La Casa De Papel’i yeni izledim. Dizi dünyada izlenme rekoru kırmış.
Bunda elbette diziye sahip çıkıp dünyaya tanıtan Netflix’in de başarısı büyük. Ama dizinin yaratıcısından, yöneticisine, oyuncularına kadar müthiş bir ekip var.
La Casa De Papel’in yapımcısı Alex Pına’ın dizinin izlenme rekorları için yaptığı yorum şöyle: “İnsanların, diziyle eğlenceden öte bir bağ kurduğunu fark ettik. Suudi Arabistan’da açılan devasa pankartları gördüğümde inanamadım.”
İnsanların dil, din, ırk farkı olmaksızın diziyle bir bağ kurdukları gerçek.
Her milletten ve inançtan insanı etkileyebilmek de kolay değil. Ben de internetten bir DALİ maskesi sipariş edip, fotoğraf çektirdim.
Bir film eleştirmeni değilim ama izninizle filmin neden bu kadar çok izlendiğini ve benimsendiğiyle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Öncelikle müthiş zekâ elbette…
Filmin konusu soygun ama kurgulama ve uygulama biçimi soygundan çok bir hak arama, adaletsizliğe başkaldırı hissiyatında.
İlk soygun, İspanya Kraliyet Darphanesi’nde gerçekleşiyor. Soygunu organize eden Profesör, soyguna gerekçe olarak, bir gecede devletin para basıp bankada mevduatı olan zenginlerin hesabına geçirdiğini söylüyor ve buna itiraz ediyor.
Devlet, darphane’de para basınca suç olmuyorsa, bir grup vatandaş basınca neden suç oluyor?
Bu bakış açısı suçu meşrulaştırmak olarak algılanabilir ama kimsenin parasını almıyorsanız ve mevcut düzene bir itiraz varsa, kafalarda soru işareti bırakıyor.
Grubun başındaki kişi - yani dizinin başkahramanı - Profesör, zeki olduğu kadar naif bir insan. Rehinenelere, polise yani herhangi bir insana zarar gelmemesi için azami gayret gösteriyor.
Bu naiflik içinde adaletsizliğe meydan okumaya karşılık devlet yetkilileri ve polisin insandan ziyade itibar derdine düşmesi, işin can alıcı boyutu.
Bir taraf duyguyu ve direnişi diğer taraf duygusuzluğu ve kibri temsil ediyor bir anlamda. Dolayısıyla izleyici duygunun ve direnişin tarafında duruyor.
Dünyadaki ekonomik ve idari adaletsizliği göz önüne aldığımızda çok da haksız sayılmazlar sanki…