Yapı, siyasetin aynasıdır

Tarihteki yeri ile müstesna Yassıada düzenlenerek, Demokrasi ve Özgürlükler Adası olarak açıldı. Bu açılışı takiben adanın tepeden görünümleri toplumun bir kısmı tarafından da eleştirildi. Hiç şaşırmadığımız unsurlar baş roldeydi bu görüntülerde: yok edilmiş doğa, kondurulmuş bir Cami, bolca beton ve taş…

Yassıada’da gerçekleştirilen düzenlemeler elbette mimarlık çevrelerinde de kendine yer buluyor. Ben ise ortada nitelikli bir planlama ve mimarlık var ise yapılan işin kritiğe değer olacağını savunuyorum. Sonuca baktığımızda çok açık ki, mimari ve planlama adına bir iddia taşınmamış proje tasarlanırken. Bu düzenlemelerin sebebi İstanbul’a ve Türkiye’ye bir kültürel çekim merkezi yaratmak olmamış, olması hedeflendiyse de olamamış, Hani ennnn büyüğü de inşa edemiyoruz; malum adadayız. Bu projenin öznesi siyaset, yüklemi yaptım oldu imiş görünen o ki.
Siyaset ve politika kelimeleri Türkçe’de nerede ise aynı anlamlarda kullanılır. Oysa bana göre büyük farkları vardır. Kelimelerin köklerine indiğimde, bu farkı da tescilleyebiliyorum. Siyaset kelimesinin kökleri Arapça’daki -sws den türeyen “siyasa” kelimesine dayanır ve anlamı seyislik, at bakıcılığıdır. Bugün bildiğimiz anlamda kullanımına yazılı kaynaklarda 1300’lü yıllarda rastlanmış ilk olarak; elbet öncesinde de kullanılıyordur. Politika kelimesi ise Latince kentlilik, bir kentte yaşama anlamına gelen Politeia kelimesinden türüyor. Polites /kentli ve polis/kent kelimeleri ile bağlantılı olarak. 1400 yıllarında bu kelime de “plan, aksiyon ve yönetim biçimleri“ anlamında yazılı kayıtlara geçiriliyor.
Siyaset kelimesinin, güdülme, ehlileştirme, terbiye etme, bakım yapma gibi eylemleri içinde barındırırken çağrıştırdığı tüm kırsallığına karşılık politika, kentli insanların bir arada yaşamaları için ortaya konulan, en küçük ölçeklisinden en geniş kapsamlısına kadar olan planlamalarını ve yönetim bilimlerini kapsıyor.
GÜCÜN SİMGESİ YAPI
Bir arada yaşayan insanlar söz konusu olduğunda fiziki çevrenin yapılandırılması da, politika yada siyaset kadar elzem bir kavram. Tasarım ve mimarlık, politika ile tam da burada ayrılmaz bir biçimde iç içe geçiyor. Yapılı dünyayı irdelediğimizde kırsalın ve kentin ayrı ayrı politikaları olabilir; olmasını da beklemeliyiz ancak siyasi duruş ve ifade tek olduğunda, farklı politikaların pek de önemi kalmıyor: yapı siyasetin aynası olarak her fırsatta yeniden yansıtıcı rolü üstleniyor.
Mısır piramitlerinden, Gotik katedrallere pek çok bina siyasi gücün simgesi olarak yer yüzüne konumlandırılmıştır ve hala daha konumlandırılmaktadır. Yönetimler ne kadar saltıkçı ise, yapılar paralel olarak büyür; heybetlilik, gösteriş o denli artar. İki el olup da istediği güçte ses çıkaramayan otokrat, gücünü ilan etmek için yapıdan medet umar. Bu durumda azametin ve güzelliğin de eş biçimde arttığı söylenemez; zira tasarım katılımcılık işidir; boyunduruk altında icra edilirse aksak kalır.
Otokratik yönetimlerin mimarlık ve kent tasarımlarına burada tek tek değinmeyeceğim; meraklısı zaten pek çok kaynaktan bulabilir. İdeolojik mimarinin ve tasarımın en bilinen örneği Naziler olarak aklımıza gelir. Gücün simgesi olan dikey mimari yerine daha kırsal bir yaklaşım ile yatayda büyüyen ve beklenmedik bir biçimde uzayıp giden yapılar, düz çatılar, tekdüze denebilecek ve tekrar eden detaylar, pencereler, dekoratif unsurların olmayışı gibi özellikleri olan bu yapısal dil, rejimin kendisi kadar resmidir. Tasarım dili ve kullanılan malzemelerin, renk ve dokuların bütünlüğü bu resmiliği sağlar, böylece siyaseti yani yönetimi, sıradan insanların günlük yaşamlarından keskin bir biçimde ayırır; toplumu tasarım aracı ile değersizleştirir.

Bir arada yaşayan insanlar söz konusu olduğunda fiziki çevrenin yapılandırılması da politika ya da siyaset kadar elzem bir kavram. Tasarım ve mimarlık, politika ile tam da burada ayrılmaz bir biçimde iç içe geçiyor. Yapılı dünyayı irdelediğimizde kırsalın ve kentin ayrı ayrı politikaları olabilir; olmasını da beklemeliyiz ancak siyasi duruş ve ifade tek olduğunda, farklı politikaların pek de önemi kalmıyor. Yapı siyasetin aynası olarak her fırsatta yeniden yansıtıcı rolü üstleniyor


HİTLER’İN ‘YAPICI’ YAKLAŞIMI
Nazi mimarisindeki sadelik, düzenlilik, sağlamlık ve sonsuzluk ona bir anıtsallık kazandırmaktadır ve bu zaten Nazi partisinin topluma aşılamak istediği değerler bütünüdür. Hitler’in yapısal çevreye dair kendi görüşü ise işlevsellik üzerine kuruludur. Ari ırk olduklarına inandığı Romalıların anıtsal estetiğini beğense de rejimi boyunca yapılmasını istediği yapılar, örneğin Prora-Rüngen kampında olduğu gibi salt işlev odaklıdır. 20.000 Nazi’nin aynı anda tatil yapmasına (ve elbet bu tatil sırasında Nazi idealinin ve bağlılığın pekiştirilmesine) imkân verecek biçimde tasarlanan bu yapının inşaatına 1936 yılında başlanmış, ancak 1939 da savaşın patlak vermesi ile durdurulmuştu. Hitler bu yapıyı yaptırırken, sadece bir yapı değil, işçi sınıfının tatilini de tasarlamıştı. Yapının ortasında yer alan 20.000 kişilik ortak etkinlik alanında buluşmalar, her köşeyi kaplayan ses sistemleri ile belirlenecek olan denize giriş, çıkış senaryoları da bu tatilin bir parçasıydı. Naziler burada hiçbir zaman öngörüldüğü biçimde bir araya gelemediler. Bu 4.5 km lik devasa yapı günümüzde oteller ve lüks konutlardan oluşan bir turistik merkez olarak kullanılıyor; amacı aynı gibi görünse de değişen siyasi görüşler sonucu, yapının kullanım biçimi de, kullanıcılarının bakış açısı değişmiş görünüyor.

TOPLUMUN GELİŞİMİ
İÇİN YAPI
Yönetim kendisini ne kadar güçlü ve görünür kılmak isterse, aslında topluma ait olan, (özünde topluma ait olması gereken de denilebilir) fiziki çevreye de o kadar çok müdahele ediyor. Kendi ideolojileri, değer zincirleri bütününde bir yapılı çevre yaratarak, bu yapma işini siyasetinin önemli bir aracı olarak kullanıyor.
Antropolog Peter Wilson, The Domestication of the Human Species isimli kitabında mimarlığın, daha konsept aşamasından itibaren dünyayı algılamamızda nasıl da önemli

bir yere sahip olduğundan bahseder. Toplumlar kavramsal tasarımlarını gerçekleştirdikçe sadece yapılarını değil; sosyal normlarını da inşa eder, kendi kültürlerini ifade etme olanağı bulurlar. Toplumların yönetimi tekelleştikçe, bu inşa bütünü, tersine dönerek yöneticinin gücünün ifadesi olarak yer bulur, ama bana göre oldukça tek sesli ve zavallı bir hal de alıverir.
Bugün yapay zeka gündemi için önemli bir yeri olan CA (cognitive architecture), Bilişsel Mimari teorisi de insan-mekan algısı üzerine yoğunlaşan bir temele sahiptir. Bu teoriye göre insanlar kentsel bağlamı, o çevredeki mimari ve tasarım özelliklerine göre farklı biçimlerde algılar ve yorumlarlar. (Hollander-Foster, 2016). Çevresel yapılanmanın görsel olarak üstün, nitelikli ve başarılı olmasının insanların sağlıklı ve “iyi olma” hali üzerinde büyük etkisi vardır. (Wadley-Gore, 2016). Ann Sussman ve Justin B.Hollander, insanların beyin dalgalarının yapısal çevreye gösterdikleri tepkileri ölçerek, bilişsel mimari kavramını, sadece sanal mekan kurguları için geçerli bir kavram olmaktan çıkarmış, insanların mekan içerisindeki davranışsal özelliklerine ve kişisel gelişimlerine dair bir bilim dalı olarak konumlamıştır.
YAPIYI ‘YAPTIRMAK’!
İlkel insanlığın amaç odaklı mimari yapıları, toplumlar geliştikçe “idea” üzerine inşa edilir olmuş. Bu genel bilgiden hareketle yine tersten bakıp, düşünsel özellikleri ve fikri olmayan yapıların mimarlık değil; ilkellik olduğunu da belirtmek mümkün olabilir. Dikkat ederseniz bizlere çirkin gelen veya gelmeyen, estetik olarak nitelikli olan veya olmayan, ideolojik olarak inşa edilmiş veya edilmemiş olan ayrımı yapmıyorum. Sadece belirli bir düşünme eylemi içeren, tutarlı bir fikri olan yapısal çevreden bahsediyorum. Mimarlık ve tasarım bu mesai üzerine inşa edilir. Herhangi bir yapılmıştan, mimarlığı ve tasarımı ayıran onun fikri üstünlükleridir. Sonucun beğenilip beğenilmemesi yukarıda da bahsettiğim gibi bireylerin eğitimlerine, kültürel köklerine, gelişmişliklerine, tarihi yargılarına ve duygusal kavrayışlarına göre farklıdır; bu çerçevede de görecelidir.
Diğer yandan fiziki çevrenin yapılanmasında, ortaya çıkan sonuç kadar elbette o yapma işi de önemlidir ve liderler için bu iş gücünü koordine etmek ve yönetiyor olmak onların kudretlerini perçinleyen ve onlara prestij sağlayan bir unsurdur. Toplumların gelişmişlik oranına göre bu iş gücüne verilen paye de artar. Makine ve teknoloji çağında, önceki yüz yılların aksine bir iş için ne kadar az sayıda insan ve ne kadar az zaman kullanılıyorsa, o derece takdir görür olsa da bu çokluk hala kimi otokratlar için bir göstergedir.
Herodot 100.000 olarak belirttiyse de 30 bin kadar işçinin piramitlere 2.5 milyon taşı hayatları pahasına taşıyarak işlemiş olması, bu yapı için mimari özellikleri ile başat giden bir üstünlük olmuştur yapımından bu yana. Hitler de 9000 işçi ile Prora kampının inşaatına başladığında, işçi sınıfı kuşkusuz, kendilerine tatil beldesi inşa eden yöneticilerinin siyasetinden pek memnun olmuşlar; bu görkemli girişimi diktatörün artı hanesine yazmışlardır.


Günümüzde tasarımın politik gücün bir göstergesi olarak ortaya çıktığı ve takdir gördüğü toplumlar daha çok bu türden bir kudret arayışı içerisinde bulunan, kendileri için aslında politikacı değil siyasetçi arayan kitlelerdir. Üzülerek belirtmeliyim ki politikacı yerine siyasetçi aramak, tam da bu kelimelerin anlamları ile ifade ettiklerine bakarsak bir tür az gelişmişliktir. Tasarım ve mimari yaklaşımlardaki sonuçlar da bu ilkellik- gelişmişlik çizgisinde seyreder durur. Örneğin paraya ve maddiyata dayalı bu güce sonradan sahip olmuş ve hatta bunu biraz da haksız yere kazandığını düşündüğünden her an kaybedebileceğine inanan kişilerin evleri, çokça gösterişli biçimde tasarlanır, giysileri göz kamaştırıcıdır. Gerek estetik yaklaşımlarda gerekse kullanılan malzemelerde bu durum alenidir. Serveti kalıcı olan, maddiyatla ilgili bir kaygısı bulunmayan kişilerin giyimlerinden kullandıkları arabalara, yaşadıkları mekanlardan ofislerine tasarım tercihleri olabildiğince yalın ve gösterişsizdir. Bu kişilerin tasarımla olan bağları daha çok kültürel değerlerine, yaşam zevklerine, uzun ömürlülüğe, yani kaliteye, kullanım kolaylığına göre tanımlanır.

Günümüzde tasarımın politik gücün bir göstergesi olarak ortaya çıktığı ve takdir gördüğü toplumlar daha çok bir kudret arayışı içerisinde bulunan, kendileri için aslında politikacı değil siyasetçi arayan kitlelerdir. Üzülerek belirtmeliyim ki politikacı yerine siyasetçi aramak, tam da bu kelimelerin anlamları ile ifade ettiklerine bakarsak bir tür az gelişmişliktir. Tasarım ve mimari yaklaşımlardaki sonuçlar da bu ilkellik-gelişmişlik çizgisinde seyreder durur.


“YAPTIM OLDU” SİYASETİ
Aynı şekilde, bir varlık savaşımı veren kentlerin ve mekanların ne çok aydınlatıldığına tanık oluruz kimi zaman. Kent bile, kendine, tarihine, insanına bir güven duyuyorsa az parlamak ister. Köprüm var diye halatlara, havuzum var diye fıskiyelere yanar döner lunapark ışıkları takmak; parkım, bahçem var diye ağaçları yeşil ışıkla boyamak, suç oranını azaltmak için sokakları gündüz kadar aydınlatmak işte hep bu olmayan gücün tasarım yolu ile kurgusudur ve toplum üzerinde benzer biçimlerde algı yaratırlar. Bu çözümleme saraylara, otoyollara kadar gider ki, bu yapılar siyasetçinin en sık başvurduğu klişelerdir.
Sevindirici haber şu ki, gelişmiş toplumlar, dönüşen çağımız politikaları doğrultusunda siyasi yapılara geçmiş yüz yıllardaki değeri vermiyor; aksine bunu görgüsüzlük, gereksizlik ve israf olarak nitelendiriyorlar. Kentlerini, yapılarını aydınlatırken öncelikli olarak doğaya, gece yaşayan canlılara saygılı davranmayı, ışığı bir gereksinim olarak kullanmayı benimsiyorlar. Kişisel egoyu yansıtan yapıların yerine kamusal yapıların inşası, yeniden gittikçe önem kazanan bir değer olarak politikacılara daha çok güç katıyor. Çocuklar için yuva, gençler için spor salonu, yaşlılar için park inşa etmek bugün bir sarayın inşaatından toplum nezdinde daha çok itibar sağlıyor. Bu böyle olsa da yapısal çevre siyasetin bir aynası. Bir arada yaşam için ortak değerler ve kurallar etrafında toplanıp, katılımcı politikalar istemeyenler, yani aciz bir bebek gibi tepelerinde onları eğitecek, tımarlayacak, temizleyecek, bakacak, önlerine yemek koyacak bir siyasetçi isteyenler tasarım ve mimari özellikleri ne olursa olsun, yapılana “yapılmıştır” diyerek alkışlamaya devam ediyorlar.
Çevrenize bakın göreceksiniz: Ne kadar parlak o kadar kudretli, ne kadar büyük o kadar iktidar sahibi. Yaptım oldu siyaseti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi