Tutkunun dibine battığım bir dönemin şarkıları bu şarkılar

Ahmet Ali Arslan, bu yıl yayınlanacak “Yangı” adlı yeni albümünün ilk şarkısı “Oyun”u tüm dijital platformlarda dinleyiciyle buluşturdu. Arslan’ın alışılageldik tarzının dışına çıkarak, nispeten “sınırlı” bir şekilde kafasına göre takıldığı şarkı, çocukluk döneminin oyunlarıyla aşkın masumiyetine yaklaşıyor. Bağımsız sahnenin başarılı kadın sanatçılarından Gülinler’in de back vokalde yer aldığı “Oyun”u ve birçok şeyi Ahmet Ali Arslan’la konuştuk.

 

Hakkında okuduğum en isabetli yorumu, Ekşi Sözlükteki editöredit” adı kullanıcı yapmış. Şöyle diyor: Rakı açtıran indie müzik.” Bu yorumla ilgili dört yıl önce Wannarttan da bir soru gelmiş sana. Gönlünüze göre olsun,” diyorsun o röportajda yaptığın müzik için. Müziğin ana eksende bir kategoriye oturtulma faslını çoktan geçtik ve sanırım hem müzisyenler hem de dinleyiciler bu konudan şikâyetçi değil. Belirleyici unsuru da sanırım bunun gibi iç içe geçmiş yorumlar oluşturuyor. Sen bu yorumu nasıl yorumlarsın? Ve görüşlerime katılır mısın?

Zamanında hoşuma gitmemişti. O ara Klasik Türk Müziği’ne çok ilgim vardı ve onun (dolayısıyla müziğimdeki nağmelilikten benim) o fasıl/rakı çerçevesine sokulmasına gıcık oluyordum. Hoş, olmasaydım bambaşka renkte bir kariyerim olabilirdi. Şu an bu kadar sıcak bir konu değil benim için. Zaten müziğim de değişti, şu anda bir içki açacak olsanız belki rakıdan ziyade viskiye gidebilir eliniz. Yine tartışılır tabii, ben nağmeli, efkârlı tınılardan biraz daha basit, direkt ve sert bir üsluba geçmiş gibi hissediyorum, özellikle bu albümle. Aslında janra konusu bence bir hayli aktif. Çok da yakından takip etmiyorum ama bir janranın sınırlarına sığan müzikler maceracı üretimlere göre çok daha iyi iş yapıyor sanki. Ben artık kendi müziğim için gelen her şeyi kabul ediyorum, müzik yayınlandıktan sonra dinleyenindir zaten - ister rakı açın, ister viski. Yarasın!

 

Wannarttaki aynı röportajda, Senelerdir görmezden geldiğim karanlıkları da keşfettikçe paylaşmaya başladım yakın zamanda,” diyorsun. Dört yıl öncesinden gelen bir cevap ancak yine sormak isterim: Bu karanlık tarafların neler veya nelerdi? Deşeledikçe neler çıkıyor ve bunun senin üzerindeki yansıması nasıl oluşuyor?

 

Bakayım dört yıl önce ne yayınlamışım. “Mor” için söylemişim muhtemelen. İnsanın gölgesiyle barışması uzun bir süreç, hiç bitmiyor. Muazzam bir maden burası, eğer dramayı abartmadan karanlığını bir hediye, yaşayabileceği ona özel bir hikâye olarak görürse insan oradan çok beslenebiliyor. O dönemde belli ki “her sevinin altından” sızmanın yolunu bulan yalnızlığımla barışma sürecindeymişim. Bu ara bambaşka yerlerdeyim. “Oyun” albümdeki yüksek ve tatlı şarkılardan, karanlık tarafta da sürprizlerim olacak. Tutkunun dibine battığım bir dönemin şarkıları bu şarkılar.

 

İlk profesyonel çalışman Su Akar Deli Bakar”ın üzerinden 9 yıl geçmiş. Hem nitelik hem de nicelik olarak iyi yol kat ettiğini düşünüyorum. Sen işlerin bu yönde gelişeceğini öngörmüş müydün? Kafanda bir yol haritası var mıydı?

 

Teşekkür ederim. Hayır, açıkçası yaratıcı anlamda nereye gider hiç önden düşünmedim. O dönemde söz yazarlığında bir üslubum olsa da müzikteki ahenk benim için çok daha öncelikliydi. Şimdi hem söz hem müzikle hikâye anlatma arzusu biraz daha önde. Bir de bahsettiğimiz gibi rakıdan viskiye bir istikamet oldu… Hiçbiri planlanmış değil. 10 sene uzun bir süre. Ben çok değiştim, müziğim de benle değişecek mutlaka. Önümüzdeki 10 sene de umarım böyle olur. Bir bakmışsınız punk albümüne giriyor, elektronik müzik yapıyorum. Düşündüğünüzden daha yakın olabilir.

İki yıl önceki Kumrular Gibi”den sonra yeni şarkın Oyun”u yayınladın. Oyun”un birçok şarkına nazaran farklılığa en fazla göz kırpan” çalışman olduğunu düşünüyorum. Var mı bir hikâyesi? Nasıl ortaya çıktı? Gülinlerle nasıl bir araya geldiniz?

 

“Oyun” aşağı yukarı üç senelik bir şarkı. Uzun süre akustik gitarda tek çaldım. Sonra senelerdir benimle olan grubumla toplaşıp birlikte düzenledik. Ben zaten bir iki senedir ayakta çalıyorum. Müziğin biraz daha hafif ve diri bir yere gitmesini istedim, hayatta öyle bir yerdeyim çünkü. Bizimkiler de muhteşem adapte oldular. Birlikte çalması da kaydetmesi de çok eğlenceli oldu. Elektrik gitarda Ozan Sarohan, bas gitarda Ozan Kısaparmak, davulda da Rana Uludağ var. Çoğu şeyi birlikte çaldığımız gibi bıraktık. Üzerine minik bir klavye dokunuşu ve sonra Gülinler. Gülin’le ilk kez Hood Base’in düzenlediği Beatles tribute gecelerinden birinde tanıştık. Kırmadı beni, iyi ki var kendisi. Bütün kayıt boyunca dans etti, ne acayip bir enerji.

 

 

 

 

 

 

Şarkının retro bir atmosferi zaten var ama özellikle senin ve Gülinlerin vokal üzerinde ayrıca durup durmadığınızı merak ettim. Hafif davullar, senin koyu sesin, Gülinlerin üzerine parlayan ışığın altındaki tepeden sarkan mikrofonla hafiften salınarak eşlik ettiği zarif vokali, bir salon ortamında çekilmiş siyah beyaz bir klip… Bunlar canlandı gözümde direkt. Senin kafanda neler vardı?

 

Kapakta Burçin Esin’le çalıştık, bence acayip oldu. Bahsettiğin retroluk biraz orda da hissediliyor. Zaten öyle bir mekânda yaptık ki albümün çekimlerini, mekanın her köşesinden malzeme çıktı. Serdar Ateşer’e teşekkürler buradan. Dahası da yolda. Belki orada bir canlı video serisi yaparız…

 

Oyun”da aşkı çocukluğun masumiyetine sırtını yaslayarak anlatıyorsun. En saf, temiz zamanlar. Yenilgi” de dahil oyun”un içine. Kaybetmenin” temize çekilmiş hâli. Ve oradan çıkan yeni bir “şey” var. Nasıl tanımlarsın onu?

 

Aslında oyunda yenildiğinde kaybın yoktur. Oyun tanımı gereği eğlence için yapılır. Yenilgiyi kayıp olarak değil de dansın bir parçası olarak gördüğünde o çocuksu masumiyet yetişkinde bir anda seksi bir oyunculuğa dönüşüyor. O bize bazen haz veren minik sınır ihlallerini yıkıcı olmayan bir oyun gibi yaşamak var. İnce çizgilerde dolaşıyoruz, ama aşk risksiz olmuyor. Marifeti tatsız bir sıkıcılığa katlanabilmekte değil sportmenlikte aramalı.

 

Oyun”, bu yıl içinde yayınlanacak Yangı” albümünün ilk şarkısı. Albümle ilgili ne kadar ipucu veriyor?

 

Bu albüm çok tahmin edilebilir bir albüm olmadı. Her şarkının kendine has bir ses dünyası var. Ben de saldım kendimi, şarkı ne isterse oraya gidiyorum. Bu şarkılar hikâye olarak bende bir birlerine çok yakınlar. Birini elektronik yapsam, biri rock, biri ballad olsa bile görsel kimlikle birlikte bir arada durabilecekler. Çünkü hepsi aynı çeşit, aynı renk bir tutkuyu içeriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi