Bülent Vardar
“BABİL” & “KORSAJ”
DAMIEN CHAZELLE’DEN MÜZİK, ALKOL, UYUŞTURUCU, SEKS VE ŞİDDET SOSLU BİR FİNAL MANİFESTOSU: “BABİL”
California, yılın pek çok ayında güneşli havasıyla film çekimi için ideal coğrafyalardan birisi. New York’da tutunamayan sinemacılar, Hareketli Resim Patent Şirketinin etki sahasına girmeyen California, Los Angeles’da, Hollywood olarak anılan ve küresel anlamda sinemanın kalbinin attığı bir dünyayı inşa etti. Bu dünya Babil’in öyküsüne temel oluşturmuş.
Sinemanın 1895 yılında Fransız Lumiere Kardeşler tarafından keşfedildiği kabul edilse de, sinema büyük sıçramalarını ve küresel düzeyde etki sağlayacak anlatım yöntemlerini keşfetmesini ve hızlı gelişmesini Amerika’ya borçludur.
KOLEKTİF BİR SANAT SİNEMA
Şüphesiz bu büyük sanatın gelişmesinde kolektif katkıların büyük payı olmuştur. Bu bağlamda Lumiere Kardeşler kadar Thomas Alva Edison, Skladanowsky Kardeşler, Georges Melies, Pathé Kardeşler, Edwin S. Porter, David W. Griffith, Sergei M. Eisenstein ve diğer Sovyet sinemacılar olmak üzere sinemanın ilk döneminin pek çok önemli isminden bahsedilebilir.
Amerika’da 1900’lerin başlarında örgütlenmesini hızlı bir şekilde sürdüren sinema, ilk yıllarda teknik bir buluş olup hareketli resimlerle dünyanın her yerine yayılmıştı. Bu süreçte gerek Georges Melies gerekse de Pathé Kardeşler ve Thomas A. Edison, bu dönemin önemli yapımcıları olarak ortaya çıkmıştı. Amerika’da ilk sinema salonu Los Angeles’da 1902’de açılan Electric idi. Asıl patlama ise Pittsburg’da bir işadamının açtığı sinema salonuyla oldu. Bir sanayi kenti olan Pittsburg’da, pek çok göçmen işçi yaşamaktaydı ve Amerika’da göçmenlerin asimilasyonu açısından da geleceğin büyük sanatı olan sinema kullanılmış ve ilk salonlara Nickelodeon ismi verilmişti. (1)
SİNEMANIN İLK MABEDİ NEW YORK
Bu süreçte Amerika’da ilk gelişimini New York’da sürdüren sinema, pek çok kişinin ilgisini çekiyor ve pıtrak gibi çoğalan film yapımcıları buldukları her yerde film çekip gösteriyorlardı. Bu süreç insanlık tarihinin ilk tröst yasalarından birinin ortaya çıkmasına neden olmuş, başını Edison’un çektiği Melies, Pathé Kardeşler gibi sinemacılar, Amerikan Yüksek Mahkemesi’nden (Supreme Court) patent yasası çıkarmışlar ve “Hareketli Resim Patent Şirketi” (Motion Pictures Patent Company-1908) bu şekilde ortaya çıkmıştı.
SİNEMANIN CAZİBE MERKEZİ HOLLWOOD
California, yılın pek çok ayında güneşli havasıyla film çekimi için ideal coğrafyalardan birisi. New York’da tutunamayan sinemacılar, Hareketli Resim Patent Şirketinin etki sahasına girmeyen California, Los Angeles’da, Hollywood olarak anılan ve küresel anlamda sinemanın kalbinin attığı bir dünyayı inşa etti. Bu dünya Babil’in öyküsüne temel oluşturmuş.
“Babil”, yazımın başlığına konu olan eylemleri içine alan ve California’da azgın bir iştah ile değdiği her yeri yakıp yıkarak ilerleyen sinema sektörünün hali pür melali ile başlıyor. Bu görkemli kurmaca, kuşaklar boyunca yeni yüzlerin ve isimlerin, öncülerin yerini alarak büyük bir iştahla ahtopotun kolları gibi her yere yayılıp kuşatarak etki sahasını oluşturduğunu da anlatıyor.
“Babil”in giriş bölümüne, yazımın başlığına da konu olan atmosfer ve film yapımcısı ve “Kinescope” şirketinin sahibi Wallach’ın (Robert Morgan) işlettiği “her şey serbest” kulüp (DM) damgasını vurur. Chazelle, filminin açılışını bu simgesel mekan ile yaparken, dönemin ruhunu ve sinema sektöründe öne çıkan figürlerle, potansiyel starları seyirciyle tanıştırır.
CHAZELLE SİNEMASI
Damien Chazelle, yönetmen ve senaryo yazarı. İddialı filmleri “Whiplash” (2014) ve “La La Land” (2016) ile de iyi tanınan Oscar ödüllü bir yönetmen. “La La Land” ile “En İyi Yönetmen” Oscar’ını alarak aynı zamanda bu ödülü kazanan en genç sanatçı olmuştu. Chazelle, Oscar Ödülleri’nin habercisi olan 80. Altın Küre Ödülleri, Komedi-Müzikal Dalında aday olduğu diğer dallardan eli boş dönüp “En İyi Orijinal Müzik” (Justin Hurwitz) ile yetindi ve gözünü 95. Oscar Ödüllerine çevirdi.
Chazelle, “Babil”in giriş bölümü ve gerekse de filmin bütününde öne çıkan sinematografik karakterleri aracılığıyla Los Angeles’ın sinema sektörü açısından önemini ve Hollywood’un gelişimini; sessiz sinemanın sesli sinemaya evrilmesi ve o süreçte sesli sinemaya geçişin zorluklarını, hem sinema meraklıları hem de sinema öğrencileri açısından eğlenceli, nefes nefese ve yerinde duramayan sürekli devingen kamera kullanımıyla seyircisine aktarıyor. Özellikle günümüzde sinema sanatının ayrılmaz bir parçası olan sesin gelişme sürecinde film setlerinde çalışanların büyük fedakarlıklar sergilediği, mizahı da başarıyla kullanan filmden beyaz perdeye yansıyor.
Chazelle’in merakla beklenen filminde öne çıkan sinematografik ögelerin başında görüntü yönetimi geldiği kadar, müzik, sanat yönetimi ve kurgu önemli işlevler üstlenmiş. Filmin şüphesiz öne çıkan diğer önemli unsuru ise oyunculuk. Başta Jack Conrad rolünde Brad Pitt, ilerleyen yaşına tezat fit görüntüsü ve oyunculuğuna da fırsat tanınmasıyla öne çıkarken; Nellie LaRoy karekterine muhteşem performansı ve güzel fiziği ile Margot Robbie hayat veriyor. Filmin öne çıkan diğer oyuncusu ve rol çalma çabası olmadan mütevazı ama etkili oyunculuğuyla Diago Calva, Manny Torres karekterine kişilik katıyor. Jovan Adepo’nun siyahi müzisyen Sidney Palmer rolündeki başarısının altını çizerken; ilk Örümcek Adam Tobey Maguire’ın, psikopat mafya liderini canlandırdığı kısa performansına da atıf yapmadan geçmeyelim.
ZAYIF FİNAL
Diğer yandan Chazelle’in filminin çok benzerlik taşımadan Sergio Leone’nin “Bir Zamanlar Amerika” (1984) isimli görkemli epik filminden esinlenmeler taşıdığını iddia etmek abartı sayılmamalı. Ama “Babil” süreç içinde bütünlüğünde sarkmalar oluşturup, görkemli dünyasını ve önemli öyküsünü zayıf finaliyle zora sokarken, Leone’nin öyküsünün bütünlüklü sinematografik dünyasına ulaşmakta zorlanıyor ve fragmanlara indirgenen anlatımıyla, başyapıt olabilme fırsatını da kaçırıyor. Diğer yandan siyahilere yapılan ırkçılık ve Beyaz Amerika eleştirisi ise filmin dikkat çekici pozitif yansıtmaları olarak öne çıkıyor.
Filmin sürprizi ise final jeneriğinin öncesinde... Filmin ana karakterlerinden Manny, öldürülmeme karşılığında Los Angeles’dan kovulup yıllar sonra bu tılsımlı şehre ailesiyle gelir ve bir filme girer. Spoiler vermeden bahsedersek, Chazelle’in manifestosu lezzetinde imaj bombardımanı perdeden akmaya başlar: “Konvansiyonel sinema sona erdi gelecek dijital dünyanın”...
KAYNAKLAR
(1) Nilgün Abisel, Sessiz Sinema, Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Yayınları:10, 1989
HÜZÜNLÜ VE YALNIZ BİR KRALİÇENİN ÖYKÜSÜ: KORSAJ
Döneminde dünyanın en güzel ve güçlü kadınlarından birisi olan, Avusturya Macaristan İmparatoriçesi Elizabeth’i (Sisi) canlandıran Vicky Krieps’in ağzından eşi İmparator Franz Joseph’e, “Avusturya’ya bir krallık armağan ettim” diyecek kadar yaşadığı döneme göre güçlü ve cesur bir kadının öyküsünü anlatan etkili bir drama Korsaj (Corsage)…
Münih şehrinde hayata gözlerini açan ve daha sonra yakınları tarafından Sisi olarak adlandırılacak olan Elisabeth’in babası Bavyera Düküydü, annesi de genç yaşta Avusturya İmparatoru olacak olan Franz-Joseph’in teyzesi Ludovika’ydı (...) Anne-babası liberal görüşlere sahipti ve sarayın şaşasından, sıkı kurallarından uzak, mütevazı bir hayat yaşamayı seçmişlerdi. (...) 30–45 yaşları arasında, işinde gücünde, bol bol seyahat eden, mümkün olduğunca yurtdışına gitmeye çalışan, gündemde olan aktüel etkinliklerden haberdar ve çoğuna istekle katılan benlik bilinci yüksek, takıntılı denebilecek kadar mükemmeliyetçi, kolay beğenmeyen, hayatta ne istediğini bilen... (1)
GÜZEL VE GÜÇLÜ BİR KADININ ÖLÜMCÜL MÜCADELESİ
Bu güçlü ve güzel kadının Avusturya’nın başkenti Viyana’da bulunan ve arkadaşlarını kabul ettiği şehrin merkezindeki müze sarayını görmüştüm. Döneminin önünde bir zeka ve ışıltıya sahip, aristokrasinin eşitlikçi bir ailesine mensup olmasının avantajlarını Sisi’nin elinden, genç, yakışıklı, güçlü ve otoriter bir imparator olan kocası Franz Joseph alır.
Başka Sinema’nın dağıtımcısı olduğu ve Avusturya’lı yönetmen Marie Krutzer’in yönettiği kostüme drama Korsaj, 75. Cannes Film Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bölümünde başrol oyuncusu Vicky Krieps’e “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü getirdi.
Günümüzün modern toplumlarında çağdaş batılı kadınlar, geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde erkek dünyasında özgür ve eşitliklikçi bir yaşam elde etti. Şüphesiz geçmişte kendilerine sınırlı roller biçilen kadınlar arasında, Sisi gibi pek çok nitelikli kadın, toplumun beklentileri nedeniyle güzelliğine ve kilosuna takıntılı bir yaşamın içine hapsolan süs objelerine dönüştü.
İMPARATORLUKLAR DÖNEMİ VE FEODALİZM
“Korsaj”, yönetmen Marie Krutzer’in Avrupa feodalitesinin güçlü imparatorluklarından Avusturya-Macaristan’ın bir dönemi hakkında güçlü ve güzel bir kadının kıstırılmışlığı üzerinden, kurmaca ögeler barındıran mesajlarını seyircisiyle paylaştığı etkili bir dönem filmi.
Başka Sinema’nın dağıtımcısı olduğu bu kostüme drama, odağına güçlü ve güzel bir kadını alarak dönemin siyasi ilişkileri hakkında da yansıtmalar yapıyor; dünya ve Avrupa siyasi yaşamında Avusturya’nın etkileri hakkında da seyircisine ipuçları uzatıyor. Bu ilişkiler ağının içine ise, akrabalık ilişkilerinin labirentleriyle birbirine girmiş İngiltere, Macaristan gibi ülkeler de sızıyor.
Kraliçe Marry içine sıkıştığı kıskaçtan kurtulmak için güne erken başlayıp, soğuk duş alıp kilosunu korumak için açlık kürleri yapıyordu. Bu süreç hüzünlü kraliçe için bir kısır döngü halini aldığı için, karısına karşı hoşgörülü olan İmparator Franz Joseph, karısının uzun seyahatlerine engel olmasa da, bu süreç genç kadının içindeki boşluk duygusunu dolduramaz.
FEMİNİST BAKIŞ AÇISININ EGEMENLİĞİ
Yönetmen Marie Krutzer’in filmine feminist bakış açısı egemen oluyor. Yönetmen hüzünlü ve zeki kraliçenin gerçek yaşamını, kurmacanın olanakları içinde yorumlayarak dönüştürmüş. Sisi, gerçek yaşamında oğlu veliaht Rudolf’un içine girdiği çıkmazdan kurtulamayıp önce sevgilisini öldürüp intihar edince, yasa büründü ve hızla yaşlandı. Bir arkadaşına, “ruhumun kalbimde açılacak küçük bir delikten çıkıp gitmesini o kadar çok istiyorum ki” demişti. 1898 yılında Cenevre’de bir anlamda bu isteği gerçekleşti. İtalyan anarşistlerinden Luigi Luccini Cenevre Gölü kıyısında yürüyen Sisi’ye saldırdı, tam kalbine incecik bir törpüyü saplayıverdi. Ne olduğunu bile anlayamayan imparatoriçe on dakika içinde iç kanamadan öldü. (2)
“Korsaj”, günümüze egemen olan dijital dünyanın sinema sanatını da iyiden iyiye ele geçirdiği bir süreçte, görüntü yönetmeni Judith Kaufmann’ın estetik panoramaları ve dönemin ruhunu yansıtan aydınlatma tasarımı seyirciye soluk aldırırken; dönemin ruhunun seyirciye geçmesinde sanat yönetmeni ekibinin rolünün altını da çizelim. Filmin oyunculuk performanslarında ise tartışmasız şekilde Kraliçe Mary rolünde Vick Krieps’in gerçeğini aratmadığını da vurgulayalım. Filmin Sisi’ye ilişkin yarattığı gerçekliği keşfetmeyi de seyircilere bırakalım.
KAYNAKLAR
(1), (2)