Netflix hayatıma girdiğinden beri “Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?” atasözümüzü güncellememiz gerektiğini düşünüyorum. Zira “çok izlemek” en az okumak ve gezmek kadar “bilme” hususunda etkili.
Örneğin günümüz siyasetinin dünyanın her yerinde birbirine benzediğini izlemek beni mutlu ediyor. Siyasetçilerin “iç ve dış düşman tehdidi, inancın veya değerlerin kutsallığı” gibi argümanları kullanmasının sadece bize mahsus bir durum olmadığını bilmek rahatlatıyor.
Sosyolojik açıdan içinde bulunduğumuz yüzyılda bundan neden kurtulamadığımızı çözemediğimi itiraf etmeliyim. Zaman zaman İlk Çağ’dan ayrıldığımız tek noktanın teknoloji olduğu hissine kapılıyorum.
Bir diğer husus da dindar bir insan olarak –bunu üstünlük veya ayrıcalık olarak belirtmiyorum- farklı dinlerle olan benzerliğimiz.
Yeni izlediğim Shtisel adındaki dizi beni bir hayli etkiledi. Dizi; Kudüs’ün Geula kentinde yaşayan Haredi inancına mensup bir ailenin günlük yaşamını anlatıyor.
Haredi Yahudileriyle ilgili az çok bilgim vardı, askerlik ve vergi hususlarında İsrail yönetimiyle yaşadıkları sorunlar gibi. Fakat günlük yaşamlarını anlatan diziyi izlerken ne kadar benzer yaşamlarımız olduğunu görmek beni şaşırttı. Göze sokmadan, abartmadan bu kadar yalın bir dille anlatım için dizinin senarist, yapımcı ve oyuncularını tebrik ediyorum.
Diziyi izlerken kendimi Fatih - İsmailağa’da hissettim. Kadınların tesettür anlayışı, küçük yaşta evlenmek ve çocuk sahibi olmaları, dünyevi şeylerden imtina etmeleri, resim ve müzik alanındaki tutuculukları, evlerinde televizyon bulundurmamaları, ibadete olan düşkünlükleri vs.
Dizideki Haham Shulem’le bizim İsmailağa Cemaati’nden bir hoca bir araya gelse ortak sohbet konuları o kadar çok olur ki… Siyonist İsrail’i çekiştirmekle başlayabilirler mesela.
Bu benzetmeyi asla bir tarafı kötülemek veya aşağılamak için yapmıyorum. Radikal bulduğum hususlar olsa da, Cübbeli Ahmet”i çok eleştirsem de, yakından tanıdığım ve saygı duyduğum insanların olduğu bir cemaattir.
Bir Müslüman olarak Shtisel’i izlediğimde sempatiden başka bir şey hissetmedim. Eminim İsmailağa için de günlük yaşamı anlatan böylesine sade bir anlatımla dizi yapılsa, her dinin dindarı aynı şey hissedecektir.
Böyle yapımlar artsa belki de birbirimizle empati kurmayı başarabiliriz. Kimin cennete veya cehenneme gideceğini yaratıcıya bırakıp, yeryüzünü kendimiz için cennet yapabiliriz. Ki yeryüzündeki sorumluluğumuz bu…
Hangi dinden olursa olsun; korkmamız gereken dindar insanlar değil, dini, ihtiras ve güç için kullanan insanlardır.
Birbirimizden korkmamayı öğrenebilirsek, kimse korkularımızı kullanarak hayatlarımızı ve dünyayı cehenneme çeviremez.