İskender Özturanlı
Paranın Karasından, Karanın Parasına
Geçtiğimiz yazıda, küçük kıyı beldelerinde, sahillerde yapılan devasa yatırımların küçük kıyı beldelerindeki hayatın ve ticaretin akışını etkileyip her yeri darmadağın ettiği bu devasa omurganın üzerine karanlık ilişkilerin, ülkelerin ve bölgelerin by-pass edilerek dönen paranın, uyuşturucunun, devletin veya kamunun gözetiminde olmayan bir paranın hükümranlığına her şeyin terk edilmesinin nelere mal olduğunu yazmıştım.
Hatta Yalıkavak Marina’nın tam da böylesi bir örnek olduğunu söylemiştim.
Dünyanın, bugüne dek adı sanı duyulmamış bölgelerinde dahi bütün parasal ve yaşamsal dengeleri alt üst eden bu devasa yatırım isteğinin, bu kaynağı ve karşılığı bilinmeyen kazanca bağımlılığın, bu ne idüğü belirsiz yabancı yatırımcı merakının, yerel yöneticiyi ya da siyasetçiyi de bu yatırımlara sürekli teşvik veren bir yatırım çağırıcısı olma konumunu sorgulaması ve bunun neo-liberal politikalarla ilgisi olduğunu söylemiştim.
Bölgesine gelecek havalı yatırımlarla oluşan büyülü halenin kendi bölgesini kalkındırmak olduğuna inanmış veya bu menfaat ağlarına teslim olmuş bir siyaset ve siyasetçi tipolojisini ürettiğini ve siyasetin de önün tıkadığını görmezden gelmemek gerekiyor.
Büyük yatırımcı adı altında servetin, rantın ve gelirin eşitsiz dağıtıldığı bir süper zenginler dünyasının illizyonu içinde her bölge, her toprak, her deniz kıyısı, her liman, her kamusal alan bu gruba hizmet adına geliştirildi, yapılandırıldı ve talan edildi.
Öyle ya kimdi Mubariz Mansimov; petrol devi Socar ve Lukoil arasında gemileri ile petrol dağıtan eski bir KGB’li gemi çalışanı genç sayılabilecek adam. Onu buralara kadar çeken neydi? Kimdi bu adam? Rusya ve Azerbaycan gibi iki büyük petrol üreticisinin kaynaklarını sömüren bir açıkgöz girişimci miydi, yoksa devletlerin ya da devletlerdeki Erk’i sonsuzca tutan ve sömüren otoriter ve demokrasi dışı rejimlerin sahiplerinin bu muazzam petrol gelirinin taşıma kısmını emanet ettikleri bir taşıyıcı mıydı? Bu dağıtımın hangi noktasında bir tıkanma olmuştu ki, bu servetin merkezini tutan siyasal erk sahipleri bu arkadaşın ipinin çekilmesini istemişlerdi.
O mu onları kazıklamıştı yoksa diğerleri mi onu kullanıp atmışlardı? Bu adamın ülkedeki yatırımlarının yanına, Türk gladyosunun en karanlık ismi Mehmet Ağar’ı kim monte etmişti? Arkasında bir dolu kirli cinayet şüphesi bırakan bir isim hem paraya hem siyasete yeniden neden ve nasıl dönüyordu? Soğuk savaş döneminin kontr-gerilla faaliyetlerinin içinde büyüyen Ağar, yeraltı dünyasının ve uyuşturucu trafiğinin içindeki cinayetlere dek, siyasal şiddetin sorumluluğuna dek giden bir dizi olayın sorumlusu olarak anılmış ve yargılanmıştı, oysa. Aliyev, Ağar’ı Mansimov’a; Mansimov’u, Ağar’a emanet ederken, Putin emaneti tarafında Mansimov ile Ruslar arasında çıkan ihtilafın sonucunda bir yediemin olarak Ağar ve Türk derin mafyatik sağcı gladyosu mu çökmüştü bu servetin ortasına. “Aliyev rica etti” diyorlar, bu devletlerarası bir problem olmadan mafyatik modeller arasında Türkiye’deki siyasal iktidarın tasarrufu ne olacaktı? Bu kadar tantanaya rağmen henüz bunu öğrenme imkanımız yok. Belki sonra.
Gelelim devletteki en kalıcı çıkar grubu olan ve her dönemde ülkeye giren paradan pay alan, neredeyse kırk yıldır her legal ya da illegal yapının üstüne çöken kendi erkini ve kutsal addederek, hem devlete hem de sermayeye bekçilik ettiğini iddia eden karanlık yapılara.
Bu yapı arkasındaki kirli geçmişi ile aktörleri bile değişmeden bugün gene merkezde. Meşruiyetini kaybeden demokratik rejimlerin ve giderek kirlenen siyasal iktidarların vazgeçilmez yedeği, stepnesi, taşeronu olarak sokaklara, sola, hak aramaya, özgürlükleri anlatan ve yolsuzlukları yazan gazetecilere karşı şiddete kadar kullanılmış bu kirli ve kalabalık yumağa.
Bu işin başlangıcı 1974 yılında, Genelkurmay Başkanı Sancar’ın ABD’den kesilen ödenek yüzünden Başbakan Ecevit’ten ve örtülü ödenekten, dönem için çok büyük para olan 1 milyon lira istemesiyle deşifre olmuş Özel harp dairesine dek gider. NATO’nun gizli orduları, faşist ve paramiliter bir kuşak yetiştirdiler, karanlık orduları süreç içinde sahipsiz kalarak antikomünizmi, antiçoğulculuğu ve kaba bir milliyetçiliği icbar ederken arkadan her türlü kirli para akışını da kontrol ettiler.
Bu ülkede şiddetin hep hüküm sürmesinin en büyük müsebibi oldular.
Tam demokratik, bir toplum olma yolunda her zaman en büyük engel oldular.
Solun güdük kalmasına kitleler nezdinde uzak durulmasına yarattıkları korku ve ideoloji ile hep engel oldular.
Solun olmadığı bir ülkede hak arama, adalet, özgürlük ve eşitlik çabaları hep kadük kaldı.
İki kez bu temizliğin ucuna kadar gelen toplumda siyasal iktidarlar ve toplumsal kamuoyu bu temizliği yapamadı.
Şimdi bir kere daha aynı uçurumla karşı karşıyayız.