Kubilay Kaptan
Öldürülen bir Deniz: Marmara-1
Marmara Denizi’nin oluşum tarihine baktığımızda milyonlarca yıllık bir sürecin izlerini taşıdığını görürüz. Dünya denizleri içinde bir dünya klasiğidir Marmara Denizi. Jeolojisi, biyolojisi onu çoktan bilimler tarihinin en tepesine koymuştur bile. Gezegenin en ölümcül faylarından biri olan “Kuzey Anadolu Fayı” ile sarmaş dolaş olması jeolojik açıdan da ününü artırmıştır. Üç adet 1000 metreyi geçen devasa çukurları bu fayın eseridir. Buzul dönemlerinde suları 100 metreye kadar düşer, birden göl olur. Denizlerle ilişkisi kesilir, suyu tatlılaşır. Buzlar eridiğinde sular yeniden yükselir kıyıları basar. Bu olay tekrarlanır durur ve izleri Marmara’nın kıyılarında taraça düzlükleri denen yerlerde izlenir.
Marmara Denizi boyunca denizden ilerleyerek herhangi bir yere yanaşın ve bakın. Denizden şehri görmek bir başkadır. Şehrin nasıl acımasızca yayıldığını, doğayı nasıl yok ettiğini, sanayi tesisleri, dev binaları hepsini bir arada görebilirsiniz.
Marmara Denizi’nde yaşanan son çevre felaketini (deniz salyası) anlayabilmek için sizlerle bir geziye çıkalım. Ancak bu sefer karadan değil denizden ilerleyerek inceleme yapalım.
Gezimize İstanbul Boğazı’ndan başlayalım: Derin mitoslara, insanlık tarihine, dinlere, yıkılan-kurulan imparatorluklara ve son olarak Türkiye Cumhuriyeti devletine ev sahipliği yapan bu kentin 8500 yıllık tarihinin sonunda ne duruma geldiğini Boğaz size anlatacaktır.
Sultanahmet ve Ayasofya eserlerinin tüm haşmetiyle görüldüğü Tarihi Yarımada’nın tam karşısına geldiğinizde bu kentin nasıl katledildiğini göreceksiniz. O iki muhteşem eserin tam arkasındaki görüntüler, iktidarların binlerce yıllık İstanbul’a acımasızca nasıl kıydıklarının bir kanıtı olarak yükselir. Bir süre sonra kötü siluetler geride kalır. Haliç ağzını geçip Karaköy’e doğru ilerleyelim. Eski yolcu salonu ve sonrasından eser yoktur. Hepsi yeni bir proje “Galata Port” uğruna yok edilmiştir. İstanbul’un kalbine çivi çakar gibi devasa kazıkları boğazın derinliklerine durmadan saplarlar. Etraf toz-duman altındadır, iş makinelerinden, devasa kamyonlardan geçilmez. “terörist” olarak adlandırılmamak için bunların nasıl ve neden yapıldığını sormayalım ve Kabataş’a varalım. Büyükşehir belediyesinin “Martı Projesi”ni görürüz. Yine kazıklar yine kazıklar… Bu sefer tam da Dolmabahçe Camii’nin yanında. Biraz daha ilerleyelim. Beşiktaş’ta kazılar var. Neolitik döneme ait birçok buluntu gün ışığına çıkartılmış durumda. Devam edelim. Aralara sıkışmış birkaç eski yalı, kazıklı yol nedeniyle denizin gerisinde kalmış. Emirgan’a doğru yaklaşalım. Meşhur çınarlar duruyor, ama kazıklı yol çalışmaları burada da devam ediyor. Kazık göre göre Sarıyer’e varalım. Ters dönüp Üsküdar kıyılarına yakın geçelim. Tarihi caminin duvarlarını çatlatan kazık çakma makineleri çok rahat görülür.
Şimdi Sivriada ve Yassıada’ya gidelim. 2013 yılı Nisan ayında torba yasayla adı “Demokrasi ve Özgürlük Adası” olarak değiştirilen Yassıada’daki inşaat çalışmalarında birçok kanunsuz işlem yapıldığı aşikârdır. Molozlar denize dökülerek villa arsaları genişletilmiştir. Molozların dökülmesi deniz habitatın yok olmasına neden olur. Marmaray çalışmalarında ortaya çıkan muazzam hafriyatın Adalar arkasındaki fay çukurluğuna dökülmesinden sonra, aynısı yaşanmıştı. Molozların oluşturduğu kimyasal değişiklikler derinlere çökerek balık yumurtalarının ölmesine yol açtığı gibi, oluşturduğu salya balık ağlarını da kullanılmaz hale getirmiş, İstanbul bir moloz kenti olmuştur. O kadar inşaattan çıkan moloz için yer kalmamıştır. Tek çare vardır o da Marmara Denizi’dir. Maltepe ve Yenikapı miting alanları molozlarla yapılmış alanlardır.
Buradan Hereke ve İzmit Körfezi’ne gidelim. Oraya gelmeden önce iki kıyıyı bağlayan ve ayakları tam da KAF üstünde olan ve olası bir deprem sırasında akıbeti belli olmayan bir köprünün altından geçersiniz. Körfeze geldik artık, ileride petrol rafinerisinin, diğer devasa sanayi tesislerinin siluetleri ve dumanları görülmeye başlar. Burada araştırma bile yapılamaz. Çünkü burası ölüdür. Birileri öldürmüştür körfezi.