Memetcan Demiray
Aysun Kayacı Fukuyama’ya karşı!..
İklim krizi, mülteci akınları, savaş ve hayat pahalılığı… Küresel sorunlar karşısında çaresiz kalan “liberal demokrasiler” için alarm zilleri çalıyor. Peki dünya yakın gelecekte nasıl yönetilecek? Çözüm “âkil insanlar” iktidarı, yani bir tür teknokrasi olabilir mi? Çare yapay zekâ mı, kadim Çin felsefesi mi? Ya Kılıçdaroğlu’nun “her muhtara bir asistan” önerisi?!.. “Tarihin seyri” tartışmalarında ona ne demeli?
Zam, zam ve yine zam… Şu günlerde tek konumuz bu… Sadece bizde değil, İngiltere’de de enflasyon rekorlara koşuyor. İzmit’te kamyondan boşalan “mülteci” videoları, Ege ve Akdeniz “kaçak göçmen”lere mezar olmaya devam ediyor. Önümüz yaz, orman yangınları kapıda… Yunanistan şimdiden önlemler alırken Türkiye yine “kaderini” bekliyor. Ve uzayıp giden Ukrayna savaşı… “Koskoca Batı” tek bir despotla baş edemiyor, nükleer savaş korkusu Avrupa başkentlerinde kol geziyor. Sahi, neler oluyor?
Philosophie Magazine’in son sayısı, yaşanan kaosu “Tarih nereye yöneldi?” sorusuyla kapağına taşıdı. O çok övülen “liberal demokrasi” küresel sorunlar karşısında çaresiz kalmıştı. Peki şimdi ne olacaktı? Dergideki birçok söyleşi, yakın gelecekte insanlığın nasıl yönetileceğine ayrılmıştı. Hani Francis Fukuyama’ya göre “Soğuk Savaş”ın bitmesiyle tarihin sonuna gelinmişti? Çinli felsefeci Zhao Tingyang pek o görüşte değildi!
‘AKILLI DEMOKRASİ’ VE ‘KAMUKRASİ’
Bilakis, dünya ilerlemeye devam ediyordu ve binlerce yıldır olduğu gibi bunun müsebbibi teknolojik gelişmelerdi. Tekerleğin icadı ve buhar makinesi nasıl çığır açtıysa şimdi sırada yapay zekâ ve Metaverse vardı. “Gerçeklik” ontolojik olarak değiştikçe yönetim biçimlerinin evrilmesi de kaçınılmazdı. Ve madem “liberal demokrasiler” tıkandı. “Akıllı demokrasi” diye bir alternatif… Neden olmasındı?
Zira “çok seslilik” derken vardığımız yer “kamukrasi”nin (publikratie) ta kendisiydi! Yunan agorasında amaç, açık ve akılcı tartışmalarla düşünceyi özgürleştirmek, dogmalardan kurtulmaktı. Tıpkı Kant’ın idealindeki gibi… Oysa günümüzde her kafadan bir ses çıkıyor, söylentiler ve yalanlar bile hakim görüş haline gelebiliyordu. Ortada adeta fikirlerin beğeniye sunulduğu bir “pazar” vardı. Hangisi daha renkliyse, kim kimi ikna ederse… Peki “çoğunluğun” inanıyor olması, bir yalanı “doğru” kılar mıydı?
BİR BARIŞ ÇAĞRISI: “TİANXİA”
Tarihin “diyalektik yasaları” olduğunu kabul etmeyen Tingyang, bu noktada Hegel’den de ayrılıyordu. Her ülke, her toplum farklı bir seyir içindeydi. Ve kesin olan tek şey belirsizlikti. Bu manada dünya, kadim Çin felsefesinden bir kavramla, “gökyüzü altındaki her şey”, “tianxia” olarak açıklanabilirdi.
Tianxia kesinlikle “tek devletli bir dünya”, bir imparatorluk modeli değildi. Aksine, gelecekte ulusları gezegen sevgisinde birleştirecek, “farklı kültürleri” yakınlaştıracak bir felsefeydi. İnternet sayesinde zaten dünyanın her yerinde gençler giderek birbirine benziyordu. İnsanlık da teknolojiyi kullanarak “tianxia”ya varabilirdi. Tıpkı kripto paralar gibi, “merkezsiz” bir siyasi oluşumlar ağı… Çatışma değil kaynaşma üretecekti!
Peki ne zaman olacaktı bu? Tingyang için net bir tarih vermek imkânsızdı. Kaldı ki Kant’ın “barış teorisi”nden Avrupa Birliği’nin kuruluşuna ulaşmak için tam 200 yıl gerekmişti!
DEMOKRASİ SADECE OY VERMEK Mİ?
Dergideki ikinci söyleşi de yine Fukuyama’dan yola çıkıyor ve “tarihin sonu”nu iki siyaset bilimci, Parag Khanna ve Herfried Münkler’e soruyordu. Khanna demokrasilerin güncel hiçbir sorunu tek başına çözemediğini hatırlatıyordu. Karmaşayı aşmak için bilgi ve ortak akla, yani demokrasiyi “teknokrasi” ile desteklemeye ihtiyaç vardı.
Öyle ya, “sıradan halkın” bilimsel yatırımlar, salgın hastalıklar, uzay harcamaları gibi konularda nasıl bilgisi olabilirdi ki? Şu durumda “temsili demokrasi” yerine uzmanlarla desteklenmiş bir yönetim daha işlevsel değil miydi? Nasıl yani!.. Yoksa “Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir mi?” diye soran Aysun Kayacı haklı mıydı?!
Khanna’ya göre 21. yüzyılda “demokrasi” dört yılda bir seçim yapmak değil, teknolojiyi iyi kullanmak demekti. Hem zaten teknokrasi de “teknoloji” ile aynı kökenden değil miydi? İşte Singapur… Klasik “demokrasi” anlayışına uymasa da halkı ilgilendiren her konuyu internette tartışmaya açıyor, dijital kamuoyu yoklamaları yapıyordu.
BİLGİNİN GÜCÜ: GEZİ!..
Khanna’ya göre günümüzde dünya düzenini belirleyen ne güçlü devletler, ne de teknoloji devleriydi. Tam tersine, internetin ta kendisiydi. Münkler de bu tezi destekliyordu. İnternet sayesinde iyi eğitimli orta sınıflar güç kazanmaktaydı. Ve günümüzdeki çelişki, bilgiye ulaşabilen bu kesim ile “Biz halkız” diyen kalabalıklar, yani “popülist söylem” arasındaydı.
Tıpkı Gezi’de gördüğümüz gibi!.. Tam 9 yıl önce iş makineleri Taksim’de beliriyor, haber sosyal medyaya yansıyınca milyonlar sokağa dökülüyordu. Ofisler wi-fi şifrelerini protestoculara açıyor, bir Facebook paylaşımıyla insanlar birbirinin yardımına koşuyordu. Böylece “online dayanışma”nın TOMA’ya, “orantısız zekâ”nın biber gazı ve copa galip geldiği günler başlayacaktı.
O gün “Hüloooğ” diyen amcalar, dayılar bugün Youtube’un “sokak röportajları”nda “Ekonomi çok iyi!” demeye devam ediyor, zamları hâlâ “dış güçler”e bağlıyor. Gençlerse Ekşisözlük’te kafe-bar fiyatlarına isyan ediyor, “Yeteeeeer” başlıklarında kayıp yıllarının hesabını soruyor. Bir litre benzinin 25, bir kutu biranın 30 liraya fırladığı haftada Kemal Kılıçdaroğlu’nun işsizliğe çözüm önerisi ise muhtarlara “asistan” tayin etme vaadi oluyor! Böyle “muhalefet”in yanında Aysun Kayacı adeta bir Sokrates, bir Platon kalıyor.
Görünen o ki dünyada da bizde de “eski”nin sonuna gelindi, “yeni”nin doğum sancıları yaşanıyor. Bir gün “tianxia”ya şahit olur muyuz, bilinmez. Ama Ali İsmail, Ethem ve Berkin bizimle “aynı gökyüzü” altında yaşamaya devam ediyor.