Özlem Yalım
Ampulün sonu
Steve Jobs’a göre, Thomas Edison ve ona atfedilen akkor ampulün buluşu dünyayı Karl Marx’tan daha çok değiştirdi. Jobs’a katılıyorum. Diğer yandan dünya gelişti ve değişti. Bildiğimiz anlamda ışık kaynağı olan ampul artık köhne bir tasarım ve tarihe karışmak üzere.
Ankara’da Bahçelievler semtindeki Ulubatlı Hasan İlkokulu’mun köşesinde küçük ve köhne bir kırtasiye vardı. Babamın verdiği birkaç TL’yi geçmeyen harçlığımı o dükkanda harcamayı severdim. Tüm duvarları kaplamış ahşap raflardaki kağıtlar, zarflar, kutulardaki çeşitli kalemler ve silgiler, çocuk kitapları, renkli kartonlar bana içimdeki yaratıcılığın sınırsızlığı için müthiş bir kaynakta olduğum hissini verirdi. Oradan en çok çeşitli kartpostallar alırdım. Üzerlerinde başka dünyaların, başka çocukların resmi olan kartlar, yeni yıl zamanı pırıltılı çam ağaçlarının olduğu kartlar, bazen de üzerinde farklı sanat eserlerinin olduğu kartlar.. Artık o yıllarda Ankara’nın göbeğindeki küçük mü küçük bir kırtasiye dükkanına hangileri geliyorsa o kadar işte; bana yeterdi. Açıkçası bunlar keyfi olduğu için biraz rahatsız da eden, bütçeme göre oldukça da pahalı bir harcama sayılıyorlardı; 25 kuruşa çok beğendiğim bir kartı alıp almamakta tereddüt ettiğimi hatırlıyorum mesela. Bu kartları özel günlerinde aileme ve arkadaşlarıma küçük notlarla hediye etmeyi severdim. Kırtasiye dükkanlarını hala çok severim, ama artık neredeyse hiç gitmiyorum. Pek çok şey gibi bu ihtiyaçlarımı da çevrimiçi olarak online alıyorum. Açıkçası artık pek kimseye kart veya mektup da yazmıyorum. İletişim o denli hızlı ve çeşitli ki, bu süreklilik içerisinde uzun mektuplara da gerek duymuyoruz, birbirimizi görmesek de, görüşüyor gibiyiz. Her birimiz sosyal medya kanallarından, e-mail yazışmalarımızdan, görüntülü aramalardan düşüncelerimizi, fotoğraflarımızı anlık olarak paylaşıyoruz ve böylece bir araya geldiğimizde aslında hiç kopmadığımızı fark edip kaldığımız yerden devam edebiliyoruz.
Dünya değişti.
Zaman geçiyor ve teknolojiler geliştikçe, pek çok nesne dönüşüyor, yaşamımızdan bu şekilde yok olup tarihe karışıyor. Ampul de o nesnelerden biri. Ampul denince hepimizin aklında beliren klasik görünümü ile fılamanlı klasik ampul artık tarih oluyor.
Akkor ampul olarak da bildiğimiz ampulü ilk olarak Thomas Edison‘un icat ettiği bilgisi yaygındır. Edison bu buluşu 1880 yılında tescil ettiren, bu fikri geliştirmek için bir ordu buluşçu ile birlikte yüzlerce deneme yapan ve 1879 yılında bu nesneyi ürün olarak ortaya sunan ve ticarileştiren kişidir.
Edison’un sadece yaratıcı bir deha değil, son derece girişimci, pazarlamaya ve iletişime en az buluşları kadar önem veren iyi bir organizatör ve yönetici olduğunu pek çok kaynaktan biliyoruz. Bilim adamının o günlerde kurduğu Edison Illuminating Company şirketi, bugünlere kadar uzanmış olan dev şirketlerden biri olan General Electric Company’dir. Her tasarım için değişmez bir gerçek olan pazarlama ve dağıtım gereksinimi gerçeğini görmesi, Edison’u ampul icadı ile ilgili başarılı kılan faktör olmuş. Söz gelimi konumuz olan ampulün icadı, eğer her eve girmez ise pek bir anlam taşımayacak bir yenilik olurdu. General Electric, Amerika’da elektrik dağıtım şirketi olarak servetine servet katmış bir oluşum olarak tarihte yerini alır. Yıkılmaz gücü bu köklerinden gelir.
Ampule uzanan teknolojinin temelleri İtalyan fizikçi Alessandro Volta’ya ait. Volt veya Voltaj teriminin de babası olan Alessandro Volta bugün kullandığımız pillerin, yani taşınabilir elektriğin buluşçusudur. Volta, pil buluşu ile o kadar meşguldü ki, yarattığı pilde çinko ile tuzlu su katmanları arasında ışıldayan bakır teli dikkate bile almadı. Buluşçular, daha geniş ifadesi ile tüm yaratıcılar biraz böyledir. Akıllarını ve kalplerini adadıkları bir fikrin peşinde koşarken aradaki pek çok farklı fikir, yenilik onlara çok önemsiz gelir. Ben buna “yaratıcı idealizmi” diyorum; veya ideallerinin peşinde koşan yaratıcı körlüğü de denilebilir.
Volta’dan önce, 1750 yıllarında elektrik üzerine çalışmalar yürüten İngiliz bilim insanı Ebenezer Kinnersley ısınan bir teldeki ışımayı ortaya koyan akademisyen olarak ortaya çıkıyor. Döneminde “Elektrik Ateşi” olarak isimlendirilen fenomeni ve diğer elektrik çalışmalarını aktarmak üzere Amerika’da uzun yıllar kalan ve girişimlerde bulunan Kinnersley‘yi tarihe, 1751 yılında Pensilvanya Gazetesi’ne konferansları ile ilgili verilen bir reklam metni yazdırıyor. Bugün patent araştırmalarında ve önceliklerinde, ilgili konunun kamuya açık yayınlarda yayınlanmış olması ve/veya ilgili ürüne dair fatura kesilmiş olması gibi belgeye dair esasların geçerli olmasına ilişkin iyi bir örnek.
Kinnersley veya Volta’nın bu akım ışımasının ve onunla geliştirilmiş ampul tasarımının 27 Ocak 1880 yılında ilk tescilini alan, bir bakıma aslında ışığı gören Edison’dur. Diğer yandan bu patent 1883 yılında iptal edildi. Çünkü patent verilince, bu tasarımı İngiltere’de neredeyse on yıl önce geliştirmiş olan Joseph Swan dava açtı ve kazanarak Edison’un şirketine mahkeme kararı ile ortak oldu.
Ampulün buluşu Edison ile Tesla’yı da karşı karşıya getirdi. Dönemin en önemli teknoloji liderleri arasında olan ikiliyi karşı karşıya getiren aslında ampulün tasarımı veya teknolojisi değil, onu yaygınlaştıracak olan akımın çeşidiydi. Edison DC (Direct Current) kullanmayı deniyor ve bunu güvenli buluyordu. Direkt akımı enerji kaybı olmadan taşımak için oldukça sık bir biçimde enerji üniteleri kurmak gerekliydi. Amerika’da New York kentindeki ilk elektrik santralini kuran isim Edison olsa da, daha sonra bu elektriği taşıma meselesinde Tesla’ya yenildi. Yüksek voltaja sahip AC (Alternating Current) ve daha önemlisi voltajı dönüştürebilen transformatörler ile o dönemin kazananı Tesla oldu. Günümüzde yüksek voltajlı DC teknolojisi de kullanımda.
Tüm bunlar olurken, deneylerde telef olan köpeklerin veya idam mahkumlarının infazı için ilk elektrikli sandalyenin de kullanılmasının bu dehalara ait çalışmalar sonucu olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Tüm bunlar yaşandığı halde, bugün insanlık bu teknolojileri günlük yaşamında vazgeçilmez olarak kullanıyor; bu olaylar günümüzde gerçekleşseydi sosyal medyadaki tepkiler nasıl olurdu düşünmeden edemiyorum!
Aradan geçen neredeyse yüz yıla yakın bir zaman içerisinde gerek İngiltere’de gerekse Almanya’da da kimya ve fizik alanında çalışan bilim insanları benzer alanlarda çalışsalar ve benzer ürünler ortaya koysalar da bir buluşun ve onunla ilgili tasarımın başarısı tarihte de görüldüğü gibi belgeden ve pazara yayılmasından geçiyor. Buradaki haklı azim, bugün ne kadar tartışılırsa tartışılsın Edison’u bu nesnenin buluşçusu olarak tarihe yazıyor. Örneğin Joseph Swan’ın denemelerinde kullanılan karbon malzeme ampulün sadece 13.5 saat ışıldamasını sağlıyordu. Edison yüzlerce malzemeyi denemek üzere nerede ise bir ordu kurdu ve yüzlerce deneme ile bambudan elde edilen bir materyalin tasarımda kullanılması ile ampuller 1200 saat kadar yanabilir hale geldi. Günümüze dek en yüksek ergime noktasına sahip olan metal olan ve Volfram (W) olarak da bilinen tungsten ile üretilen bu akkor ampuller en fazla 1500 saatlik ömre sahip olabiliyorlar.
Bir dönemin devir değiştiren bu ikonik tasarımı işte bu yetersizliği sebebi ile artık çağdışı kalıyor. Işık için kullanılan bu nesne günümüzde yaşam ömrü en kısa olan teknoloji olarak köhne bir eşya haline dönüşüyor. Örneğin yine eski bir teknoloji olan fluoresan ampullerin bile ömrü bugün 15.000-20.000 saatlere ulaşıyor.
Fluoresan ampülün de icat hikayesi bir hayli kapışmalı. Bir çok bilim insanının 16. yüzyıldan itibaren gözlemlediği fenomeni ilk ortaya koyan İrlandalı fizikçi ve matematikçi Georges Gabriel Stokes. Işığın dalga boylarını inceleyen Stokes, 1852 yılında kaleme aldığı makalesinde uranyum camı ve flüorit mineralinin görünmez mor ötesi ışığı daha uzun bir dalga boyuna ulaştırdığını ve böylece görünür bir ışığa dönüştürdüğünü açıkladı. Bu makalesinde bu fenomeni “dağıtıcı yansıma” olarak adlandırsa da daha sonra bu terimi beğenmez ve bu ışımaya fluor- spar demeye karar verdiğini belirtir. Bunun için yine bir mineral adından türemiş olan opalesans kelimesinden anoloji yaptığını da ekler. Böylece hayatımıza giren fluoresance/ fluoresan ampullerin de hem buluşçusu hem de isim babası olur.
Buluşu bugün kullandığımız anlamda ürünleştirme çabaları Fransalı fizikçi Alexandre E. Becquerel’e aittir. Becquerel bu teknolojiyi kullanan ışık tüpleri hakkında 1857 yılında pek çok çalışma yapsa da, bunlardan 40 yıl sonra 19 Mayıs 1896 ve 1906 yılında yaptığı başvuruların ardından bu ampulün patentini 1907 yılında ilk alan isim yine Edison’dan başkası değildir. Ancak Edison ultraviyole ışık yerine X ışınları kullandı ve yardımcılarından biri radyasyon zehirlenmesinden ölünce bu konudaki çalışmalarını durdurmak zorunda kaldı.
Günümüzün fluoresan ışıklarına en yakın ampul için Amerikalı Peter Cooper Hewitt, 1901 yılında patent almıştır. Takip eden çeşitli girişimlerle, çok farklı özelliklerde ve dirençlerde flüoresan ampuller hayatımızın bir parçası oldular.
Çağımızın yapay ışık kaynağı ise LED teknolojileri olarak öne çıkıyor. Light Emitting Diode teriminin kısaltılmışı olan LED armatürler çok çeşitli ve gün geçtikçe gelişen teknolojileri ile yeni ve gelişmiş dünyanın gerçeği. Bu teknoloji sadece yaşam alanlarımıza veya sokaklarımıza aydınlatma sağlamakla kalmıyor. TV, Bilgisayar ve mobil cihazların ekranlarından entegre edildikleri her ortamda aydınlatma sağlayabiliyor.
Eski ampul teknolojisindeki gibi akımla ısınan ve ısındıkça ışıyan bir filament yerine elektronların ışımasını prensip olarak kullanan LED teknolojisi bu sayfaya taşıyamayacağım kadar karmaşık ve çeşitli. 20. yüzyılın başlarında elektronların ışımasına dair çalışmalarda bulunan pek çok bilim insanı var. Tarihteki ilk LED patenti 1961 yılında Texas Instruments için Robert Biard ve Gary Pittman imzası ile alınsa da, bu ışıma infrared, yani insan gözü ile görülebilir nitelikte değil. Zaten onlar da bu buluşu, lazer üzerine çalışırken kazara yapmışlar.
Edison’un General Electric firmasında danışman mühendis olarak çalışan Nick Holonjack LED‘in buluşçusu olarak biliniyor. Kendisine ait 41 adet LED konulu patent var ve aynı zamanda LED ışığı kısıp açmaya yarayan Dimmer’ı da bulan bu isim. 1968 yılında Monsanto isimli bir firma, tabelalar ve yol işaretleri için kırmızı ışıyan LED’leri seri üretmeye başladığında ilgili teknoloji de kaçınılmaz olarak hayatlarımıza girmiş oluyor.
Bugün milyonlarca renk üretebilen teknolojisi ile istediğimiz her yerde gökkuşağının tüm renklerini yaratmamıza olanak veren LED eskimiş, köhnemiş bir teknoloji olan akkor ampulün hızla yerini alıyor. Pek çok ülke art arda, akkor ampulleri yasaklıyor ve tedavülden kaldırıyor. Amerika da ilgili yasaklar 1 Ağustos 2023 tarihinde devreye girecek. Bu kararın ardında, bu ampullerin başta çevreye verdikleri geri dönülmez zararlar bulunuyor. Fazla ısınmaları, ömürlerinin az olması, fazla enerji tüketmeleri ile ömürlerini dolduran bu eski teknoloji yerini dinamizm sunan LED teknolojilerine bırakıyor.
Yeni dünya LED teknolojileri ile, akıllı beyaz ışık kullanımlarının yanında istenilen her ortamda gökkuşağı renklerinde ışıldarken, çevresel ve ekonomik zararlar da böylece minimize edilmiş olacak.