İskender Özturanlı
Sahiden eşitlikçi bir dünya kurabilecek miyiz?
Dünya tarihinde ekonomik veya siyasal bazı çevrim noktaları, açılış ve kapanış varyantları, tarihi, toplumsal akışın, üretici güçlerdeki dönüşümün, ekonomik yerleşimlerin, kültürel, sınıfsal, ulusal veya küresel, kültürel, dinsel veya etnik bir dizi sorun veya çelişkiyi beklenmedik bir anda ortaya çıkaran büyük ve ani olaylar var.
Bu olaylar kendisinden öncelikli dönemin sorunlarını bir anda aşarken, diğer yandan kendisinden sonraki dönemlerin hem geleceğini besliyor, hem de eski çelişkilerin yerine yenilerini getiriyor.
Bu dönüş anlarını anlamak zorundayız, bunları anlarsak dünyada ve ülkemizde neler olup bittiğini, neden böyle olduğu ama başka türlü olmadığını anlama ve tarihe müdahale etme imkanı buluruz.
Tarihin böyle akmasında artık ne fikri sorulan, ne ekonomik olarak geleceğini öngöremeyen, emeğinin değeri ve karşılığı iyice küçülen, borçlandırılmış insanın ne rolü olabilir ki denebilir?
Ya da toplumdaki meritokratik ayrımcılığın, sahte seçkinliğin, dinsel, ırksal ve kültürel eşitsizliğin geri alana ittiği, kendi hayatını belirlemek şöyle dursun, çocuklarının geleceğini bile öngöremeyen, yarın kaygısı çeken, tahakküm altında varlığını sürdürmeye çalışan itilmiş insanın, artık ne gibi bir sosyal müdahale gücü ve etkisi olabilir ki, denebilir?
Eski sanayi devletlerinin kapalı ağlarında, sosyal güvenceli çalışan, sendikalı, hayatın en azından bir kısmına örgütlenebilmiş, insanların toplum olma yolunda yarattığı sosyal ve sivil dinamiğin bugün bittiği söylenebilir.
İş bölümündeki kırılmaların, insandan insana taşınan yüksek prim, yükselme ve çabucak zıplama kültürüyle donatılmış rekabetin, güvencesizlik ve kronik işsizlik korkusu altında her türlü siyasal kayırmacılık ve ahlaki çöküntünün normal sayılabildiği bir ülkede bunlar tuhaf gelebilir.
Sosyal medyanın da bireyselleştirici etkisi ile bencil, hazcı ve anını yaşayan abartılı duygulanımları sürekli destekleyen, buna karşın asli insanî duyguları körelten siyasetten sanata medyadan üretime, her şeyin sembolik, geçici ve mizansenden başka bir şey olmadığı zannı bugün en yüksek noktada olabilir.
Siyasal gericilikle donanmış ya da ırkçı, dinsel ayrımcılık ve üstünlük taleplerine dayanan, seküler eşitliği ve/veya adalette, siyasette, kaynaklara erişimde, dağılımda, eşitliği ve müşterek kamu hakkını nispeten gözeten demokrasiyi bütünüyle ortadan kaldırmak durumunda olan baskıcı dinsel veya faşist rejimlerin dönemi gelmiş ya da geliyor olabilir.
Küresel savaşların, emperyalist hamleler ve onlara karşıtlıklar halinde büyüyen dinsel fanatizmin ürettiği büyük çatışmalardan ve onların yarattığı yoksulluk ve yoksunluğun ürettiği büyük savaşlardan, sıcak, kurak, kalabalık ve her an ölüm tehdidi ile yaşayan insanların bu eşitliksiz ve adaletsiz dünyadan daha gelişmiş dünyalara doğru akın akın aktıkları büyük küresel göçlere tepki olarak kapanmacı, eşitlik ve adalet karşıtı bir ırkçılık hâkim olabilir.
Nispi refaha alışık ve bugün eriyen orta sınıfların kendi yoksullukları, güvencesizlikleri, işsizliklerinin ceremesini bu göçlere ve gelenlere dayadıkları, kendi dünyalarının topyekûn tehdit altında olduğu zannıyla bu karmaşaya, reaksiyoner bir faşizm ve ırkçılığa dayanan, kapalı ve otoriter rejim talepleri ile cevap verdikleri yeni bir popülist bir şafak da gelmiş olabilir.
Büyük emperyal küresel karbon ayak izinin dünyayı tüketen ağır tarımsızlaşma, yoksullaşma yükünün kuraklık, ısınma derecelerini fazla hissetme gibi, bitmeyen yangınlar ve doğal kaynakların tahribatı gibi, susuzluk, kuraklık, su basan şehirler ve tarım alanlarının tükenişi, yaşam alanlarının artık yaşanamaz oluşu gibi tehditlerin ceremesini küresel güney ve daha yoksul ülkelerin çekeceği ortada. O yoksul ülkelerin eşitliksiz, servet dağılımıyla daha da yoksul kesimlerine müthiş bir fatura çıkaracağı bugün artık tartışılmaz bir gerçek olarak orada duruyor.
Büyük servetleri tutan, emeğe artık klasik iktisat jargonu içerisinde bile “artık-değer üretimi emek zamanı, ölçütlerinin ötesine uçmuş, bir karlılık mottosu ile övünüp her türlü emlak finans, vergi atraksiyonu ile kârlılıklarına kârlılık katan şirketlerin imparatorluğunda bir dünya var.
Gelişmiş ülkelerde siyasi erk demokratik katılımı artık önemsemeksizin, lobileriyle, yasalarıyla, ideolojisi ile bu çanağın içinde. Bizim gibi ülkelerde ise bu çanak doğrudan siyaset tarafından kuruluyor ve belirleniyor. Bu devasa büyüyen servetlerin önünde küçülen ve çeken ücretler, küçük sermayeli gruplar, işçiler, güvencesizler, yevmiyeliler, küçük işletmeciler, beyaz yakalılar, eski orta sınıf, büyük kalabalık ve atıl duruyor.
Demokratik sistemde kalarak eşitlikçi bir nizam kurma imkanı hâlâ ve ziyadesiyle mevcuttur.
Değişim ve dönüşüm adında iktidar değişimlerinde baskıcı rejimlerden sonra radikal dönüşümler, doğrudan toplum yararına siyaset yapabilme imkânı ve fırsatı bulurlar.
Bu fırsat heba edilmemeli yönetime doğru giderken top ortada çevrilmemelidir.
Bundan 48 sene önce bir darbe ile devrilen Salvador Allende barış içinde, demokratik parametreler içinde kalarak, sosyalizmi, paylaşılan refahı, emperyalist tekelleri, kamulaştırmayı öngörüyor ve deniyordu. ABD destekli askeri darbeyle devrildi, Şikago Okulu ve Friedman dünyanın en ileri neoliberal denemeleri bu cunta döneminde gerçekleştirdiler.
Bu dönem, bu tarihsel çevrim bugün artık devrini tamamlamış durumda.
Bizdeki 12 Eylül Darbesi de seçimlerle kazanabilecek sol ve kamusalcı bir iktidar ihtimaline karşı öngörülmüştür.
Darbenin hemen öncesi alınan 24 Ocak kararları ise zaten darbe zamanından başka bir zamanda uygulanamayacak tamamen piyasaların serbestleşmesine dayalı ve topluma, halka karşı gelişen bir zenginler lehine büyüme modeli ile bugünlere geldik. Şimdi, tamamlanmadan önce son zirvesini yapıyor.
Bugün geç kalınmış sayılmaz, hâlâ umut var. Konjonktür izin verirse devam edeceğim.