Kubilay Kaptan
Süfli Hevesler
“Ya Sev Ya Terk Et”.
Bu, 1990’larda popüler milliyetçiliğin en önemli sloganlarından biriydi. 2012 Türkiye’sinin Adalet Bakanlığı cezaevi nakil araçlarında yer alan bir yazıydı ve sonraki yıllarda da defalarca kullanıldı. Amerikan milliyetçilerinden kopyalanan, Brezilya’da 70’lerde her havaalanı kapısında yazmakta olan Donald Trump tarafından da söylenen (Like It or Leave It) bu slogan statükonun korunmasını, farklı her düşüncenin reddedilmesini, aksi yönde düşünenlerin cezalandırılmasını anlatır. Sıradan faşizmin bilgisiz destekçileri, taraflı ve içeriksiz gazetelerde okuduklarıyla, aynı durumdaki televizyonlardan gördükleriyle ve bu tür sloganlarla beslenirler.
Bu “Ya benim sevdiğim gibi sev ya da defol git” anlamı taşıyan slogana verilen bir yanıtı burada sizinle paylaşmak isterim:
“Sevmiyorum ama terk de edemiyorum.
Param yok, umudum yok, satıp savıp gidebileceğim malım mülküm yok.
İntihar etmek ya da uyduruk bir sebep yüzünden hapse atılmak istemiyorum.
Çocuğumun iyi bir geleceği olsun, emeğimin karşılığını alayım, insan gibi yaşayayım istiyorum.”
Almanya’da yaşayan bir Türk: “Uğruna ölmeyeceğin bayrağın altına sığınma!”
Çocukları ve kendisi yurt dışında okumuş bir milletvekili: “Nankör olma. Bu ülkenin ekmeğini yedin!”
Koruma alanlarına yaptığı inşaat ile doğamızı, geleceğimizi mahveden şirketin başkanı: “Şayet sen memleketini seversen orası dünyanın en güzel yeridir, ama şayet sen memleketini sevmez isen orası dünyanın en güzel yeri değildir.”
Askerliğini bedelli yapmış olan şov programcısı: “Ölürem Türkiyem!”
Bu tür ikiyüzlülükleri geçersek, gerçeklerle karşılaşan insanların çoğu gitmeye başlayınca 2018’de Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, beyin göçünü tersine çevirmek istediklerini belirterek, TÜBİTAK bünyesinde “Uluslararası Lider Araştırmacılar” programı hazırladıklarını söyledi. Varank, “Bu programla yetişmiş insan kaynağımızı ülkemize yeniden kazandıracağız” dedi.
Tabii ki hiçbir işe yaramadı. Yurt dışına göç eden insanlarımızın sayısı her yıl katlanarak arttı. Ben de bu konuyu birkaç defa yazdım. Hiçbir şey değişmeyeceğini bilerek uyarmaya çalıştım. Kendi öğrencilerimin tercihlerinden bu eğilimi görmemek mümkün değildi.
2016 yılından bir haber: Her yıl mezunların yaklaşık yüzde 40’ının üniversite için yurtdışına gittiği Robert Koleji’nde bu yıl rekor yaşandı. 196 12’nci sınıf öğrencisinden 115’i yurtdışındaki üniversitelere başvurdu. Saint Michel Lisesi’nde yurtdışı eğitim için başvuruda geçen yıla göre yüzde 15 artış oldu, mezunların yaklaşık yarısı başvurdu. Notre Dame De Sion Lisesi’nde ise mezun öğrencilerin yüzde 70’i yurtdışındaki okullara başvurdu. Yurtdışına giden öğrenci sayılarındaki en büyük artış lise düzeyinde. Bu konudaki verilere göre, Türkiye’den Amerika’ya öğrenci vizesi ile lise eğitimi almak için giden öğrenci sayısının 2009’dan 2015’e kadar her yıl ikiye katlanarak arttığı görülüyor.
Bu verilerin ne anlama geldiğini birazcık bile olsa kavrayabilen bir insan için konunun önemini anlatmaya gerek yok. Ama tabii ki konu yine anlaşılamadı.
Hükümetin herhangi bir programının bu göçü durduramayacağı anlaşılınca yeni bir slogan geldi: “Varsın gidiyorlarsa gitsinler”. Hükümetin başı bu sözü doktorlar için söylemişti.
Sene oldu 2022. Gidenler iyice arttı, gidenler dönmedi, daha önce gidenlerden gelen de olmadı. Yabancı elçiliklerin bu yoğun talepler karşısında vize verme işlemlerini zorlaştırmaya başladığı görüldü. Tarihimizde ilk defa ABD’ye Meksika’dan kaçak geçen, Almanya’ya binlerce euro karşılığında götürülen insanlarımızın haberleri çıktı.
Derken, bu durumla ilgili en son açıklama “Varsın gidiyorlarsa gitsinler” diyenden geldi:
“Sırf daha iyi arabaya binmek, sırf daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi süfli (adi, aşağılık, bayağı) heveslerle ellerin yani başka ülkelerin, başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyorum.”