Tayfun Atay
Aziz Vladimir’den Korkunç İvan’a Stalin’den Putin’e Kutsal Rusya’nın Bayrak Koşusu
Dokuzuncu-onuncu yüzyılların Norman kökenli Vareg-Rusları ne kadar despot ise ve halk kitlelerine nasıl zulmettilerse Putin de aynı ölçüde despot ve kitleler üzerinde hükümran olmak için gaddarca ne gerekiyorsa yapıyor. Bu ne kabul edilebilir ne de aklanabilir... Bununla birlikte anlamak, aklamak değildir. Putin’i anlamaya, onun tarihsel-kültürel-politik-psikolojik soykütüğünü deşifre etmeye çalışmak gerekir. Bunu yaparken karşımıza Korkunç İvan da Stalin de çıkacaktır
İngiliz tarihçi-düşünür Arnold Toynbee, modernitenin “yeryüzünde cennet” vaadi ve düşünden insanlığı en erken uyandırmış, Birinci Dünya Savaşı felaketi sonrasında modern dünyanın post-modern ümitsizlik çağına girdiğini ilk haber veren (“postmodern” terimini de ilk kullanan), bu itibarla geçtiğimiz yüzyıla damga vurmuş güçlü zihinlerden biridir. Ona yönelik yaptığım bu tanımlama çerçevesine karakteristik bir örnek oluşturan ve içerisinde herkesin rahatlıkla okuyabileceği denemelerinin yer aldığı 1948’de yayımlanmış Medeniyet Yargılanıyor (Civilization on Trial) kitabında Toynbee’nin “Rusya’nın Bizans’tan Devraldığı Miras” başlıklı, on yıllar önce okuduğum ve hiç unutmadığım bir yazısı vardır. Soğuk Savaş’ın başlangıçlarında kaleme alınmış yazı, aradan 70 küsur yıl geçtikten sonra bugün bile Putin Rusya’sının Ukrayna işgali günlerinde olup biteni anlamaya yönelik göz atılmayı fazlasıyla hak ediyor.
Bolşevik tırmığı, Rus doğası
Toynbee, yazısına M.Ö. 8’inci yüzyılda yaşamış Romalı şair Horatius’un (Horace) meşhur bir sözüyle giriş yapar: “Doğayı tırmıkla başınızdan def edebilirsiniz ama o size çabucak geri dönecektir.”
Toynbee’nin kastettiği, “Bolşevik tırmığı” ile kovulmuş olan, Osmanlı’nın İstanbul’u fethi sonrası Bizans’tan Ortodoks-Hristiyanlık sancağının alınmasıyla cismanileşip Çarlık’la 20’nci yüzyılın başına kadar gelmiş “Rus doğası”dır. İngiliz tarihçi, SSCB’nin bu geçmiş mirası reddetse de onun kurnazca gizlenerek Sovyet rejiminde zamanla tekrar sökün ettiğini ileri sürmektedir.
Toynbee’nin savını anlamak için Rusya tarihinin başlangıcından itibaren bazı dönüm noktalarının altını çizmekte yarar var.
Rusya’nın “ana rahmi” Kiev
Rusya, 9’uncu yüzyılda İskandinavya’dan gelen ve “Vareg-Rus” denilen Norman (İsveç) soylularının (“knez”ler) Doğu Slavları üzerinde hakimiyet kurmasıyla doğdu. İlk karşımıza çıkan isim şimdi Rusya sınırları içerisindeki Novgorod’da (Veliky Novgorod) hakimiyet tesis etmiş, bu nedenle de Rus devletinin kurucusu sayılan “Başbuğ Rurik”tir. Bununla birlikte konunun “akademik babası” Prof. Akdes Nimet Kurat, hakiki anlamda ilk Rus devletinin Kiev’de “Kiyef Rusyası” olarak ortaya çıktığını belirtmekte. O, Rurik’in akrabası ve ardılı olan Oleg’i Rus devletinin ilk tarihi siması olarak kaydediyor. Oleg, Novgorod çevresinde hüküm sürmekle yetinmemiş, Dinyeper Nehri boyundaki Slavları da hükmü altına almak ve büyük ticaret yolunu ele geçirmek üzere güneye doğru inip Kiev’e gelmiş, şehre bayılmış ve “Kiyef, Rus şehirlerinin anası olacaktır” demiştir.
Rus devletinin ortaya çıkışı, Prof. Kurat’a göre Oleg’in Kiev’e yerleşmesiyle (9’uncu yüzyılın sonuna doğru) başlar. Bir yüzyıl sonra da yine Kiev’de Knez Vladimir (Rurik’in torununun oğlu) Bizans’la olan ilişki ve etkileşimin sonucunda Ortodoks Hristiyanlığı resmi din olarak Rusya’da hayata geçirir. Erken dönem Rus tarihinin bu en parlak lideri, Ortodoks Kilisesi tarafından aziz mertebesine yükseltilerek “Aziz Vladimir” olmuştur.
Hristiyanlığın kabulü ile bir gün önce tapınılan putlar ertesi gün atların kuyruklarına bağlanıp Dinyeper Nehri’nin dibini boyladı. Hristiyanlık hem Slav halkla onları yöneten Vareg-Rus soylularının kültürel farklılık, uzaklık, kopukluğunu gidererek onları yakınlaştırıp kaynaştırdı, hem de Slavların kendi aralarındaki kabilesel (etnik) sınırları eritti. Böylece kimliksel birlik-bütünlük sağlanmıştır.
Bunların hepsi Kiev’de oldu. Bu bakımdan Kiev, Rusya’nın “ana rahmi” denilebilecek yerdir. Elbette bugün Ukrayna da Aziz Vladimir’i kendine mal edip ulusal kahraman saymaktadır ama şu ahir zamanda tam bir “Rus Knezi” olmuş Putin’e bunu anlatmak zordur. O, Rusya’yı tekrar “ana rahmi” ile kucaklaştırma iddiasıyla yapacağını yapmaktadır.
Bu bakımdan Vladimir Putin, Aziz Vladimir’in ahfadındandır.
“Üçüncü Roma” ve Korkunç İvan
Bu noktada elbette hemen Putin’in eylemini meşrulaştırmaya, dolayısıyla işgali haklılaştırmaya çalıştığımız şeklinde çatık kaşlı yorumlar-suçlamalar yolumuza karşıcı çıkacaktır. Hiç ama hiç öyle bir niyetim yok. Dokuzuncu-onuncu yüzyılların Norman kökenli Vareg-Rusları ne kadar despot ise ve halk kitlelerine nasıl zulmettilerse Putin de aynı ölçüde despot ve kitleler üzerinde hükümran olmak için gaddarca ne gerekiyorsa yapıyor. Bu ne kabul edilebilir ne de aklanabilir bir şey.
Bununla birlikte anlamak, aklamak değildir. Putin’i anlamaya, onun tarihsel-kültürel-politik-psikolojik soykütüğünü deşifre etmeye çalışıyoruz.
O soykütüğünde çok belirgin işaretlenebilecek bir figür, 16’ıncı yüzyılda artık “Moskova Rusyası” olarak karşımızda olan daha palazlanmış siyasi aygıtın başındaki IV. İvan, nam-ı esas, “Korkunç İvan”dır. İlk “Çar” unvanını alıp Ortodoks metropoliti elinden Çarlık tacını giyen odur. Dedesi III. İvan ise Osmanlı’nın İstanbul’u fethi sonrası kaçıp İtalya’da Papa’ya sığınmış son Bizans imparatorunun kardeşinin kızı Sofya ile evlenmiş, böylece Bizans’ın meşru halefi ve Ortodoksluğun hamisi (koruyucusu) sayılır olmuştur. Rus milliyetçiliğinin, Rusya’nın “Üçüncü Roma” telakkisi eşliğinde tahkimi de onunla gerçekleşti.
Dedesi III. İvan, babaannesi Sofya olan Korkunç İvan Rus tarihindeki en zalim, en acımasız, en Tiran ve o ölçüde de “fatih” bir hükümdardı. Kazan’ı, Astrahan’ı Rusya’ya katmış, Sibirya’nın Rusya’nın bir parçası haline gelme sürecini başlatmıştır. Prof. Kurat onu “Rus fatihlerinin en büyüğü” olarak nitelemekle birlikte hükümranlık hakkının Tanrı’dan geldiğine inandığı çarlığını kabul etmeyenlere karşı yirmi yıl sürmüş bir “terör rejimi” tesis ettiğini de kaydetmektedir.
Putin, Korkunç İvan’ın da ahfadındandır.
Orak-Çekiç altında da Rusya “Kutsal Rusya”ydı
Yukarıda değinilenler çerçevesinde Rusya’nın, Batı (Avrupa) ile ilişkisinde Bizans’ın mirasçısı ve Doğu-Ortodoks Hristiyanlığın bekçisi olma dolayısıyla hasım bir konuma oturduğu söylenebilir. Batı’da burjuva-kapitalist dönüşümün, Greko-Romen ve Yahudi-Hristiyan mirasını kendi isterleri doğrultusunda yeni bir biçime/bireşime uğratıp modern medeniyete doğuş verdiği noktada da Rusya, bu defa o medeniyetin içinden çıkan ama, Toynbee’nin deyişiyle, onu hesaplaşmaya çağıran bir “inanış” olan Marksist projeyi hayata geçirerek Batı ile farkını modern zamanlarda da kapitalizm-sosyalizm karşıtlığı üzerinden sürdürdü. Elbette Çarlık rejimini yıkan Bolşevik ihtilali, eskiyi tarihin çöplüğüne gömmeyi hedefleyen bir idealle yola çıkmıştır. Ama süreç içerisinde o geçmişin, ne kadar gömülmeye çalışılsa da tekrar sökün edip geri-dönüş yaptığını düşündürecek veriler ortaya çıkmamış değildir. Öyle ki Lenin bile geçmişin yeni düzen içerisinde tekrar zuhur etmesi ya da hortlaması hususunu şöyle değerlendirmiştir:
“Bir insan öldüğünde toprağa gömersiniz; ama bir sistem öldüğünde toprağa gömülmez, aramızda çürümeye uğrarken hepimizi de zehirler.”
Bu perspektif Toynbee’de, Horatius’tan aktardığı üzere tırmıkla sökülüp atılanın geri dönüşü şeklinde ifade bulmaktadır ve aynı izlekte Toynbee, Sovyetler’de Stalin ve Troçki karşıtlığını da şöyle formülleştirir: “Sovyetler Birliği’ni Komünist dünya devrimini hızlandırmak için kullanmak isteyen Troçki ile Komünizm’i Sovyetler Birliği’nin çıkarları için kullanmak isteyen Stalin arasındaki mesele…”
“Mesele”nin Stalin’den yana ve Troçki’nin “giderilmesi” ile halli, yine Toynbee’nin ifadesiyle (elbette ideolojik formasyon olarak değil ama kültürel-politik ruh itibarıyla) “Haç’ın altında olduğu gibi Orak ve Çekiç’in altında da Rusya’nın hâlâ Kutsal Rusya ve Moskova’nın da Üçüncü Roma olduğu”na delalettir. Ve bu doğrultuda da Putin, Stalin’in ahfadındandır.
Putin’in koşusu
Sovyet-sonrası kaos, Rusya’da Putin’le baskıcı-otoriter bir düzene oturdu. ABD-merkezli küresel kapitalizmin Sovyetler yıkılırken attığı “Tarihin Sonu” naralarından, aslında sürecin gizli mağlubu olduğunu göremeyerek 11 Eylül’den Afganistan’a, Irak’tan Suriye’ye kadar her cephede yenildiği ve “Amerikan Yüzyılı”nın sona erdiği noktada da Putin şimdi bu sondan yeni bir başlangıca ön almaya çalışmakta gibi görünüyor.
Bakalım o, Aziz Vladimir’den Korkunç İvan’a, oradan Stalin’e süre gelmiş bu bayrak yarışında bayrağı devralmış olarak koşmaya nasıl, ne kadar, nerelere doğru devam edecek?..
(KAYNAKLAR/OKUMA ÖNERİLERİ: Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi – Başlangıçtan 1917’ye Kadar, TTK Basımevi, 1948 [3. Baskı: 1993]; Arnold Toynbee, Medeniyet Yargılanıyor, Ağaç Yayıncılık, 1991; Immanuel Wallerstein, Amerikan Gücünün Gerileyişi: Kaotik Bir Dünyada ABD, Metis Yayınları, 2003.)