İskender Özturanlı

İskender Özturanlı

SADECE RAKAMLARA BAKMAYALIM

Önümüzde rakamlar uçuşuyor, istatistikler yağıyor, tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Ne kadar zor günler geçirdiğimizi anlamak için yaşadığımız onca şey yetmiyor da bu göstergelerin yardımıyla düştüğümüz durumu anlıyoruz.
Bizim kendi kendimize anlatacak mecalimiz kalmamış da sanki, birileri çıkıp onun fotoğrafını çekince, rakamlara dökünce nasıl zor günler geçirdiğimizi, nasıl işsiz, güvencesiz, geleceksiz kaldığımızı anlıyoruz.
İstatistikleri beklemek gerekmiyor oysa doğruların farkına varmak için.
Geçtiğimiz günlerde sahada yapılmış bir çalışmada, ülkede tavuk eti yiyebilenlerin sayısı yüzde 15’lerden yüzde 8’e, balık yiyebilenlerin sayısı ise yüzde 11’lerden yüzde 2’lere düşmüş durumda. Genelde ekmek ve buğday ya da hububat ile besleniyoruz, fırınların ve Halk Ekmeklerin önünde yedişer sekizer ekmek alan insanlara bakmak yeterli.
Bu büyük bir yoksullaşmanın aynı zamanda büyük bir eşitsizliğin fotoğrafıdır. Daha iki gün önce gazetelerde yarısını yedikleri tavuğu, on beş gün sonra yeniden çıkarıp keşkek yapan ailenin zehirlendiği yazıyordu. Maalesef akrabalardan ikisi kurtarılamamış. Haberin veriliş tarzında sanki bir aymazlık, bir cehalet varmış gibi atılıyor manşetler. Oysa insanımız ancak bir tavuğun yarısını kendisine diğer yarısını da misafirine ayırabiliyor, bir tavuğun ancak yarısını tüketebiliyor. Buzluğa konan tavuğu yeniden ısıtmanın ne kadar riskli olduğunu bile bile yeniden ısıtabiliyor.
Ancak bu ülkede meselenin sınıfsal değil kültürel ve eğitimle ilgili olduğunu savunan ideolog hocalar, akademisyen ve gazeteciler var.
Öte yandan yoksulluk göreli olabiliyor, ama eşitsizlik kuşaklardan kuşaklara artarak geçiyor. Eğitimde eşitsizlik ise tıpkı “iş garantisi” gibi, tıpkı herkese sağlık hizmeti gibi, tıpkı doğrudan destekler gibi ancak devlet tarafından yapılabilir, kamusal bir sorumluluktur. Bunu biliyorlar. Ancak görmüyorlar, görmek istemiyorlar, görmezden geliyorlar. Bu saplantı ideolojiktir.
Gelelim ikinci meseleye. Ekonomik sorunları ortaya koyanların reçeteleri de üç aşağı beş yukarı belli. Bunları sıralayalım:
Birinci grup, Türkiye’deki asıl problemin işin ehil ellere verilmemesinden kaynaklandığını, her şeye liyakatsizliğin neden olduğunu, sadece kadrolardaki değişimin ülkeyi düze çıkaracağına inanmak istiyor. Daha ileri giderek bu liyakatli seçilmiş ve atanmışların, eğitilmemiş bir toplumdan güç aldığını, her şeyin başının eğitim ve meritokrasi olduğunu söylüyor. Toplumun ancak eğitimle liyakat sahibi insanları seçeceğine inanan dar görüşlü ve siyasetten arındırılması için özel, itina edilmiş bir görüş bu. Maalesef taraftarı da çok. Daha da açarak tartışırız, ama etkisi düşük.
İkinci grup ise, her şeyin hükûmetin ve “tek adam” rejiminin uluslararası alanda yalnız kalmasından ve sıkıntıya düşmesinden kaynaklandığını iddia ediyor. Analizde kısmen doğruluk payı olan bu görüşün de çözümü yok. Uluslararası kuruluşlarla ve kurallarla uyumlu bir yaşam, süper güçlerle doğrudan ve yakın temas ve IMF dışında bir önerisi yok. Demokrasi gelince sıcak paranın ülkemize yeniden zuhur edeceğini böylece her şeyin yoluna gireceğini söyleyen denenmiş klasik ve beylik reçetelerden ötesi yok. Gelir dağılımına, eşitsizliğe, kalkınma ve yoksulluğa çözümü yok, üstelik ülkedeki tahribatın boyutunun ekonomide daha kökten ve temelli bir yeniden yapılanma ile ortadan kaldırabilme ihtimalini asla görmüyor. Geçici reçeteler ve pansumanlarla ile gitmek istiyor. Ancak iki yıllık bir geçici rahatlama getirecek bu çözümlerin siyasal anlamda da daraltıcı, kemer sıkıcı ve varlık satıcı bir modele dayanmaları nedeniyle ancak iki yıllık bir ömrü var, sonrası gene kabus.
Üçüncü görüş belki de en anlamlısı ama o da kuşatıcı değil. Finansallaşma ve emlak- inşaat aralığında işleyen bağımlı ve rantçı bir ekonomik düzen yarattığı, bunun yerine sağlıklı kalkınmanın ve üretim-ihracat ağırlıklı bir sosyo-ekonomik örgütlenmeye gidilmesi gerektiği, devletin buna önayak olması gerekmekte. Büyümenin istihdam sağlayacağı, sosyal dengesizliklerin telafi edilmesi gerektiğini söyleyen görüş. Haklı ancak eksik.
Bugün ülkemizde ilk etapta, yükselmiş kurlar, faizlerde bir sanayi teşvik politikası hemen çok zor. Devlet onun yerine iş yaratmalı, özel sektörün veremediği işi devlet yaratacak, tam istihdam, iş garantisi ve iş yaratma. Dünya bunu tartışıyor.
Sonunda, “Gelir kazanmanızın nedeni üretken olmanızdır, üretken olmanızın nedeni ise gelir kazanmanız.” (Mazzucato)
Gelir yoksa ne sanayi ne de üretim olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İskender Özturanlı Arşivi