını açarak güne başlar oldular. Şimdi artık televizyon ekranını değil, mobil ekranları açarak başlıyorlar. Gün boyu da Twitter, Instagram, Google, Youtube, Netflix, vd. dijital platformlar üzerinden bir siber akış hayata damga vuruyor. Dolayısıyla matbuat medyasından sonra televizüel medya da sonbaharını yaşıyor.
Böyle olmasaydı ne mi olurdu?
Sedat Peker’e televizyonlarımızın önde gelen yapımcılarından program teklifi gelmesi kuvvetle ihtimal dahilinde olurdu.
Tıpkı 10 yıl kadar önce Mehmet Ali Ağca’ya olmasına ramak kaldığı gibi!..
‘Ağca-Şov’un kıyısından dönülmüştü!
Abdi İpekçi ve Papa suikastlarının faili Mehmet Ali Ağca 2010 yılı ocak ayında mahkumiyeti sona erip serbest kaldıktan sonra televizüel medyamızın anlı-şanlı figürlerinden Fatih Aksoy onu ekrana çıkarmak istemiş, yapımcısı olduğu bir dans yarışmasında ona yarışmacı olma teklifinde bulunmuştu.
Elbette Aksoy bir pragmatistti ve Ağca’nın kim olduğuna-ne yaptığına değil, hapisten çıktıktan sonra onun görüntülendiği her saniyenin ekrana ne kadar göz çivilediğine, onunla ilgili tartışma ve benzeri mahiyette üretilen her söylemin nasıl iştah açıcı bir izlenme oranı yakaladığına bakıyordu.
Ve biliyordu ki herkes gibi Ağca’yı lanetleyen, serbest bırakılmasını kınayan bir çıkış yapsa bu, belki tasvip görecek ama sonuç itibarıyla sıradanlığın kör kuyusunda kaybolup giden bir tepki olacaktı. Oysaki “kötünün çekiciliği”ne oynayıp, insanların nefret ettikleri şeyleri dahi kızarak, öfkelenerek, sayıp söverek de olsa bal gibi izlediği verisiyle, sıra dışı bir çıkış yaptı; Ağca’yı bir ekran yüzü, bir şov yıldızı haline getirme girişiminde bulundu.
Tabii kimse o süreçte Aksoy’un televizyonculuk adına sergilediği bu tavırda yalnız olduğunu sanmasın! Ağca ile canlı yayın düşü kuran nice ana haber sunucusu, tartışma programı (veya “tartışma-şov”) yöneticisi vardı.
Nefretin cezbeciliğinden çıkış bulan bu, “altın-yumurtlayan-tavuk Ağca” ticari realitesine hangi yapımcı, sunucu, televizyoncu kayıtsız kalabilirdi ki?!..
Peker’in medyatik performansı
Aynı televizüel ticari dinamizm bugün olsun, tabii siyasi zemin de el versin, aynı arayışın Sedat Peker’in halihazır performansına yönelik olarak da karşımıza çıkacağından kimsenin kuşkusu olmasın!..
Çektiği ve art arda seyre sunduğu videolar sosyal medyada viral hale galen Peker, bugün imkân dâhilinde olsa ve televizüel ortamda yayın fırsatı yakalasa prime-time’da reyting fırtınası yaratıp kapı-baca yıkmaz mıydı? Ve Aksoy-vari düşünen hangi yapımcı bu performansa kayıtsız kalabilirdi?
Bir “Sedat Peker Şov”, o pragmatist zihinlerin hayallerini süslemez miydi?..
Peker’in performansının içeriği seyir açısından başlı başına cezbedici; değil mi ki hepimiz için “Dokunma yanarsın!” nev’inden resmi-siyasi figürler, onun dilinde lime lime edilip iplikleri pazara çıkarılıyor.
Peker, ekonomi-politik iktidar pratikleri karşısında ezim ezim ezilen sıradan ve aşağı konumdaki insanlara, bu iktidar pratiklerinin faillerini zafiyet, dezavantaj ve acz içinde hissettiren, böylece geçici de olsa üstte-yukarıda olma illüzyonu yaşatan bir ritüel sergiliyor da denilebilir (kendi deyişi “tiyatro” da bu söylediklerimle uyarlı kanaatimce).
Bu ritüel performansın içeriği kadar formatı da özellikle görsel kitle kültürünün isterleri açısından iş yapıcı. Peker’in vücut diline, yüz jestlerine, sesini kullanış biçimine, ayrıca tarihten edebiyata, antropolojiden psikolojiye ve “sol ikonografi”ye (Che Guevara/Deniz Gezmiş) açılan yelpazede konuşmasına uvertür niyetine yerleştirdiklerine bakınca korkunç bir mafyatik figür olarak tanınan bu ismin nasıl da ilginç bir medyatik figür haline dönüştüğünü görmemek elde değil.
‘Kral çıplak’ değilse de ‘naipler’ çırılçıplak
Dolayısıyla Sedat Peker videolarının politik kapasitesi yanı sıra popüler kültüre değgin yanları da var ve bu yan onu muhatapları karşısında avantajlı kılan bir nokta.
Onun videolarına kayıtsız kalamayan devletlû şahsiyetlerin durumuna bakalım mesela… Bir kere, her yerde olduğu gibi medyatik işleyişte de ön alan, yani proaktif olan kârda, reaktif olan zarardadır ve Peker’in videolarında adı geçip ona lâf yetiştirme zorunda kalan kerli ferli şahsiyetlerin durumu bu... İkincisi bu figürlerin hiçbiri görsel kitle kültürünün isterlerini Peker kadar yerine getirecek şekilde “sahne alamıyorlar”. Sonuçta Peker, “Kral çıplak” demekten özenle-dikkatle kaçınıyorsa da “kral naipleri”ni çırılçıplak teşhire dayanan bu dijital-medyatik performansına kendinden emin şekilde ve her seferinde “izlerkitle”sini artırarak devam ediyor.
Kültürel pornografinin doyulmaz seyri
Başta kaydettik, Fatih Aksoy bir pragmatistti. Pragmatizm, kapitalizmin felsefi çizgisi. Eğer pragmatistseniz, bir şeyin doğruluğunu hiçbir ahlâkî, insanî ve vicdanî ölçüte başvurmaksızın yalnızca size sağladığı yarar temelinde belirlersiniz. O yüzden Ağca’ya program teklifi götürmenizin de hiçbir mahzuru olmaz.
Televizüel medyamızın özellikle 2000’ler dönümünde sıradan insana şöhret yanılsaması sunan realite-yarışma çığırının açılmasından sonra öne çıkmış bir başka pragmatist figürü daha vardır: Armağan Çağlayan… Şimdilerde o da dijital yeni-normalin yükselişi karşısında sönümlenmeye yüz tutan televizüel ortamdan uzaklaşıp Youtube’da sureti haktan görünerek her kulvardan bol bol konuk devşirdiği, ticari bakımdan başarılı bir program yapıyor.
Çağlayan, hâlâ televizüel ortamda olduğu günlerde, Müge Anlı’nın meşhur sabah programının yine dalgalanmalar yarattığı bir dönemde beni bu konuda konuşmak üzere programına davet etmişti. Bilenler biliyor, bu sayfalarda da yazdım, ben Müge Anlı’nın programını “kültürel pornografi” olarak nitelendiriyorum ve bu doğrultuda yazdıklarımdan dolayı, bunları konuşmak üzere çağrıda bulunulmuştu bana. Dolayısıyla oturduk masaya, başladım anlatmaya: “Müge Anlı ile Tatlı Sert”te karşımıza çıkan karakterler, program akışı içinde hayatları lime lime edilerek ruhsal anlamda çırılçıplak kılınmaktalar diye. Biz de onların biçare bir eziklik içinde gözlerimizin önünde ifşa olan mahremiyetlerini derinden derine hazla karışık bir ilgiyle seyretmelere doyamıyoruz diye. Söz konusu insanların bu “toplumsal-kültürel çıplaklık” hali, onların karşısına oturtulan veya telefonla bağlanan hasımlarla kışkırtılan, atışma, hakaret ve küfre varan diyaloglarla daha da utanç verici noktalara varıyor diye. Atmosferi “pornografik” kılan, seyri de yükselten bu diye…
Bunları anlattım anlattım da ne karşılık geldi Çağlayan’dan biliyor musunuz: “E, ama ben Müge Anlı’nın programını televizyonculuk açısından çok başarılı buluyoruuumm!..”
Budur ve ne yapabilirsiniz?!.. Sosyolojik duyarlılığınız gelir pragmatist duvarlara toslar, siz de ne işim var benim burada der, kalırsınız.
Kültürel pornografiden politik pornografiye…
Bunları paylaştım, çünkü Peker’in şu ara Youtube’da “kapı-baca yıkan” videolarını çekici kılanın da Müge Anlı örneğindeki “kültürel pornografi”ye benzer mahiyette bir “politik pornografi” dinamiği olduğunu düşünüyorum.
Aslında yukarıda belirttim, “kral naipleri”ne yönelik gizli sırların, kirli çamaşırların ifşa olması; resmiyet kisvesiyle kamusal sahnede yer alanların çırılçıplak edildiği hikayelerle ekranlarımıza taşınması; dillerinden kanun-nizam düşmeyenlerin kanunsuz-nizamsız fiillerinin, bağlantılarının deşifresi; bütün bunlar, izleyende derinden derine hazla karışık bir ilgiyle seyri patlatıyor… Ve herkes yeni videoyu izlemek için gün sayıyor.
Böyle, çünkü seksüel pornografi nasıl her zaman seyre mazharsa “kültürel pornografi” de “siyasal pornografi” de seyre ziyadesiyle mazhardır. Aynı doğrultuda, Peker’in hikâyesinde ismi geçenler de yaptıkları karşı açıklamalarla “akış”a katıldıklarında bu, tıpkı Müge Anlı’da taraflar arasında kışkırtılan diyaloğun yol açtığı gibi, seyre iyice zirve yaptırıp ilgiyi çok daha dinamik kılmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır.
Ve elbette yine birileri çıkıp diyecektir ki:
E, ama ben Peker’in programını çok başarılı buluyoruuumm!..