İbrahim Uslu
Siyasi ittifak mı, kartel mi?
Mart 2018’de yürürlüğe giren bir yasal düzenleme ile siyasi partilere ittifak yaparak milletvekili seçimine birlikte girme imkanı tanındı. Yasaya göre, seçimlere katılma yeterliliği taşıyan siyasi partiler, artık kendi aralarında ittifak kurabilecekti. İttifakın toplamda seçim barajını aşması durumunda ise ittifaka üye partilerin tamamı barajı aşmış kabul ediliyordu.
İttifak yasasının siyaseti nasıl etkileyebileceğine dair başlangıçta kimsenin pek bir kanaati yoktu. Zaten yasa sadece milletvekili seçimini kapsıyordu, cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimlerle ilgili bir düzenleme de içermiyordu. Dolayısıyla oy oranı yetersiz partilerin barajı aşmasını sağlamanın dışında yapısal bazı sonuçlar doğurabileceği konusunda ciddi bir tartışma yaşanmadı. Meclis’teki tartışmalarda da bu düzenlemenin AK Parti ve MHP’nin daha çok milletvekili çıkarmasını sağlamaya yönelik bir siyaset mühendisliği olduğu ileri sürülüyordu. İttifak düzenlemesini yasalaştırmaya çalışan iktidar kanadı da muhtemelen muhalefetin kendi arasında bir araya gelmesinin fiilen mümkün olmadığı ve dolayısıyla kendilerinin bu işten kârlı çıkacaklarını düşünüyordu.
2018 Genel Seçimlerinde önce Cumhur İttifakı kuruldu, arkasından da Millet İttifakı siyaset sahnesine çıktı. Fakat kamuoyunda, yasal düzenlemeye konu olan milletvekili seçimi için yapılan ittifaklar değil, yasanın kapsamı dışında kalan cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik “de facto” ittifaklar tartışıldı. Gerçi sürecin sonunda sadece Cumhur İttifakı ortak bir cumhurbaşkanı adayı gösterebildi. Muhalefet partileri ise bir isim üzerinde uzlaşamadı ve her parti kendi adayını çıkardı.
İttifaklar ve Siyaset Mühendisliği
2018 Genel Seçimleri ile birlikte ittifak kurumunun siyaset üzerindeki kalıcı etkileri görülmeye ve anlaşılmaya başlandı. Evet, öngörüldüğü gibi İYİ Parti, TİP, Saadet ve DP gibi barajı aşamayan partiler Meclis’e girmişlerdi. Ama bundan daha önemlisi 295 sandalyede kalan AK Parti, MHP’nin ittifakı seçimden sonra da sürdürme kararı sayesinde 335 sandalyelik desteğe ulaştı. Seçimde yüzde 42,5 oy alabilen AK Parti’nin adayı Erdoğan ise yüzde 52,5 oy oranı ile ilk turda seçilebildi.
İttifak kurumunun ilk uygulandığı seçimde AK Parti ve MHP ikilisinin kurguladığı siyaset mühendisliği işe yramış ve iktidar bloku bütün siyasi hedeflerini gerçekleştirmişti.
Aylar sonra gerçekleşen yerel seçimlerde roller değişecekti. CHP ve İYİ Parti birçok önemli seçim çevresinde ittifak yasasında olmayan de facto bir iş birliği gerçekleştirmiş, o dönemde HDP de dışarıdan destek vermişti. Gerçi Cumhur İttifakı da yerel seçimlerde iş birliği yapmıştı ama bu kez kazanan muhalefet olacaktı. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere 11 büyükşehir belediyesi muhalefetin desteklediği adaylar tarafından kazanıldı.
İktidarın silahı elinde patlamıştı. Bu seçim sonuçları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı endişelendirmişti. Çünkü muhalefetin arasındaki iş birliğinin devam etmesi durumunda bir sonraki genel seçimlerde işinin 2018’deki kadar kolay olmayacağını düşünüyordu. İlk hamlesini yerel seçimlerden birkaç hafta sonra yaptı ve 18 Nisan’daki Memur-Sen toplantısında “Türkiye İttifakı” çağrısını dillendirdi. Ancak ortağı kendisiyle aynı fikirde değildi.
21 Nisan günü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yaptığı açıklamada “Türkiye İttifakı'ndan bahsetmek kafamızdaki soru işaretlerini çoğaltmıştır... Bizim ittifakımız cumhurladır, bizim ittifakımız AKP'li kardeşlerimledir. Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye İttifakı ile neyi kastettiğini elbette bilemeyiz… Bizim inandığımız Cumhur İttifakı'dır. Bizim amacımız milli bekayı sonuna kadar yaşatmaktır. Cumhur İttifakı'na yönelik sabotajlara fırsat vermemektir” ifadelerini kullandı.
Bahçeli’nin açıklamasıyla aynı gün Ankara Çubuk’ta yaşanan Kemal Kılıçdaroğlu’na linç girişiminden sonra Türkiye İttifakı projesi başlamadan bitmiş oldu ve ülke büyük ölçüde iki kutuplu bir siyasi rekabet arenasına dönüştü.
Her iki taraf da 2023 seçimlerine giderken işi sıkı tuttu. İktidar kanadı ittifak düzenlemelerinde ve seçim kanununda bazı değişiklikler yaparak muhalefete avantaj yaratacak unsurları temizlerken öte yandan da son dakikaya kadar Cumhur İttifakı’nı yeni transferlerle büyüttü. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha 2020 sonlarında dillendirdiği “Her şey gibi muhalefetin de yerli ve millisini ülkemize kazandırmak inşallah bize nasip olacaktır” arzusu da süreç içerisinde gerçekleşti ve yeni partiler siyasi hayatımıza girmeye başladı.
Muhalefet ise önce parlamenter sistem esasına dayalı bir yeni anayasa üzerinde uzlaştı ve bu iş birliği süreç içerisinde Altılı Masa olarak isimlendirilen yeni bir ittifak oluşumunu doğurdu. Muhalefet bu kez sancılı bile olsa bir ortak cumhurbaşkanı adayı çıkarmayı başardı aynı zamanda da ittifakını genişletebildi.
Her ne kadar cumhurbaşkanlığı yarışı ilk turda bitmediyse de neticede Cumhur İttifakı 2019’un rövanşını aldı ve 2018’de olduğu gibi bütün siyasi hedeflerini gerçekleştirdi.
PEKİ YA 2024 VE SONRASI?
Yerel seçimlere sayılı günler kala işler iktidar açısından yolunda giderken, muhalefet tamamen atomize olmuş durumda. Tek iş birliği olasılığı CHP ile DEM Parti arasında kısıtlı bazı seçim çevreleri için söz konusu olabilir ama an itibariyle henüz bu konuda da net bir fotoğraf ortaya çıkmış değil.
Dolayısıyla ittifak düzenlemesinin sisteme girmesinden bu yana ilk kez olarak taraflardan biri yarışa ittifakla girerken, diğer partiler kendi başlarına yarışmak durumunda kalacak. Birçok seçim çevresinde henüz tüm adaylar belli olmadığı ve yapılan anketlerde de katılımcılar eski alışkanlıklarla yanıt verdikleri için, siyasetteki bu asimetrik durumun ne tür sonuçlar doğurabileceği hakkında yeterli farkındalık oluşmadı. Ama şubat ayının ortalarında tüm adaylar netleşip, anketlerde daha doğru ölçümler yapılmaya başlayınca bu asimetrinin olası sonuçları daha iyi öngörülebilecek.
MHP lideri Bahçeli’nin “HEDEP demek CHP demektir” çıkışında resmetmeye çalıştığı gibi; muhalefet blokunda yer alan İYİ Parti, Zafer Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA gibi sağcı partilerin CHP’yi yalnız bırakmaları nedeniyle, yerel seçimlerden sonra iyice netleşecek yüzde 65-35 orantısızlığındaki sağ-sol bölünmesi, siyasal alanın yeniden şekillenmesi sonucunu doğurabilir.
Bir başka ifadeyle, 1 Nisan sabahında;
- İstanbul ve Ankara da dahil olmak üzere siyasi hedeflerini gerçekleştirmiş ve yüzde 50’nin rahatlıkla üzerindeki bir oy oranına ulaşmış Cumhur İttifakı,
- Toplamda yüzde 10’un üzerinde oya sahip ve sol ile iş birliği yapmayı reddeden sağcı partiler,
- Kampanya süreci boyunca şeytanlaştırılmış, ötekileştirilmiş ve oy oranları itibariyle iktidarla rekabet etmesi mümkün olmayan sol partiler,
şeklinde bir siyasi tablo oluşabilir.
Böylesine bir bölünme, aslında sağ siyasetin hızla kartelleşmesi sonucunu doğuracaktır. Burada karteli ekonomideki anlamıyla kullandığımızı açıkça belirtelim. Bilindiği gibi kartel, birbirinden bağımsız şirketlerin, daha çok kazanç elde etmek ya da rekabeti ortadan kaldırmak gibi amaçlarla kurdukları birliktir. Piyasada artık rekabet söz konusu değildir, belirli sayıda şirket bir araya gelerek alacakları kararlarla piyasayı yönetirler.
Çok partili döneme geçildiği günden bu yana demokrasimizde çeşitli sorunlar yaşanmakla birlikte, partiler arasında her zaman rekabet söz konusu olmuştur. Ancak önümüzdeki süreçte matematiksel olarak iktidarın değiştirilebilme olasılığının kalmadığı, muhalefet partilerinin bir kısmının da iktidarla uzlaştığı bir siyasi kartel yapısı kurulması olasılığı var.
Sadece altı yıl süren bir süreç sonunda ittifak kurumunun, siyaset sosyolojisinin ve tarihsel tortuların yarattığı uygun atmosferin sunduğu avantajlarla bir siyasi kartele dönüşme riskine karşı, demokratik rekabete değer veren herkesin dikkatli olması gerekiyor.