İskender Özturanlı
Kanal İstanbul, Muamma ve İmdat Freni
Kanal İstanbul. Bir şehrin, bir bölgenin, hatta iki denizin, Karadeniz ve Marmara’nın kaderini bir daha geri dönülmezcesine değiştirecek bir proje. Neden yapıldığı, hangi saiklerle bu işe girişildiği, hangi gerekçelerle doğanın, çevrenin, demografinin mekansal rantın bu denli zorlanarak değiştirilmek istendiği anlaşılamıyor. Doğanın milyonlarca yılda yarattığı kendi doğal ahengini, insan yerleşimlerinin tarihsel ve toplumsal akışının kararsız dengesini alt üst edecek, bu yüzden kabul edilemeyecek, asla anlaşılamayacak, şehre vurulmuş büyük bir neşter.
Marmara Denizi zaten beton bloklarla, istiflenmiş insan yerleşimleriyle, arıtmasız sanayi tesislerinin döktüğü kimyasal atıklarla, kötü avlanmaların, deniz dibi ağlarının, Ergene nehrinden Bandırma’ya doğrudan biyolojik bir arıtmaya tabi tutulmaksızın ölen bir deniz, oksijensiz astımlı bir deniz, bu oksijen tamamen tüketilecek şimdi.
Karadeniz’den gelen suyun yüksekliği ile dinamik ve canlı bir deniz haline gelen Marmara’nın üzerine açılacak ikinci bir musluk ile bütün eforu tüketip, ortadan ikiye ayırdığı bu yeni hat üzerinde oluşan adacıkta 8 milyon insanın yaşayacağı, İstanbul’a yeni gelecek bir milyon nüfusla birlikte beton bloklarla dolu müthiş rant alanı oluşacak. Bu adanın içine hapsedilmiş 8 milyon insan, son eforu ile tüketilmiş oksijen yerine çürük yumurta kokusu ve ölü bir su ile yaşayacak.
Ölü bir denizin üstündeki bu büyük bir rantın anlamı da şu; İlk kez bu kadar büyük bir arazi üzerinden tamamen iktidarın belirleyeceği bir değer ve fiyatlama ile oluşan bir değer temellükü doğacak. Yeni ve artık aşılmaz bir servet eşitsizliği üretilecek, kamunun hakkı olan, sadece bu kuşakların değil gelecek kuşakların da payından, şehir hakkından alınarak doğacak bir değer gaspı ve onun üzerinden yaratılan büyük rant, mekanın bu son ve acımasız tanımlamasıyla yeniden oluşacak. Bu toplumu, bu şehri bir adadan çeperlere dek bölen, ayrıştıran bütün sosyal ve kültürel, sınıfsal ayrımın zirve yapmasıyla şehrin müştereği tamamen kopacak.
Bir İstanbul’un içinden iki, hatta üç İstanbul çıkacak, bir İstanbul diğerine karşı, bir İstanbul diğeriyle birisi var olmak diğeri varlıklı olmak adına, birbirini kemiren, birbiriyle çatışan iki şehir doğacak. Bu yeni yerleşim alanlarına göç ve iskan, paranın, rantın en acımasız kurallarıyla çizilecek.
Bu yapay şehrin kenarında daracık bir kanaldan geçecek gemilerden gelen gelirler elde edileceği zannedilerek, 60 milyar dolarlık bir maliyet üstlenilecek. Buna köprülerden yollardan yeniden yapılacak arıtma ve atık su maliyetlerini de eklerseniz, 70 milyar doları bulan bir borç yükü bu. Üstelik açıklamalarda dendiği gibi ödenmezse tahkim mahkemelerinde söke söke alınacağı iddia edilen bir yük bu. Bu yük, yeni vergiler yoluyla toplumun en geniş kesimlerine dağıtılırken, bunun değeri ancak yukarıdaki bir avuç insana, bu adacığa, bu uydu kentteki ekonomik ve siyasal elite kalacak. Cefasını toplum çekerken sefasını bu ayrıştırılmış kitle sürecek.
Kanal yeni bir promosyonla otomobil satar gibi pazarlanmayacağına ve bölgedeki enerji akışı artık daha çok boru hatlarıyla süreceği belliyken, Rusya’dan Balkanlara yeni hatlar oluşurken, gemi gelirlerinde bir patlama yaşanmayacak, bu kesin.
Öte yandan, riskli denilen İstanbul Boğazı’nın en dar yerinde genişlik 698 metre ve derinlik 120 metreyken yapılacak kanalda derinlik 20.75 metre ve en dar yerinde 275 metre olacak. İstanbul Boğaz’ındaki tıkanma ve kaza yapma riski, bu daracık yerde nasıl bertaraf edilecek? Bununla ilgili bir öneri var mı? Geçtiğimiz aylarda Süveyş kanalında Evergreen’in tankeri nasıl da tıkanıp bütün sistemi alt üst etmişti. Üstelik Süveyş daha geniş ve derin. Burada Süveyş’in derinliğinin 24 metre, yüzey genişliğinin ise 313 metre olduğunu da belirtelim. Dahası da var; denizin üzerinde sığ ve dar bir su yaratıp buraya yerleşim alanları yapacaksınız, gene derin drenajla bu yeni atıkları kanalizasyonu, bu yeni fazlayı Marmara’nın ve Karadeniz’in en derin noktalarına püskürteceksiniz. Daha fazla fosfor oluşumuna, alglere, bakterilere yol açacak bu.
Üstelik Başkan Ekrem İmamoğlu’nun dediği gibi 23 milyon metrekare orman alanı, 136 milyon metrekare halen kullanılan tarım alanı yok olacak.
Prof. Naci Görür’ün dediği gibi deprem, heyelan, su baskını, tsunami riski de çabası.
Bu iş nasıl durur? Muhalefetin, “Paraları ödemeyeceğiz” çıkışı yeterli olur mu? Daha neler yapmalılar? Burada Küba borçlarında, Nelson Mandela döneminde olduğu gibi çirkin, musibet borç (odious) kullanılabilir mi? Bunu da başka bir yazıya bırakalım.