Kubilay Kaptan
Marmara Denizi’nin Çığlığı
Geçen hafta başladığım Deniz Salyası ile ilgili yazılarıma bugün de devam etmek istiyorum. Zira üstünden bir hafta geçmesine rağmen, her afet sonrası sarf edilen bilindik cümleler dışında bir önlem alınmış değil.
Deniz salyası aslında doğal bir durum. Yapılan çalışmalara göre Akdeniz’de 18. yüzyıldan beri biliniyor. İtalya’nın Napoli kentinde sıklıkla görülmüş. Buna da İtalyanlar ‘kirli deniz’ adını vermişler. 2000’li yılların başından itibaren de Marmara Denizi’nde bilim insanlarının dikkatini çekmiş. Karadeniz’de Akdeniz deniz sisteminin bir parçası olduğu için Karadeniz’de de 15-20 yıl önce olduğunu biliyoruz. Burada normal olmayan; son yıllarda deniz salyası sıklığının ve miktarının artması.
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin yayınladığı raporda belirtildiği gibi: Marmara Denizi’nde yaşamakta olduğumuz Müsilaj sorunu gibi deniz, göl, baraj vb. alanlarda yaşanan ötrofikasyon, (göl gibi herhangi bir büyük su ekosisteminde, başta karalardan gelenler olmak üzere, çeşitli nedenlerle besin maddelerinin büyük oranda artması sonucu, plankton ve alg varlığının aşırı şekilde çoğalmasıdır.) alg patlaması vb. sorunlarının iki kök sebebi vardır. Bunlardan birisi organik yükün artması diğeri de sıcaklığın canlıların üremesi için en elverişli seviyeye ulaşmasıdır.
Ben, bu kök nedenlere ilave olarak Marmara Denizi’nde yapılan bütün projelerin (Marmaray, Yassıada, Martı Projesi vs.) çevre etkilerini göz önüne almadan yapılmış olmalarını, yıllardır denizi istila ederek bina yapılmasını da eklemek isterim.
Bu sorunun kısa zaman içinde çözülemeyeceği aşikâr olsa da bir gün dahi kaybetmeden çözüme yönelik eylemlere başlanmalıdır. Neler yapılabilir?
Hem müsilaj sorunun tekrarlanmaması hem de Marmara Denizi’ndeki büyük kirliliği kontrol altına almak adına ön artıma sistemleri yerine ileri biyolojik atıksu arıtma sistemlerine geçiş sağlanmalıdır.
Ergene havzasının vakit kaybedilmeksizin atıksu yönetimi planlaması yapılmalı, her türlü denetim, kontrol ve deşarj parametreleri şeffaf ve ulaşılabilir olmalıdır.
Son derecede hassas bir dengesi olan Marmara Denizi’nin korunabilmesi için iklim değişikliği ile mücadelenin olmazsa olmaz olduğunun bilinmesi gerekmektedir.
Küresel iklim krizine karşı da ‘iklim krizine karşı acil eylem planı’nın yayınlanarak plana katı bir şekilde uyulması gerekmektedir.
Marmara Denizi genelinde arıtmasız yapılan deşarjların önlenmesi gerekmektedir. Halihazırda çalışan ve yapımı planlanan enerji santrallerinin soğutma suyu borularının, elverişli bir ortam bulup üreyen kirlenmiş organizmalar ile dolarak kullanılamaz hale geleceği, bunun önlenmesi için klor türevlerinin kullanıldığı ve gelecekte de kullanılacağı unutulmamalı ve bu sorun önlenmelidir.
Karabiga çevresinde kurulmak istenen termik santral için hazırlatılan ÇED raporunda tam da tesisin kurulması planlanan alanda bulunan Akdeniz Fokları ‘Proje sahası ve çevresinde Bern Sözleşmesi gereği koruma altına alınmış alan bulunmamaktadır’ ibaresi ile görmezden gelinmiş ve bu raporu da ilgili bakanlık olumlu bulmuştur. Bu ve benzer hatalardan muhakkak geri dönülmesi gerekmektedir.
Bilimsel çalışmalar için deniz suyu su kalitesi ve ilgili değerler ölçülmeli ve erken uyarı sistemleri oluşturulmalıdır.