İskender Özturanlı
Metropol şehirlerden umudu kestik mi? Emeğin Göçü
Geçtiğimiz günlerde TÜİK, Türkiye’de şehirlerarası göç istatistiklerini yayınladı. Burada ilk kez “İstanbul’un nüfusunun 2020 yılında 2019’a nazaran 56 bin 815 kişi azalarak 15 milyon 462 bin kişiye indiğini görmüş olduk. Bu 20 yıldır ilk kez aşağı doğru inen bir oranı temsil ediyor. Bu veri, pandemi döneminde yaşanan iş kayıpları sonucu memleketlere geri dönüş olarak yorumlanıyor. İşin bir tarafında ise hizmet sektöründe en ağır darbeyi alan gıda ve eğlence sektöründe genellikle yevmiyeli işgücü olarak çalışan, kapanan iş yerlerinden memleketine dönmek zorunda kalan genç, büyük bir kitle var. Bu geçici bir yer değiştirme olarak anlaşılabilir, ama sorunlar göründüğünden çok daha köklü ve derin. Küçük işletmelerin, az sermayeli, sıkıntılı bir takım ortaklık yapılarına mecbur kaldıkları da düşünülürse, devletin desteği olmadan bu dönemi atlatamayacakları ortada.
Bu sorun, mülkiyeti kendinin olmayan yerlerde, mübadelenin bitişi ile küçük esnaf ve ticaret erbabında yoksullaşma olarak gördüğümüz sıkıntı, bu işletmelerde güvencesiz olarak çalışan emek için ise bir açlık sorunu olarak ortaya çıkacağı, kesin gibi. Öte yandan, bu emek gücünün, memleketlerinde temel üretim alanlarında, tarımda ya da bölgesel bir iş bölümünde kendilerine, yaşama adına, ekmeğini kazanma adına bir yer bulmaları şimdilik zor.
Temel sorun, Türkiye’de şehirlerin ve bölgelerin arasındaki eşitsizliğin bugün artık dengelenemeyecek bir noktada olmasıdır. Bu 19 yıllık iktidarın da yaslandığı politik bir tercih olmuştur. Büyük şehirlerde doğan geçici çalışma imkanları ile işsiz kitleyi gizlemekte, genç ve güvencesiz iş gücü olarak ya da kayıt dışı olarak sistemin kenarında durmaktadır. Bu bir anlamda yedek bir işsizler ordusu olarak emek üzerindeki ücretlendirme baskısını yaratan ve işgücünü hala ucuz tutan en büyük nedenlerden birisidir.
Bu hareketli emek, dönemsel olarak memleketlerine dönen, esasında şehir ve kasabaların girişlerindeki nüfus levhalarında oraya ait görünen hatırı sayılır bir nüfustur. Bu yüzden batıdan doğuya Anadolu şehirlerinin kapılarında yazan sayıda bir nüfus hareketinin sokaklarda olmadığı pandemi öncesinde hemen fark edilebilir bir gözlem olmuştur. Bu durum yerel bir dinamiği engelleyen en büyük faktörlerden birisiydi. Bugün ise bunun tersi bir durumla karşı karşıyayız.
Ege’de ve Bodrum’da
Evinden çalışanların, beyaz yakalıların, işsizlerin ya da geçici iş kaybına uğrayanların da katılımıyla bu kez tabelalar yaşayanların sayısından aza düşme durumunda. Özellikle, İstanbul söz konusu olduğunda Ege kasabalarına yoğun bir akış var.
Bu sarsıcı akış, akış emlak fiyatlarında muazzam köpüklere doğru götürürken, ikametgahların gelmemesinden doğan bir yönetim sıkıntısını da getiriyor. Öte yandan hem gulet hem otel-motel turizmi ile tarım, bahçecilik gibi bir modele sahip Bodrum için bazı riskler de barındırıyordu.
Geçtiğimiz ay, Bodrum Ticaret Odası Başkanı okul arkadaşım Mahmut Serdar Kocadon’a uğramış, ondan yerelde yaşanan bu büyük değişimi, sıkıntıları ve çözüm önerilerini dinleme imkanı bulmuştum. Kocadon, turizm ve yerel tarım ölçeğinde mutlak surette desteklenmesi gerektiğini söylemişti. Kamunun inşaat ve emlak üzerine teşvik ve desteklerinin turizm ve bölgesel tarımda da olması için ciddi emek ve çabaları da vardı kendisinin.
Bu oldukça önemli bir konu esasında. Ayvalık’tan Urla’ya, Bodrum’dan Kaş’a kadar turizm ve küçük tarıma dayalı bölgelerin bir nüfus baskısıyla karşılaşıyor.
Buraları, turizme dayalı kimlikleriyle sosyal ve ekonomik örgütlenmelerini sürdüren yerler.
Metropol şehirlerin devasa sorunlarını taşımaları elbette beklenemez. Bu kalkınma modeli değiştirerek, yerel dinamikler üzerinde eşitlikçi ve paylaşımcı bir modele ihtiyacımızın olduğu kesin. Yerel mübadelenin yerel sosyal dinamikle geliştiğini görmemiz gerekiyor. Bunun bir siyasal tercih olarak çalışmadığı durumlarda, Anadolu topraklarında tarım üretimi ve kooperasyon fikirleri de, Ege şehirlerinde müşterek turizm ve hizmet alanlarındaki sürekli yerel kalınma rüyası da uzakta duran, tatlı ütopik tasarımlar olarak kalacaktır.
İstanbul bu büyük risk beklentileri, büyük eşitsizlikleri ile ne olacak peki?
İstanbul büyük ve düzeltilebilir ilçelere sahip, kendi yerel dinamiğini hatırlaması oradan olacaktır. Depremden yoksulluğa, depresyondan salgın tahribatının yoğunluğuna, İstanbul tehditlere en açık şehir durumunda. Ben İstanbul’un tümden gelerek değil tümevararak düzeleceğine inanıyorum.
Avcılarda, mesela bir belediye başkanı Turan Hançerli bu zorlu bölgeyi umuda evirmeye çalışıyor bugün. Buradaki fark, bir ilçe belediyesinin sadece imar-ruhsat-zabıta üçgeninde kendini tanımlayıp, sosyal adaletçi bir dönüşüm modelini uzlaşmalarla deniyor olmasıdır. Bu bir yerleşik paradigmanın değiştirilme denemesidir. Kamu yöneticisinin hizmeti siyasal bir tercihle ama herkese eşit açması ve ısrarlı olması bugünlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz şeydir.
Ama bu bahsin detayları var, bu da ayrı bir yazı konusu olsun.