Algının tasarımı

Sorumsuz işçiler Galata Kulesi’nin tarihi duvarlarını hilti ile kırıyor; başlarında onları yönlendiren, işi kontrol eden bir uzman yok. Görüntüler ortalıkta büyük tepkiler çekerek dolaşırken devletin turizm bakanı “Yıkılan kısımlar sonradan yapılan, Galata Kulesi’ne zarar veren kısımlardır.” şeklinde demeç verebiliyor. İyi ki memleketin arşivlerinde hangi duvarların tarihi, hangilerinin yeni olduğunu gösteren restorasyon çizimleri var da, böylece bu demecin maalesef asılsız olduğunu da öğrenebiliyoruz. Peki herkese bu ikinci bilgi ulaşıyor mu? Sanmam! Böylece kamuoyu üzerinde eksik veya yanlış bilgilendirme ile bir algı oluşturulmuş oluyor mu? Elbette!
Bu ve bunun gibi örneklerle her gün ülkemizde veya diğer ülkelerde, başta siyasi ve toplumsal açıklamalarda karşılaşıyoruz. Algı yönetimi, politikanın en öncelikli konularından biri. Toplum üzerindeki algının tüm detayları ile önceden düşünülüp, planlanması söz ettiğim; teknik olarak bakıldığında bütünüyle bir tasarım meselesi. Bu nedenle siyasilerin dillerinden düşürmedikleri bir kelime tamlaması: Siyasetin dizayn edilmesi! Buradaki “dizayn” kelimesinin kullanımına, her ne kadar TDK’nca benimsenmiş olsa da bir meslek mensubu olarak şiddetle karşı çıktığımı da her fırsatta dile getiriyor; yazıyorum. Tasarım isimli fakültelerden mezun olup “dizaynır” olan gençler, sonra mesleklerinin anlaşılmamasından şikayetçi olmasınlar da ne olsun?!
Evet başta siyasiler olmak üzere, reklamcılar, şirketler, kurumlar, okullar ve sosyal medya çağında bireyler, algılarımızı tasarlıyorlar. Bu tasarım sürecinde en çok faydalanılan unsurlardan birisi de safsatalar olarak karşımıza çıkıyor. Amerikalılar okullarında öğrencilere münazara eğitimini şart koşuyor; politikacıları halkın karşısında bu münazaralarda kendi güçlerini ortaya koyuyor.
SAFSATA VEYA SOFİSTLİK
Eski Yunanca’da akıllı ve bilge anlamına gelen bir kelime: sofos. Arapça’daki “şufi” kelimesi ile anlamları aynı ve her ikisinin Latin dillerindeki “sophiste” kelimesinin köklerini oluşturduğu biliniyor. Safsata ve Sofist dediğimiz ve artık tüm dillerde, laf ebesi, zekice ancak yanlış söz söyleyen kişi anlamına gelen sıfat işte aslında bilge olan, sanat sahibi kişi için yapılan tanımdan doğuyor. Bu dönüşümün, antik çağlardaki felsefecilerin gerçekleştirdiği tartışmalarla oluştuğunu görebiliriz. Felsefecilerin doğruyu arayan ve düşünen kimseler olmalarına karşılık, sofistler, bilgileri çarpıtan, safsatacı kimseler olarak tanımlanırlar.
Plato’nun yaşlılık dönemi eseri olan Sofist; sokratik bir diyalog olarak kaleme alınmış bir eser. Bu yapıtta felsefecinin, devlet adamının ve safsatacının idealleri ortaya konur ve konumlamaları yapılır.
Bu esere göre bilgi sahibi olmak politik bir güçtür. Devlet adamları, toplumun adil ve iyi yönetilmesi, vatandaşlarının çıkarlarının gözetilmesi gibi konularda özel bilgi ve donanıma sahip kişiler olarak idealize edilir. Siyaset ise ancak bu türden bir bilgi ve irfan (gnosis veya sezi ) ile gerçekleştirilebilir. Yine bu eserdeki diyaloğun taraflarından biri olan Yabancı, bu idealin mevcut siyasetçilerle ters düştüğünü işaret eder. Yabancı’ya göre hükmedenler sadece bu tür bir bilginin görüntüsünü verirler ama sonuç olarak taklitçi veya sofistlerdir. Yabancı’ya göre sofist, gerçekte bilgi sahibi olmayan ancak bilgeymiş gibi görünen kişidir.
Siyasetçiler toplumun algısını tasarlar ve yönetirler; Plato’dan hareketle devlet adamı bir sofisttir. Sofistler safsata üretirler. Safsata (İngilizce’de Fallacy) yanlış ve hatalı bilgi anlamına gelir. Mantıkta, düşünme biçimlerinde safsataların önemli bir rolü vardır. Ne olması gerektiği değil de ne olmaması gerektiği üzerine düşünme becerisini bize kazandıran teknikler bütünüdür safsatalar ve ilk kez Aristo (Aristoteles) tarafından sıralanmışlardır. Platon’nun okulunda yetişen felsefeci, insanın düşünce mantığındaki hataları, yada sapmaları listelemiş ve bunları bir tartışmayı kazanmak üzere taktikler haline getirmişti. Eh Büyük İskender’in akıl hocası olmak öyle herkesin yapabileceği bir iş değil tabii!
13 SAFSATA HAKKINDA
Aristo’dan günümüze uzanan safsatalar, herhangi bir tartışmada kafa karışıklığı yaratmak, haklı çıkmak, bir durum oluşturmak, bireylerin veya kitlelerin ortaya atılan duruma, bilgiye bağlanmasını sağlamak, olmayanı varmış gibi göstermek, kısacası algı oluşturmak ve oluşturulan bu algıyı yönetmek için çeşitli kesimlerce sıkça kullanılan taktiklerdir. Aristo’dan Bacon’a (Bkz: Novum Organum) ve günümüzün düşünürlerine kadar ortaya pek çok türü ve çeşidi atılmış, bunlar da türlerine göre dallanıp budaklanmıştır.
Ne zaman bu safsatalar konusuna girmeye kalksam, bazen içinde kendimi kaybettiğimi görürüm. Ancak bir kez algı seçiciliğinizi bu konuya yöneltirseniz karşınızdaki her konuyu, konuşmayı ve bilgiyi safsatalar süzgecinden geçirir hale geliyorsunuz. Kimi zaman gereksiz gibi görünse de yaratıcılıkla ilgili bir kişi için bu türden akıl oyunları her zaman heyecan verici.
Aristo’nun ilk kez listelediği safsatalar: vurgulama, amfiboli (çok anlamlılık), belirsizlik yaratma, bütünleme, bölerek konuşma (indirgeme), kıyaslama, onaylama, belirli bir saygı göstermek, basitçe yaklaşmak, cehaleti reddetmek, çok soru, yanlış sebepler göstermek, ve kısır döngü yaratma şeklinde sıralanabilir.
Bu ilk safsata listesinden artık neredeyse yüze yakın çeşide ulaştığımız bu sahte argümanların şöyle tipleri de var: Alakasız sonuçlar sunmak, iddiaları zayıflatmak, konuyu saptırmak, Ad Hominem ismi ile yaygın olan adam karalama, “sen de” diyerek başlayan safsatalar, dolduruşa getirmek, imalı sorular sormak, sınırlı seçeneklerle limitlemek, felaket tellalığı yapmak, her konuyu ak veya kara olarak görmek, devede kulak misali betimlemek, “Öncesinde şu vardı, bu vardı” demek, müşterekleştirmek, yanlış yönlendirmek, sümen altı etmek oldukça yaygın olarak kullanılan ve insanların mantık hatalarına düşmesine sebep olan taktiklerdir.
Bunların yanında, otorite, safsataların en büyük dayanağıdır. “O bilen kişi” bu türden algı tasarımlarının en sevilenidir. Otorite safsatalarında, inanç ve maneviyata sıkça dokunulur. Grup (mahalle) baskısı yaratılır. Faydacı yaklaşımlar benimsenir. Duygu sömürüsü, tehditler, mazeret gösterme, önyargılı dil kullanımı, beğendirme çabaları veya karşı uçta dayatma yaklaşımı, insanların algılarını yöneten temel alanlardır.
Günlük hayatın hemen her safhasında sıkça karşılaştığımız bu en eski düşünme şekli, çoğunlukla ciddi değil gibi görünür, hatta saçma veya komik bulunurken sistematik olarak uygulandıklarında, masum insanların inançlarını, tercihlerini, davranış biçimlerini ve seçimlerini yöneten bir güç haline dönüşür.
Eksik bilgilerimiz, batıl tarafımız, duygusallığımız, ön yargılarımız, genellemeye olan bağlılığımız, aceleciliğimiz ve özensizliğimiz, bilgiyi araştırmaya yönelik üşengeçliğimiz bu safsataların hayatımızı kaplamasına sebep olur. Bunları iyi kullananlar ve uygulayanlar ise, algılarımızı ve hayatımızı tasarlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi