Vahap Coşkun
Son Düzlüğe Girilirken
Altılı Masa, “Aday kim olacak?” sorusu ilk başta gelmek üzere, seçime ilişkin kritik kararları almadığından yoğun olarak seçim sonrasına odaklandı. 30 Ocak’ta açıklanan Ortak Politikalar Mutabakat Metni de bu yaklaşımın bir ürünü olarak ortaya çıktı. Bir başka ifadeyle, vitrinin nasıl düzenleneceği hususunda kafalar karışık olduğundan, mutfağa ağırlık verildi.
Altılı Masa’nın “Millet İttifakı”na dönüşmesi kolay olmadı. Birbirinden son derece farklı ve hatta yakın tarihte birbirlerine karşı konumlanmış altı siyasi partiyi bir ittifak çatısı altıda bir araya getirmek için uzun bir mesai tüketildi ve zorlu yollardan geçildi. Başlangıçta Masa, üzerinde mutabakata varılması güç olan konuları hep sonraya bıraktı. Bir taraftan Masa’nın ilerlemesini ve uzlaşma zeminini güçlendirmesini sağlayan bu yöntem, diğer taraftan da Masa’yı hırpaladı.
Bazen partiler arasındaki anlaşmazlıklar ayyuka çıktı, bazen de aday olarak anılanlar için yapılan değerlendirmeler (en son, Cihan Paçacı’nın Kılıçdaroğlu için söylediklerinde olduğu gibi) sinirleri gerdi. İnşa sürecinde Masa, iktidardan ziyade, kendisi ile uğraşmak mecburiyetinde kaldı.
Masa, “Aday kim olacak?” sorusu ilk başta gelmek üzere, seçime ilişkin kritik kararları almadığından yoğun olarak seçim sonrasına odaklandı. 30 Ocak’ta açıklanan Ortak Politikalar Mutabakat Metni de bu yaklaşımın bir ürünü olarak ortaya çıktı. Bir başka ifadeyle, vitrinin nasıl düzenleneceği hususunda kafalar karışık olduğundan, mutfağa ağırlık verildi. Mutfak da iyi çalıştı; yaklaşık 244 sayfada, dokuz ana bölümde 2.300 kadar öneri/vaat içeren bir belgeyi toplumun dikkatine sundu.
Dağın Fare Doğurması mı, Her Derde Deva mı?
Mutabakat Metni’ne ilişkin birbirine taban tabana zıt birçok yorum yapıldı. İktidar kanadı, alışılageldiği üzere, metni küçümsedi, dağın fare doğurması biçiminde yorumladı, metinde yapılacağı söylenenlerin bir kısmın zaten kendi iktidarları döneminde hayata geçirildiğini belirtti.
Muhalefet kanadında ise karışık duygular gözlemlendi; kimi metnin Türkiye’nin sorunlarının büyük bir bölümüne mercek tuttuğunu ve çözümler ürettiğini belirtti. Kimi ise, bilhassa netameli meselelerden uzak durulmasından, muhalefetin iktidar karşısında asıl rengini belli edeceği konularda net bir duruş sergilememesinden yakındı.
Elbette, partilerin kendilerini kayıt altına almaları mühim; ama seçim dönemlerinde kaleme alınan bu nevi metinlere hayati bir değer de atfetmemek lazım. İki sebepten: İlki, mümkün olan en fazla seçmene ulaşmak amacıyla her konu sepete atılır. Gerçekten ciddi meselelere de el atılır, popüler bazı taleplere de yer verilir. Gaye, o metinde herkesin alkışlayacak bir başlık bulmasını temin etmektir.
İkincisi, bu metinlerin bir bağlayıcılığı da yoktur. Hiçbir vakit, kâğıda yazılanlar birebir gerçekleşmez. İttifaklar bir yana tek parti iktidarların bile ellerindeki harita ile gittikleri yol birbirleriyle örtüşmez. Seçmen de bunu bilir ve kimse de oyunu böyle metinlere bakarak vermez. Hülasa, metinler tek başlarına bir önem taşımazlar.
Mamafih, metin Altılı Masa için önemliydi. Zira bu, Altılı Masa’nın adayını belirlemesinden önce geçilmesi gereken bir eşiği ifade eder hale gelmişti. Masa’da isim noktasında bir mutabakat yoktu ama toplum adayın ismini duymak istiyordu. Masa üyeleri, bunun üzerine “evvela ilkeleri tespit edeceğiz, daha sonra bu ilkelere riayet edecek bir aday belirleyeceğiz” şeklinde bir strateji geliştirdiler. Maksat, aday baskısını hafifletmekti. Nihayetinde bu dönemeç de geçildi ve muhalefet son düzlüğe girmiş oldu. Artık muhalefet, el mahkûm, adayını ilan edecek.
“Tencere İktidar Devirir”
Muhalefet bu noktaya varıncaya kadar köprünün altından çok sular aktı. Bir yıl önce psikolojik hâkimiyet muhalefetteydi. Havada “İktidar yönetme becerisini kaybetti, durum o kadar kötü ki, Erdoğan’ın karşısında muhalefetin adayı kim olursa olsun kazanır” hissiyatı vardı. Lakin o hava dağıldı; o vakit de doğru olmayan bu hissiyatın ne denli yanıltıcı olduğu zaman geçtikçe daha iyi anlaşıldı.
İktisadi koşulların seçmen tercihlerine etkisi elbette yadsınamaz. Fakat tencerenin tek başına iktidarı mutlaka devirmeye yetmeyeceği de görüldü. Nitekim son araştırma verileri, ekonomide hissedilir bir iyileşme olmamasına rağmen, iktidarın toparlandığına, muhalefetin ise gerilediğine işaret ediyor. Adayın belirlenmesi ve akabinde takip edilecek yol bu gidişatı değiştirebilir. Birçok hususa değinilebilir bu bağlamda, ama iki tanesinin altını çizmek gerekir:
İlki, muhalefetin bugüne kadar veremediği “birlik” duygusunun inşa edilmesi ve seçmene geçirilmesidir. Adaylık tartışmaları, hem muhalefetin enerjisinin bir bölümünü hem de vatandaşın muhalefeti “bir” olarak görmesini engelledi. Ortak bir adayda uzlaşılması, liderlerin bu aday etrafında kenetlenmeleri ve sahayı parsellemeleri rüzgârı muhalefetten yana döndürebilir. Üç ay, böyle bir kampanya için yeterli bir süredir.
Feraset ve Cesaret
İkincisi, HDP ile ilişkilerin bir rayına oturulmasıdır. HDP’nin desteği olmadan muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması da, Meclis’te çoğunluğa ulaşması da mümkün görünmüyor. Ancak, bu denli merkezi bir pozisyonda olmasına ve taleplerini asgaride tutmasına karşın Millet İttifakı, HDP ile sağlıklı bir ilişki geliştiremedi. Muhalefet, halen, iktidarın kendisini HDP ile dövmesinden ve bunun seçmene tesir etmesinden ürküyor.
Oysa bu abartılı bir korku! Ulaş Tol’un Perspektif’teki söyleşinde vurguladığı gibi; siyasi müzakerelerde seçmen, taraflardan bir aşırı/orantısız bir talepte bulunduğunda tepki gösteriyor. Yoksa makul talepler olduğunda, bunu siyasetin doğasının bir gereği olarak, anlayışla kabul ediyor. Muhalefet, bu çerçevede, 2019 yerel seçimlerinde de iktidarın aynı dile başvurduğunu ama seçmenin buna itibar etmediğini hatırlamalı.
Velhasıl, seçmende feraset var, mesele siyasetin cesaret göstermesinde…