Tayfun Atay
Asıl mabedimizin ‘Market’ olduğunu söyleyen ölümsüz insan: MARX
Kapitalizmin kendisinin başlı başına bir “din” haline geldiğini işaret etmiştir Marx. En büyük eseri Kapital’de, kapitalizmin değer, emek, mülkiyet gibi ekonomik kavramlarının özde dinsel kavramlar haline geldiğini ve piyasa sisteminin kendisinin de bir dinsel işleyiş kazandığını belirtir. O kadar haklıdır ki işte bugün inandığı dini kapitalizmin mabedi “Pazar”a sürmekte hiç tereddüt etmeyen dinbazlardan geçilmiyor bu memlekette. Tanrı inancını mala-mülke, paraya-pula, köprüye-kanala, inşaata-saraya, yani yine Marx’ın kavramlaştırmasıyla, meta fetişizmine kurban etmiş olanların tepeden tırnağa yaygınlaştığı bir zamandayız.
“Mart’ın 14’ünde öğleden sonra saat üçe çeyrek kala, yaşayan en büyük düşünür, düşünmeye son verdi. Nadiren olduğu üzere o sadece iki dakikalığına yalnız bırakılmıştı, geri döndüğümüzde onu koltuğunda huzur içinde uykuya dalmış bulduk – ama ebediyen…
Ölçüye vurulamaz ve yeri doldurulamaz bir kayıp, bu adamın ölümüyle hem Avrupa ve Amerika’nın militan proletaryası hem de tarihsel bilim açısından söz konusudur. Bu büyük ruhun aramızdan ayrılmasıyla ortaya çıkan boşluk çok kısa süre içinde kendisini yeterince hissettirecektir.
Darwin’in organik doğanın gelişme yasasını keşfetmesine eşdeğer biçimde Marx da insan tarihinin gelişim yasasını, daha önceleri ideolojinin ağırlığı altında gözlerden saklanan şu basit gerçeği keşfetti: İnsanlık siyasete, bilime, sanata, dine ve diğer pek çok şeye yönelmeden önce yemek, içmek, barınmak ve giyinmek zorundadır; bu nedenle de temel yaşamsal maddi ihtiyaçların üretilmesi ve bağlantılı olarak belli bir dönemde belli bir insan topluluğu tarafından ulaşılmış ekonomik gelişme derecesi, söz konusu insan topluluğunun devlet kurumlarının, hukuk kavramlaştırmalarının, sanat ve hatta dinsel düşüncelerinin evrimleşmesine temel oluşturur ve bunlar ancak o temel ışığında açıklanabilir ki daha öncesinde bunun tam tersi bir anlayış söz konusuydu.”
1883 yılının 17 Mart günü Friedrich Engels Londra’nın Highgate Mezarlığı’nda toprağa verilen Marx’ın mezarı başında yaptığı konuşmaya bu sözlerle başlamıştı.
Genelde bütünüyle insan dünyasının özelde ise modern dünyanın iç yüzünü anlama, karanlıklarını aydınlatma yolunda bugün de hâlâ en güçlü ve yetkin açıklama anahtarını bize sunmuş bir abide olan Karl Marx 138 yıl önce bugün, en yakın dava arkadaşı ve can yoldaşı Engels’in belirttiği gibi o muazzam düşünme eylemine son noktayı koydu. Ve evet, boşluğu elbette hissedilmekte. Ama bir yandan da yukarıdaki şekilde başlayan konuşmasında Engels’in sözlerini tamamlarken, “İsmi çağlar boyunca ayakta kalacak ve elbette eseri de!” dediğini hatırlayacak olursak, 21’inci yüzyıl dijital kapitalizminin boyunduruğunda akıp giden hayatımızın içinde bu ifade de bir gerçeklik ve geçerlilik arz etmeyi sürdürüyor.
Hayatın her alanına değmiş bir dev
Marx’a dair konuşmak çok zor. Bir yandan bu, Marx üzerine kanımca çok özlü ama o ölçüde de aydınlatıcı bir değerlendirme sunan antropolog Brian Morris’in dediği gibi, onun kim olduğuna dair herhangi bir tanıtıma dahi çok fazla gerek bulunmayan tarihsel bir dev olması sebebiyledir. Ama diğer taraftan da onun üzerine, insandan topluma, doğadan tarihe, bilimden dine, ideolojiden felsefeye, siyasetten ekonomiye, hukuktan sosyolojiye ve antropolojiye kadar hayatın hemen her alanına değgin söylenecek pek çok şey olması, hatta nerdeyse söylenmeyecek hiçbir şey olmaması sebebiyledir.
Bundan dolayı ben de bu anma yazısında haddimi bilerek kendi ilgi ve çalışma alanım çerçevesinde Marx’ın din üzerine görüşlerini değerlendirmek ve onları günümüz dünyasının gerçeklikleriyle etkileşimsel mahiyette geliştirmeye çalışmakla yetineceğim.
Bir “dünyevi kurtuluş” rehberi
Avustralyalı düşünür ve hayvan hakları savunucusu Peter Singer, Marx’ın tarihsel olarak dünya üzerindeki etkisinin ancak İsa ya da Muhammed gibi dinsel kişiliklerle kıyaslanabilir olduğunu söylemiştir. Bu bir bakıma anti-komünizm cephesinden Marx’a ha bire vurmak isteyenlerin çok işine yarayacak şekilde onun günümüzde bir peygamber, Marksizm’in de bir din derecesine yükseltildiği ithamlarını besleyebilecek bir ifadedir. Elbette Singer bu ifadeyi Marx’ın düşüncelerinin yeryüzünde milyonlarca insanı derinden etkilemiş ve hâlâ da etkileyen bir insan olmasıyla ilişkili, yani gayet dünyevi-seküler çerçevede kullanmıştır ama bu sözleri kutsallık-uluhiyet atfı diye istismar edecek muarızlar olması kaçınılmazdır. Nitekim Marx’ın esas olarak “dindar” bir düşünür olup kendisinde bir peygamber özgüveni bulunduğunu, Marksizm’in de geleceğe dönük “kurtuluş” vurgusu ile Yahudi-Hristiyan geleneğinin milenaryan beklenti çerçevesine yakın bir rakip “inanç” olduğunu ileri sürenler olmuştur. Tabii bunun karşısında da Marx’ın özellikle dine yönelik “halkın afyonu” nitelemesinden hareketle onun din karşısında kategorik olarak olumsuz ve hiçe sayıcı bir düşünsel pozisyonda bulunduğunu ileri sürenler vardır.
Dine değil onu var eden sisteme vurmak lazım!
Oysa Marx, din söz konusu olduğunda bu şekilde iki uca sündürülerek yıpratılmayı hak etmeyecek ölçüde dikkatli, duyarlı, dengeli, eleştirel ama empatiyi de elden bırakmayan sosyolojik bir yaklaşım içindedir. Evet, ateisttir ve özellikle siyasal baskının yanında olduğunda dine karşı tutumu düşmancadır. Bununla birlikte dinin bir “afyon” olarak yoksul ve çaresiz insanlara yanılsamalı da olsa rahatlık veren, yani “müsekkin” (ağrı-kesici) bir yanı bulunduğunu, bu nedenle dini doğrudan hedef tahtasına oturtmanın yanlışlığını vurgulayacak kadar da analitik-sosyolojik bir yaklaşım içindedir. Bu, onun düşünsel gelişiminde tohumlayıcı etkisi olmuş ama sonuçta karşısına aldığı ateist-materyalist düşünür Ludwig Feuerbach’a yönelik eleştirisinde özellikle netleşen bir durumdur.
Dinin yanılsamalarına, yanlışlarına, çelişkilerine ilişkin tespitlerinden hareketle yürürlükteki dinselliğe (Hristiyanlık) karşı, onun yerine sevgi, bilgi, adalet temelinde yükselen bir insanlık dini ikame etme önerisinde bulunan (ki bu bakımdan Fransız pozitivizminin öncüsü Auguste Comte ile de aynı izlekte olduğu söylenebilecek) Feuerbach karşısında Marx, dini hedef alarak onu insan yaşamındaki yerinden etmenin anlamsızlığını ve yararsızlığını savunur. Mesele dini eleştirmek ve yerden yere vurmak değil, böylesi yanılsamaları ihtiyaç dâhiline sokan sosyoekonomik düzeni değiştirmek, akıldışı-haksız bir toplumsal yapıyı (kapitalizmi) ortadan kaldırmaktır.
İnsani özün düşsel dışavurumu
Dolayısıyla Marx’ın ve elbette (özellikle din ve sınıf ilişkisini tarihsel bağlamda tartışmaya açan Köylüler Savaşı adlı önemli eseri temelinde) Engels’in, dinin içinde “yeşerdiği” toplumsal düzene aldırmaksızın dine saldırmanın bir ideolojk gölge boksu yapmak olacağını işaret ettikleri söylenebilir. Bu çerçeveden olarak din, Marx ve Engels söz konusu olduğunda Feuerbach için insanın nihai mutluluğu önünde engel oluşturan, dolayısıyla aşılması gereken bir şey olmanın ötesinde, daha başka pek çok şeydir. Din hem bir ahlaki yaptırım hem bir yanılsama hem adaletsiz koşullar için bir yatıştırıcı hem asıl gerçekliği örten bir bulut hem eşitsizlikler için bir meşrulaştırıcı hem de eşitsizliklerin kaynağı/koruyucusu olan yönetimlere karşı mücadelelerin ateşleyicisidir. Ve aslolan, daha iyi bir hayatı var etmek için dine son vermek değil, dine hayat veren toplumsal koşullara son vermektir.
Bu doğrultuda Marx din üzerine bugün hâlâ geçerliliğini ve işlerliğini sürdüren bir dizi önemli niteleme ve tanım ortaya atmıştır ki bunların bazısı değme “dinbilir”i (ulemayı) solda sıfır kılacak incelik ve duyarlılık taşır.
O, “ezilmiş yaratığın iniltisi” de demiştir din için, “kalpsiz bir dünyanın kalbi” de demiştir.
“Tersine çevrilmiş bir dünyanın genel kuramı, onun ansiklopedik özeti, ahlaki yaptırımı” da demiştir din için, “tesellinin ve haklılaştırmanın evrensel temeli” de demiştir.
Ve daha çarpıcı çerçevede, hem “insani özün düşsel dışavurumu” demiştir, hem de işte herkesçe bilindiği üzere “halkın afyonu” demiştir. Tabii tekrarlamak gerekirse burada altı çizilmesi gereken, adaletsiz-acımasız bir hayatın içinde inim inim inleyen yoksul kitlelere dayanma gücü veren bir ağrı-kesici, bir “ruhsal aspirin” anlamında “afyon”un kullanıldığıdır.
“Hâfız-ı Kapital” olunmak lâzım!..
Fakat bunların hepsinden öte, kapitalizmin kendisinin başlı başına bir “din” haline geldiğini işaret eder Marx… En büyük eseri Kapital’de o, kapitalizmin değer, emek, mülkiyet gibi ekonomik kavramlarının özde dinsel kavramlar haline geldiğini ve piyasa sisteminin kendisinin de bir dinsel işleyiş kazandığını belirtir.
Dolayısıyla günümüz koşullarında artık marketin “Mabet” haline geldiğini düşünmemizin önünü açmıştır Marx. O kadar haklıdır ki işte bugün inandığı, iman ettiği, “âbid”i olduğu kutsalı, kapitalizmin mabedi “Pazar”a sürmekte hiç mi hiç tereddüt etmeyen dinbazlardan geçilmiyor bu memlekette. Tanrı inancını mala-mülke, paraya-pula, köprüye-kanala, inşaata-saraya, yani yine Marx’ın o güçlü kavramlaştırmasıyla meta fetişizmine kurban etmiş olanların tepeden tırnağa, devletten topluma alabildiğine yaygınlaştığı bir yer ve zamandayız.
Bu nedenle bugün dinin ne olduğunu da dine ne olduğunu da anlama yolunda Marx ihmal edilemez önemde bir isimdir. Sadece sosyologlar, sosyal antropologlar, sosyal bilimciler için değil, kadılar müftüler hacılar hocalar için de böyledir bu. O yüzden bugün içinde bulunduğumuz ahval ve şerait içinde sadece Kuran okumakla ilahiyatçı da olunamaz diyanetçi de. Asıl Kapital’in okunması, Nâzım’dan ilhamla söylemek gerekirse, “Hâfız-ı Kapital” olunması lâzım!..
Söz Nâzım’a geldi madem, Marx’ı 138’inci ölüm yıldönümünde saygıyla ve sevgiyle anarken sözü büyük şaire bırakarak noktalayalım:
“Ustalarımın ustası Marks’ın
ceketi rehindeydi,
bir övün yemek yerdi dört günde.
Dalgalanırdı fakat
heybetli sakalı:
bembeyaz,
tertemiz,
kolalı
bir gömleğin üstünde..
Şairim
bir yıl yağan yağmur kadar şiir yazdım..
Fakat asıl
şaheserime
başlamak için
Hafızı Kapital olmağı bekliyorum.”
(Nâzım Hikmet)
(KAYNAKLAR: Karl Marx-Friedrich Engels, Din Üzerine [Çev. K. Güvenç], Sol Yayınları, 1995; Friedrich Engels, “Speech at the Graveside of Karl Marx”, On Marx içinde, Foreign Languages Press, Peking, 1975; Brian Morris, Din Üzerine Antropolojik İncelemeler (Çev. T. Atay), İmge, 2004.)