Selin Nasi
Bodrum’un iki yüzü
Yan masada kalabalık bir grup o akşam eğlenmeye gelmiş. İçkiler dolup boşalıyor. Masanın ucunda oturan iki adam tüm mekânın duyabileceği yükseklikte-belki de bilhassa duyulmasını istediklerinden- teknelerinin boylarını yarıştırıyorlar. “24 metre miydi seninki? Yenisini sipariş ettim ben. 33 metre. Ama yetiştiremediler. Seneye artık.” Yaşla birlikte kıyaslananlar değişse de ölçme tutkusu baki kalıyor anlaşılan. İçlerinden bir tanesi mekânın işletmecisini kolundan yakalıyor. “Doğancım, barda en ön masayı ayarladın bize değil mi? Bak, istek parçası yapıp yengenin gönlünü alacağım. OK? Adamsın!...”
Türkbükü sahildeyiz. Akşamüzeri bir anne çocuğuyla dondurmacının önünden geçerken, çocuğun canı çekiyor. Kadın tezgâha yaklaşıp servis veren elemana bir şeyler soruyor. Eleman, “Ablacım, yapamıyoruz. Bak yazdık buraya da okuma yazman yok mu?” diyerek tersliyor kadıncağızı. Kadın oğluna dönüp “Şimdi üzerimde o kadar para yok, annecim, akşam yemekten sonra geliriz olur mu?” diyor. Çocuğun yüzü gölgeleniyor. Bunu fark eden anneninse gölgesi küçülüveriyor birden. Birlikte yürüyerek uzaklaşıyorlar. Tezgâhın arkasına asılmış tabeladaki yazıyı okuyorum: “Dondurmayı tatmak ve yarım yarım yoktur.”
Tatil yazısı dediğin tende kuruyan deniz tuzu, biraz kum, biraz güneş yanığı, gölgede şezlong rehaveti ve yakamozdan bahsetmeli. Maalesef içinden geçtiğimiz şu zorlu ekonomik koşullarda bu pek mümkün olmuyor. Son birkaç yıldır Bodrum’a taşınan akrabalarımızla bir arada olmak için yaz tatilimin bir kısmını orada geçiriyorum. İstisnasız hemen her ortamda konuşulan tek konu hayat pahalılığı. Geçen yazın gündemi kirazın kilosuydu. Hani meyve bollaştıkça fiyatı düşer, fakat arttıkça artıyordu. Bu sene fiyat mevhumunu tümden kaybetmenin paniği içinde insanlar. Diyeceksiniz, “Halkın yüzde 60’ı tatil yapamıyor. Oraya kadar varabilmişse, krizden şikâyet etmesin.” Haklı olabilirsiniz. Ama ekonomik kriz aslında tüm kesimlerin hayat standardını geriletiyor. Orta sınıfın nasıl daraldığını, gelir uçurumunun nasıl derinleştiğini rahatlıkla gözlemleyebileceğiniz yerlerden biri Bodrum.
Adeta iki ayrı dünya var. Birine her gün bayram. Diğerine bayramın gelişi külfet. Bodrum, ayrı dünyaların insanlarının birbirlerine değmeden yaşayacakları şekilde bugüne dek büyümesini sürdürdü. Önümüzdeki dönem, yalnızca alım gücü yetenlerin faydalanabileceği, geri kalanların dışlanacağı veya gettolaşacağı bir yer haline gelecek. Hatta bu süreç çoktan başladı bile.
Geçenlerde Bodrum’u Monako ile kıyaslayan bir yazıya denk geldim. Bu zamana dek hep Yunan adaları ile kıyaslamalar yapılırdı. Herhalde hâkim sınıfın altın varaklı dekorasyon zevkinin, doğayla uyumlu sade ve otantik anlayışa galip gelmesi, ‘sezonda ne koparsam kâr’ mantığına göre fiyatlandırma ısrarı ve karşı yakanın deniz ürünlerini işleme becerisi karşısında bu kıyaslamadan vazgeçilmiş görünüyor.
Bu kez, lüks otelleri, gurme restoranları, şaşalı yat marinası ve pırıltılı gece hayatıyla Bodrum’un giderek Monako’ya benzeme yolunda olduğunu- biraz da takdirle ele alıyordu- yazar. Şuna katılıyorum. Türkiye’deki tatil tesislerinin büyük bir bölümü yurtdışındaki benzerlerinden aşağı kalmayacak kalitede hatta pek çoğu daha konforlu. Ancak Bodrum’un önündeki model – her ne kadar Fransız Rivierası’nın gözde uğrak yerlerinden olsa dahi- marinaya sırtınızı verdiğinizde tepelerinde yeşil görmekte zorlandığınız aşırı yapılaşmış, şehir devlet Monako mu olmalı? Doğrusu bundan emin değilim.
Kaldı ki, yazları aşırı kalabalıklaşan, su, kanalizasyon ve elektrik altyapısı artan nüfusa hizmet vermekte zorlanan, giderek genişlediği için trafik keşmekeşini bir türlü çözemeyen Bodrum’un sorunları saymakla bitmez. Buna rağmen yapılaşma son sürat devam ediyor.
Üstelik yalnızca Bodrum’da değil, Türkiye’nin sahillerinde denize girme hakkı giderek azınlığa mahsus bir ayrıcalık haline gelmiş durumda. Oysa pek çok Avrupa ülkesinde,- insanca koşullarda -havlunuzu alıp herhangi bir giriş ücreti ödemeden denize girmeniz, plajda gününüzü geçirmeniz mümkün.
Bayram üzeri Türkbükü’nde halk plajının açılışının yapıldığı haberi düştü gazetelere. İlginçtir. Aslında yıllardır hizmet veriyor o plaj. Neden şimdi haber olmuştu anlayamadım. Ama bilmeyenler için biraz anlatayım, gözünüzde canlansın. Türkbükü halk plajı, hani mirasta payınıza düşse talip olmayacağınız bir yerde, dere çıkışının hemen yanında yer alır.
Öyle Çeşme’nin Ilıca plajı gibi geniş bir alan düşünmeyin. Plajda doğru dürüst kum da olduğu söylenemez. Sahil boyunca denize girilen alanlarda mahremiyet sağlaması amacıyla bitkilerden set oluşturulmuşken, burası kabak gibi ortadadır. İşin kötüsü, plaj bitiminde başlayan yürüme yolunun hemen gerisinde mezarlık bulunur. Tıpkı plaj gibi mezarlığın çevresinde de herhangi bir bitki peyzajı olmaması denize girip gündelik yaşamın sıkıntılarını unutmaya çalışan fanileri düşündürmek için mi böyle bırakılmıştır, bilemiyorum. Hayat ölüme galebe çalarcasına, akşamları mezarlığın diz boyu duvarı önünde sokak satıcıları, çalgıcılar, baloncular sıralanır.
Plaj ve mezarlığı köşeleyen bir de kafe vardır. Derenin ikiye böldüğü Türkbükü sahilini birleştiren köprü geçen sene yenilendiğinde kafeye şık sandalyelerle, masif ahşap masalar koymuşlardı. Bu sene bir sebepten kontrplak olanlarıyla değiştirilmiş. Hani insanların hayatını bir nebze güzelleştirme, bir parça estetik kılma güdüsü yok. Yine de sahil boyunca pek çok insanın bütçesine göre yiyip içebildiği tek yer olması sebebiyle plajın kafesi günün her saati kalabalık.
Haydi plajdan çıktınız, şöyle bir hava alayım dediniz…Eskiden Arnavut kaldırımı taşlarıyla döşeli olan sahil yürüme yolu biteviye beton kaplı. Çirkinliğini geçtim. Yazın sıcağında güneş çarpıp yüzünüze vuruyor. Yağmur yağsa, drenaj ayrı sorun.
Esnafa sorarsanız, dertli. Sadece bu bayram yerli turist pek gelmediğinden değil. Yazlıkçıların pek çoğunun yazlığı açmanın masraflı oluşundan ötürü mülkünü kiraya verdiğini, bunu yapamayanlarınsa kışlığında oturmayı tercih ettiğini söylüyorlar.
Haksız sayılmazlar. Bir taraftan site aidatları el yakıyor. Pazarlarda satılan ürünler hem kalitesiz hem de marketlerle aynı fiyat. Evine gelen yazlıkçının bütçesi dışarı çıkıp eğlenmesine el vermiyor. İnsanlar vakit geçirmek için, müze gezercesine Yalıkavak Marina’yı geziyor, ait olmadıkları dünyanın insanlarının nasıl yaşadıklarını gıptayla izleyip evlerine geri dönüyorlar.
Bir tarafta sahip olduklarını göstermek ve görünmek için can atanlar; beri tarafta görünmez kılınanlar… Bodrum, ilk gruba hitap edecek şekilde genişlerken, emeklilikte sahil kasabasına yerleşme hayaline uygun bir yer olmaktan çıkıyor.