Seyit Tosun
BEN KEMAL GELİYORUM!
30 Ocak 2023 tarihinde Altılı Masanın Ortak Mutabakat Metni bütün liderlerin katılımıyla açıklandı. Aslında bu bir hükümet tutum belgesiydi. Farklı bileşenlerden oluşan masa, eğitimden sağlığa, yolsuzluklardan özelleştirmelere, seçim barajından dış politikaya kadar ana başlıklarda ne yapılacağının ayrıntılarını tek tek verdi. Elbette metinde olması gereken başka konu başlıkları var ancak bu kutuplaşma ikliminde bu kadar farklı örgütsel ve kültürel yapının ana gövdede net şekilde anlaşıp açıklaması seçim sürecinin en önemli parçalarından birisini oluşturdu.
Metin sonrası (bence metni okumadan) yandaşlar harekete geçti, trollere sosyal medyadan paylaşacakları iletiler gönderildi. Bunlar işe yaramadı çünkü eleştirilerin tamamı neredeyse içi boş sloganlar ve klasik trol iftiraları ile doluydu. İşte o anda AKP ve MHP’ye de oy veren seçmenlerin bir bölümü ve kararsız seçmenlerin ciddi bir kısmı uzun yıllardır biriktirdikleri kaygıyla oy tercihlerini değiştirme konusunu tartışmaya açtı.
Şu ana kadar yaşanan kaygı, amiyane tabirle “her kafadan bir ses çıkar mı? Bu da bizi iyice yoksullaştırır mı?” korkusuydu. Mutabakat metni, “Hayır. Her kafadan ses çıkmayacak; sağlı sollu ortalı anlaştık işte. Buyurunuz” demiş oldu.
Bugüne kadar tek adamlık iktidarının ve başkanlık rejiminin en önemli argümanlarından birisi hızlı karar alma ve hızlı yasama yapma anlayışı üzerine oturmuştu. Altılı masaya gelen eleştirilerin başında bir hükumet krizi yaşanıp yaşanmayacağı konusuydu. Konuyu açayım.
Bunun da kökeni “istikrardır.” Yani vatandaş ekonomik zorluğun ve enflasyonun yükünü en ağır şekilde çekerken borçlu durumda olması hasebiyle, “Acaba kredimi ödeyebilecek miyim? Acaba elimdeki ekmekten de mi olacağım? Her şeye rağmen az olsun ama önümüz belli olsun” duygusuyla oy tercihlerini belirliyor.
Bu, sadece bizde değil neredeyse tüm Dünyada genel seçmen eğilimidir. İnsanlar, temel ihtiyaçları çerçevesinde kötü de olsa en şatafatlı bilinmezliktense, en berbat bilinirliği tercih eder. Bu da anlaşılırdır. Bugüne kadar neden bu kadar ekonomik sorun varken ve hatta diğer sığınmacı, sağlık, eğitim, barınma, demokrasi krizleri yaşanırken tahmin edilesi oy kaybı yaşanmadığının yanıtı burada saklıdır. Örneğin, 2002 seçimleri sürecinde konut fiyatları, araç alıp satma işleri ve işsizlik bugünden çok daha yaşanabilir, tahammül edilebilir düzeydeydi. Eğitimde kalite ve kamuda işe girme standartları çok daha sağlıklıydı. Ayrıca o dönemde terör ya da sığınmacı sorunu da yoktu. Buna rağmen bir önceki seçimde DSP birinci parti olup Başbakanlığı alırken 2002’de yüzde 1’e düştü. Hükumet ortakları olan MHP ve ANAP da baraj altında kaldı. O hükumet, Başbakan Bülent Ecevit liderliğinde aslında çok değerli yasalar çıkardı. Uzlaşma sağladı. Bugün içi boşaltıldı ama KPSS’den tutun, memur grevleri ve akademik örgütlenme hakları konuları ve birçok yatırım, özelleştirme yapılmadan sağlandı. Fakat Irak İşgali meselesi ve sermaye kararları bunun sonunu getirdi. Türkiye gibi ülkeler için aslında koalisyonların özellikle son 10 yılda ne kadar önemli ve olması gereken bir yönetim ve denetim anlayışı olduğu ortaya çıktı. AK parti, 2010’lara kadar o koalisyon hükumetinin ekonomik planından neredeyse sapmadı. Neyse, bu başka bir yazının konusu olsun.
HEM HÜKUMETTE HEM MAHALLEDE İTTİFAK
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir hesap uzmanı. Evet bunu zaten herkes biliyor. Fakat bunun bir ek getirisi oldu. Kılıçdaroğlu, genel başkan olduktan sonra Türkiye’deki konjonktürel, kültürel ve seçim sistemine bakarak tek başına bu çarkın kırılmasının mümkün olmadığını gördü. Daha doğrusu hesapladı. Kutuplaşma her zaman iktidarın işine yarıyor, klasik söylem ve sloganlar kitleleri sadece kendi mahallelerinde mutlu ediyordu. Günlük siyasal fetişizm bu işin sonunu getirmekten uzaktı. İttifak kurmadan, karşı diye adlandırılan mahallerle buluşmadan iktidara gelmek imkansızdı. Bölündükçe zaten devlet, medya ve sermaye gücünü arkasına alan iktidarın karşısında kazanmak olanaksızdı. Geçmiş seçimlerde yapılan hatalardan da ders çıkardı.
Bu süreçlerde yaşanan tüm eleştirileri saklı tutarak şunu belirtmekte fayda var ki ilk defa karşı mahallerde kopmalar yaşandı. Gıda ve konut fiyatlarında yaşanan efsanevi artış sürecinde ittifakın halkın öfkesini yeterince örgütleyememiş olduğunu kabul etmek gerek. Bu boşluğu iktidar yeniden toparlamak adına tüm tuşlara basmaya başladı. Emeklilikte Yaşa Takılanlar konusu bunun en belirgin örneği oldu. (EYT meselesinin siyasal kısmına da geleceğim. Bu konu diğer toplumsal taleplerin sonucundan farklı.)
Cumhurbaşkanı daha önce “İktidarıma mal olacağını bilsem bunu kabul etmem” dediği EYT’yi geçirdi. Bu, anketlerin bir sonucuydu.
EYT meselesinin farkı şu; EYT’liler, Cumhur İttifakının kendi talepleri olan emekliliği vermeyeceğine tamamen ikna oldular. Yani anladılar. Oylarının da rengi belli oldu. Yani kime verecekleri belli değildi ama kime vermeyecekleri artık net bir biçimde açıktı. Aileleriyle beraber milyonları bulan oy potansiyelleriyle de istediklerini aldılar. Bunun diğer nedeni de muhalefet oldu. Muhalefet de bu konuda yıllarca net tutum gösterdi ve seçimi kazanmanın yolu olan “karşı mahalleden” oyu almayı başardı. Diğer taşeron, ek gösterge hakları, atama talepleri konusunda ise grilik sürüyor. Bu talepleri olan sosyal katmanların bir kısmı hala kararsız. İttifak, şimdi seçim sürecinde tıpkı EYT konusunda olduğu gibi meseleyi grilikten kurtarmanın stratejilerini uygulayacaktır. Umarım.
Mutabakat metniyle yukarıda bahsettiğim istikrar korkusu ve grilik azalmaya başladı. Şimdi, yoksulluktan muzdarip vatandaş da ne olacağını biliyor, demokratik kaygıları olan da, eğitim ve sağlık meselelerinde soru işaretleri taşıyan vatandaşlar da ne olacağını biliyor…mu?
Tam değil. Şimdi Millet İttifakının tüm bileşenleri artık bir istikrar problemi olmayacağını ve hükumette neler yapılacağını en başta kararsızlara; ardından da “karşı mahalleye” anlatmakla yükümlü.
BEN KEMAL GELİYORUM!
Popüler Kültür zamanlarının post-modern savaşları elbette siyasete sirayet edecekti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisin grup toplantısında Haluk Bilginer, Kenan Işık, Haldun Dormen ve Ali Sunal’ın başrollerini paylaştığı ‘Sayın Bakanım’ adlı diziden bir repliği hatırlatarak “Muhalefet hep muhalefette kalmak için uğraşır” diyerek gönderme yaptı. Bu dizinin orijinali İngiltere’de BBC’de 1980 sonrası ‘Sayın Bakanım’ olarak yayınlanmış bir politik hiciv dizisiydi. O tarihlerde Türkiye askeri darbeyle ezilirken, İngiliz demokrasisi bakanların ve başbakanlarının eleştirilmesine devlet kanal ve radyolarında bile müsaade ediyordu. 2023’e geldik, bırakın devlet kanalını, özel kanallarda bile müsaade edilmiyor. Neyse bu da başka bir konu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan da yanıt gecikmedi tabi. O da partisinin grup toplantısının sonunda Natuk Baytan’ın 1976 yılında çektiği ‘Hınç’ adlı filmden Cüneyt Arkın’ın bir repliği ile yanıt verdi. Filmde Kemal, bir polis memurudur ve yozlaşmış sistemle mücadele etmeye çalışmaktadır. Orada bu sistemin yarattığı kişilerden intikam almadan önce telefon ederek “Ben Kemal, geliyorum!” der ve intikamını alır.
Kılıçdaroğlu’nun bu repliği söylemesinin mutabakat metni sonrasına rast gelmesi tesadüf müdür bilinmez. Ancak anlaşılan o ki hesap uzmanlığını konuşturarak kararsız seçmenin ve karşı mahallenin kaygılarını ve iktidarın eleştirdiği yumuşak karın bölgelerini böylece azaltmış oldu. Ancak aday olsun ya da olmasın Millet İttifakı adayına hazır ve net bir program, sadece hükumette değil; mahallelerde de ittifak yaratarak kutuplaşmayı kıracak bir politik alan açtığı kuşkusuz.
Mutabakat metnin içindeki yolsuzluk ve dünyanın neresinde olursa olsun ülkeden çalınan paranın geri getirileceğine yönelik beyanı sistemden beslenen ciddi bir müteahhit ve besleme grubunu rahatsız etti. Bunların kolları sadece inşaatlara değil medyaya da uzanıyor. Burada yapılacak işlerde ittifak temsilcilerinin ve yetkililerinin de ‘eşeği’ sağlam kazığa bağlamaları gerekiyor. Bu adaylık süreci tartışmaları ve arka kapı siyaseti çıkışları Millet İttifakına oy vermeye karar vermiş, vermek üzere olan seçmende vazgeçişlere neden oluyor. Buraya bir ‘kriz yönetimi’ gerekiyor. Hem karnım doysun hem pastam dursun siyaseti zamanı değil. Bunu da not edelim.
İşin ÖZ’eti; Bay Kemal, sadece adayla kazanılmayacağının, kazanacak bir programa da ihtiyaç olduğunun farkında. Bu mutabakat metniyle birlikte bir denetim süreci de devreye girecek ve aday kim olursa olsun bu metne bağlı kalmak zorunda olacak. Aday tek aday değil; ittifak programının adayı olarak seçimde kazanma şansını artıracak.