Kubilay Kaptan
Kalıcı deprem konutları üzerine
24 Ocak’ta Elazığ’da meydana gelen ve 41 vatandaşın yaşamını yitirdiği 6.8 büyüklüğündeki depremin ardından bir yıl geçti. Şimdiye kadar Elazığ, Malatya, Diyarbakır, Adıyaman ve Kahramanmaraş’ta yapılan hasar tespit çalışmalarında incelenen 13 bin 346 binanın yalnızca yüzde 35’inde hasar olmadığı belirlendi.
Farklı bölgelerde yapılan kalıcı deprem konutlarını ziyaret ettiğimde benim inşaat mühendisi olarak, vatandaşların kullanıcılar olarak farklı eleştirileri oldu. Bugün yazımı bu tespitlere ayırmak istedim.
Kalıcı konutların üretim ve kullanım süreçlerine bakıldığında tasarımcılar ve yapımı gerçekleştiren proje müelliflerinin gözüyle yapılan değerlendirilmelerde tasarımcıların kendilerine verilen rolden ve örgütlenmeden şikayetçi oldukları, süreç içerisindeki birleştirici rollerini yerine getiremedikleri, tasarım kararlarında teknolojinin kısıtlamalarını aşamadıkları görülmekte ve bunların kentsel tasarım açısından yerleşmede sorunlara neden olduğu saptanmaktadır. Bu doğrultuda;
• Yerleşimdeki konutlarda sadece ayrık nizamların tercih edildiği ve süreklilik unsurunun bulunmadığı,
• Sosyal ve kültürel donatıların yetersiz olduğu ve yerleşimin kalbini oluşturamadıkları, sosyal donatıların varlığına rağmen yetersiz kaldıkları,
• Afet öncesinde, deprem olduğu takdirde yerleşim alanlarının belirlenmemiş olduğu,
• Kentsel planlamanın içinde yer aldığı kentin yerel yönetimlerinin sürece dahil edilmediği, yerleşim kararlarının verilmesinde görüşlerinin alınmadığı görülmektedir.
• Deprem sonrası inşa edilen konutlar için, kamulaştırılan arazilerin yapılaşmamış önemli bir kısmının boş kalması söz konusudur. Dolayısıyla kamu mülkiyeti niteliğinde, kentsel gelişim ve dönüşüm süreçlerini de etkileyecek bir taşınmaz birikimi oluşmaktadır. Elde edilen bu stok için, hasar gören konut alanlarındaki mülkiyet problemlerinin çözümüne yardımcı olunması yönünde bir anlayış geliştirilmelidir.
• Kalıcı konut alanları, inşaatların bitimi sonrasında belediye mücavir alanlarına dahil edilmektedirler. Dolayısıyla, gerekli hizmetlerin sağlanmasında belediyeler görevlidir. Fakat mevcut kentsel yerleşimlerden uzak kalan kalıcı konut alanları, belediyeler için de fazladan hizmet götürülmesi gereken yerler olarak görülmektedir. Ayrıca site yönetimlerinin oluşturulamaması, muhtarlık statüsünde bir yönetim anlayışının gelişmesi, kalıcı konut alanlarının ihtiyaçlarının uzağındadır. Kentlerin çeperlerinde inşa edilen bu yeni yerleşim alanlarının ilgili belediyeler içinde ‘Yeni Yerleşim Alanları’ statüsünde ele alınması gerekmektedir.
• Yeni konut alanlarında, farklı yerlerden hak sahibi olan afetzedeler bir arada yaşamaktadırlar. Dolayısıyla farklı özelliklerde sosyalleşme süreçleri ile yaşanılan mekanlara farklı nitelikte katkıların yapılması söz konusudur. Komşuluk ilişkileri, açık alanların bakımı ve mülkiyet düzenlemeleri, sosyal ilişkileri birlikte etkilemektedirler. Tasarımlardaki müstakil çözümlemeler ve ortak kullanım alanlarında mülkiyet düzenlemesinin olmaması, kalıcı konut alanlarında yönetim birimlerinin oluşmasını da engellemektedir. Dolayısıyla, yeni konut alanlarında kendi içinde bütünleşen bir yaşam da oluşamamaktadır. Bu nedenle, kalıcı konut alanlarının mevcut kentsel alanlarla bütünleşme sürecinde, sosyal donatıların ve konut dışı kullanımların, iş ve alışveriş merkezlerinin, okul ve yeşil alanların daha kapsamlı bir çerçeve dahilinde kurgulanması gerekmektedir.
Konut tasarımı açısından bakıldığında ise;
• Konuttan ve alandan yararlanacak olan kullanıcıların sosyo-kültürel, sosyoekonomik durumlarının, yaşam alışkanlıklarının, aile yapılarının ve konuta yönelik beklenti ve isteklerinin bilinmiyor olması ve bunların bir veri teşkil etmemesi neticesinde yapılan tasarımlar olduğu,
• Projelerin sınırlı tipte ve kısa zaman içinde üretilmesinin istendiği,
• Bakanlık tarafından depreme dayanıklı tasarımın ön plana alınarak, bu teknolojiye yönelik tasarımlar yapılmasının koşul olarak öne çıkarıldığı,
• Deprem sonrası bilimsel olarak bütün analiz ve sentez çalışmaları yapılamadığı için tasarımlarda eksiklik ve hataların olduğu,
• Tip projelerin henüz eskiz aşamasındayken altyapı-makine-elektrik ve ilgili diğer disiplinlerdeki çalışanların bir araya gelip ortak karar almaması neticesinde süreç içinde bazı aksaklıkların ortaya çıktığı,
• Ve sonuç olarak yerleşim ve konut tasarımında tasarımcıların süreçte edilgin bir duruma düşürülmesi ve devletin tasarımcıların özgür olmasını engellemesi ve tasarımın sınırlandırılması olarak belirlendiği görülmektedir.
Bu tespitler dışında farklı yerlerde afetzedelere TOKİ tarafından yaptırılan ancak müteahhidin işi tamamlamadan kaçması sonucu borcundan dolayı elektrik ve suyu olmayan afet konutlarına hala oturamayan depremzedelere ödeme emri gönderildiği de bilinmektedir. Afet konutları için hangi kriterlere göre fiyatlandırılma yapıldığının belli olmaması farklı sorunlara neden olmaktadır.