İskender Özturanlı
Zaten reform dediğin nedir ki..
Türkiye nicedir derin bir ekonomik krizin içinde. Bu kriz salgın sırasında bir bunalıma dönüştü. Bu dönemin bir özelliği de, büyük bir finansallaşma ve varlık fiyatlarındaki artışın derin bir ekonomik eşitsizliğe yol açmasıdır. Bu anlamda, krizin sadece konjonktürel dalgalanmalardan kaynaklandığını, ülkeye sıcak para girişiyle bu krizin üstesinden hemencecik gelineceğini sanmak ise siyasetin de aslında elini zorlaştırıyor. İşin ilginç tarafı iktidar da muhalefet de çözüm yolu olarak sıcak paranın gelişiyle her şeyin çözüleceğini zannediyor. Bu tartışmanın başka boyutları da var elbette, ilerleyen yazılarımda buna değineceğim. Tamamen, finansallaşma ve borçlanma ağırlıklı, derinliği kaybolmuş, üretmeyen ve kendi kaynaklarını sürekli aşındıran bir ekonomik ortam, vatandaşın sırtına yüklenen ve her bunalım anında arttırılan, doğrudan veya dolaylı yükler ve vergiler. Tüketilen her şeyden alınan kesintilerin sürekli arttığı bir çaresizlik hali.
İktidar, yatırım ortamı denen ve aslında büyük ve yanılgılı bir soyutlama olan slogana bel bağlamış durumda, böyle bir bakış açısıyla, hukuk reformundan da anlaşılan, şirketlerin yabancı ya da yerli yatırımcı lehine teknik kolaylıklar sağlamasıdır. Bu bir siyasal tercih aslında. Bugün ekonomi teorilerinde damlama etkisi denen şey, çoktan amprik olarak çökmüş durumda. Neoliberal dönemin mottosu yatımlara teşvik ver, kamunun alanlarını yatırımcıya tahsis et, sermaye biriksin, herkese yarasın, istihdam sağlasın. Bunun bir palavra olduğunu herkes biliyor.
Piramidin en tepesine teşvik vererek doğrudan ya da dolaylı onu besleyerek sağlanan imkanlar, toplumun bütün kesimlerine doğru yayılan sahte bir refah algısını yaratıyorlar. Refahın dengeli ve adaletli dağıtımı ise asla söz konusu olmuyor. Demokrasilerin de sıkıntıya girdiği yer tam burası. Altmışlı yıllardaki sanayi kapitalizminin tam istihdam döneminin geride kaldığı, üretim, yatırım ve işçi sınıfına sosyal refah sağlanan dönemlerin çok uzağındayız bugün. Neoliberal dönemde dengeleyici bir kamu anlayışının ortadan kalkması da bu eşitsizliğe cevaz veriyor. Bugün iktidarın sivil toplum ile müzakere diye anladığı sadece iş adamları ile yapılan istişarelerden ibaret. Hal böyle olunca da halkın çektiği sıkıntılar bir siyasal tercih olarak asla devreye girmiyor.
Reform diye önerilen paketin bütününe bakıldığında dijitalleşme ve teknolojik anlamda kolaylıklar, bir iki küçük dolaylı teşvik, bir iki verimlilik mesajı, kamunun sermayenin yanında daha ağırlıklı çalışması adına şirin mesajlar, sıcak parayı çekecek bir iki teknik hukuki atraksiyondan başka bir şey bulunmuyor.
Bu derin bunalım döneminden çıkma adına, yabancı sermayeye ve küresel finansal akışa daha fazla bağımlılık artık bütün dünyada olduğu gibi Türkiye için de geçerli değil. Ama dahası da var. Bu önerilerin ve bunlara karşı çıkması gereken siyasal önerilerin de toplumda henüz bir karşılık oluşturmaması enteresan aslında.
Anketler ve araştırmalarda, Cumhur İttifakı’nın oy olarak çözülmesine karşın buna rağmen ona karşı bir karşı dalganın şimdilik yükselememiş olmasının da en büyük nedeni, ekonomi politik alternatifin henüz oluşmaması ya da hazırlanmamasıdır.
Demokrasinin yeniden tesisi hatta eski kötü alışkanlıklarından arınmış şekilde, daha ileri bir özgürlük, eşitlik ve adalet anlayışı içinde, kurulacak geniş çaplı uzlaşıya bu toplumun ihtiyacı da var, hakkı da var. Bunu bir ihtiyaç değil de bir hak olarak görmemiz gerekiyor. Sadece ihtiyaçlar, değer ler ve ilkeler bazında kurulan bir birliktelik olmaz devamını da getirmek gerekir. Yeterli olmasa da toplumun moralini düzeltir, iyimser bir gelecek adına umutlanmamızı sağlar.
Ama bu ülkenin gerçek meselesi iktidarı tutan bir avuç azınlıktan, sermayeyi tutan bir avuç azınlıktan halkın gerçek çıkarlarına doğru dönmesi gereken bir kaynak tahsisi, üleşim ve bölüşüm meselesidir.
Ekonomik dalgalanma yoksulluk, yokluk ve eşitsizlik getirendir-.
İnsanlara tam istihdamın güvencesi verilmek durumundadır.
Bu ülke kaynakların kıtlaşmasıyla zaten umutsuz hale gelen insanlar yarattı.
Gençler özellikle bu umutsuzluğun yarattığı büyük bir travma içindedirler.
Bunlardan çıkış yollarını önümüzdeki yazılarda tartışmaya devam edeceğiz.