Kubilay Kaptan
Kent, Göç ve Yozlaşma
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında nüfusun önemli bir kısmı köylerde yaşamaktaydı. Bu oran, yıllar itibari ile kentler lehinde bir gelişme göstermiştir. Nüfusun yerleşim yerleri arasındaki değişiminin en önemli nedeni, köyden kente olan göçlerdir. 1980 yılında yerleşim yerleri arasında göç eden nüfus oranı %9,34 iken, bu oran 1985’te %8,67, 1990’da %10,81 ve 2000 yılında ise %11,02 olarak tespit edilmiştir. Bu dönemlerde yaklaşık 15 milyon insan, çeşitli nedenlerden dolayı yaşadıkları yerlerden ayrılmıştır.
Ülkemizde özellikle iç göç oranı dış göç oranına göre daha fazla olmakla birlikte, iç göçlerin oranı artan bir çizgi izlemektedir. Kırsal bölgelerde yaşayan ve kente gelen kişiler yeni bir yaşamla karşılaşmakta, farklı kültürel değerlerle tanışmaktadır. Beklentilerine kavuşmak uğruna kırsal alandan göç edenler zaman zaman kültürel değerlerinde değişikliklere izin verebilmektedir. Çünkü kırsal alanda sürdürdükleri yaşam etkinlikleri ile kent yaşamında karşılaştıkları yaşam etkinlikleri birbirleri ile birçok alanda ayrışmaktadır. Bu değer değişikliği bazı durumlarda o kadar fazla yaşanmaktadır ki kişi kendine ait değerleri tamamen kaybederek, kendine yabancılaşmaktadır.
Kültürel yabancılaşma, toplumun veya ferdin içine doğduğu ve içinde öğelerine dayanarak büyüdüğü atmosfere yabancılaşması, onu hayatında geri plana itmesi veya hayatında ona hiç yer vermemesidir.
Zygmund Bauman’a göre modern toplumun sorunu, yabancıların nasıl tasfiye veya tecrit edileceği değil, tüm bilişsel yetersizlik, kararsızlık ve belirsizliklere rağmen, sürekli olarak yabancılarla bir arada nasıl yaşanacağı sorunudur. Modernitenin sürekliliği yabancının korunmasına ve geliştirilmesine bağlıdır. Yabancılar olmadığında onları icat etmek gerekir. Modernlik öncesinde “geçici bir tahrik unsuru” olan yabancılık, modernleşmeyle sürekli bir durum haline gelmiştir.
Bauman, yaşadığımız toplumu “kentsel toplum” olarak adlandır. İnsanlar kalabalık halinde bir arada yasarlar, gündelik isleri süresince başka insanların oturduğu başka alanlara girerler. O kadar çok insanla karşılaşırlar ki hepsini tanımaları mümkün değildir. Yabancılarla birincil ilişki ve dostluk kurulamaz.
İlişkiler iş ilişkilerine indirgenir, sosyal bağ kurmaktan sakınılır. Kaçınılmaz fiziksel yakınlaşmanın manevi bir yakınlaşmaya dönüşmemesi için çaba gösterilir. Ne var ki yaşadığımız dünya daha çok yabancılarla dolu bir “evrensel yabancılık” dünyasıdır. Yabancı, birlikte yasamak zorunda olduğumuz insandır. Kentsel yasamın zorunlu mekânları olan kamusal mekânlarda, her an yabancıların varlığını hissederiz. Yabancılardan oluşan kentsel kalabalıklar arasında insan kendini, sorunların üstesinden kendi imkânlarıyla basa çıkmak zorunda bırakılmış, “önemsiz”, “yalnız” ve “vazgeçilebilir” hisseder.
Toplumsal bazı kurumların yapısı ise kırsala göre değişkenlik göstermektedir. Bu kurumlardan biri de ailedir. Kırsal alanda daha çok geniş aile yapısına rastlanmakta iken kentlerde genellikle çekirdek aile yapısına rastlanmaktadır. Kırsal alanda aile geniş aile olmasının yanı sıra akrabalık ilişkileri de sıkı bir şekildedir. Hızlı kentleşme sonucunda kent kültürünü özümsenemeyişi apartman hayatı ve kente tutunmak için verilen mücadele nedeniyle yeni kentlilerin sosyal anlamda büyük boşluğa girdikleri ve kalabalıklar içinde yalnızlaşarak kendi kabuğuna çekildiğini görmekteyiz.
Oysa, kentleşmede bireyler iş hayatlarının yanında çeşitli sivil toplum örgütlerine veya belirli çevrelerle etkileşim içerisine girerek topluma adapte olmaktadır. Yeni kentliler bu soruna kendilerince çözümler getirmeye çalışmışlardır. Bunun en önemli örneğini hemşeri derneklerinde görebilmekteyiz. Başlangıçta kente yeni gelen hemşerilerine yardımcı olmak, yol göstermek ve hemşerilerini bir arada tutmak gibi amaçları varken günümüzde de varlıklarını daha güçlü bir şekilde korumakla birlikte birer baskı öğelerine dönüşmektedirler.
- Yüzyılın en önemli özelliklerinden birini teşkil eden bu hızlı kentleşme süreci ile birlikte gerek bireylerin, gerekse bir bütün olarak toplum hayatını etkileyen, hızlı ve sağlıksız kentleşmenin sebeplerinden olan göç faktörünün etkisiyle işsizlik, konut yetersizliği, yalnızlık, yabancılaşma gibi birçok sosyal sorun baş edilmeyi beklemektedir. Ancak, tüm olumsuzluklara rağmen kırsal alandan göç eden bu kişiler kentsel yaşama ayak uydurmaya çalışmaktadır. Genellikle zaman içinde kentte yaşama sürecinde göç eden aileler çözülmeye uğramaktadırlar. Değerlerinde oluşan bu çözümleme sonucunda aileler ne kırsal bölgelerde devam ettirdikleri yaşamlarına geri dönebilmekte ne de kendilerini kente ait hissedebilmektedirler. Kentte yaşamlarının sürmesi için değerlerinde çözümlemelere uğramaktadırlar. Değerlerde olan bu değişiklik en çok yozlaşma olarak kendini göstermektedir. Sahip olunan kültürün değerlerin hiçbir yaşanmışlık olamamasına rağmen, başka kültürlere özenilerek ortaya çıkması durumunda hiçbir kültüre sahip olamama, yozlaşma meydana gelmektedir. Yozlaşma sonucunda toplumun içinde bulunduğu kültürel değerlerde çözülme görülmektedir. Bu toplumda bulunan kişiler arasında da çözülme anlamına gelir. Zaman içerisinde yozlaşmanın derecesine bağlı olarak ortak değerler yok olmaya başlar ve bu durumda da toplumun yapısında bozulmalar, ayrışmalar meydana gelmektedir.