Vahap Coşkun
Hukukun Emri Değil Ortağın Talebi
İktidarın, HDP’yi yargıyı kullanarak baskı altına alma ve sistem dışına itme siyaseti son hız devam ediyor. 17 Mart, uzun süredir ısrarla sürdürülen bu siyasetin zirve noktası oldu. Aynı gün önce HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşürüldü, sonra HDP’ye parti kapatma davası açıldı.
Gergerlioğlu “terör örgütünün propagandasını yapmak” suçundan kesinleşen cezasının Meclis Genel Kurulu’nda okunmasıyla milletvekili sıfatını kaybetti. Bu ceza ona, bir haber sitesinde yer alan ve bugüne kadar hakkında herhangi bir cezai işlem yapılmayan bir haberin linkini paylaştığı için verildi.
Akıl alır gibi değil; çünkü haberin içeriğinde herhangi bir suç unsuru bulunmuyor. Yargı makamları da bu nedenle, haberin kendisine ilişkin kılını bile kıpırdatmadı. Fakat haber sitesi için takınılan bu doğru tavır, söz konusu bir HDP milletvekili olduğunda şaştı ve milletvekiline hukuka aykırı bir şekilde dava açıldı.
Yargılama süreci de baştan aşağı hukuksuzlukla örüldü. Yargılamanın durdurulması gerekirken oy çokluğuyla yargılamanın devamı yönünde karar alındı. Normalde beraat çıkması gereken bir davda Gergerlioğlu mahkûm ettirildi. Böylece evvela olmayan bir suç yaratıldı, akabinde buna dayanılarak Gergerlioğlu’nun vekilliği elinden alındı.
İktidarın Boyasını Kazımak
Hülasa Gergerlioğlu’nun başına gelenin hukukla bağlantısı yok. Karar, bütünüyle bir hukuksuzluk belgesi. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 21 sayfalık onama kararının 16 sayfasında karara muhalif kalan üyenin derinlikli itirazları vardı. Ders niteliğindeki şerh hem esas hem de usul açısından ne denli gayri-hukuki olduğunu cümle âleme gösteriyordu. Muhalefet şerhinin ipliğini pazara çıkardığı kararın, AYM’den döneceği de kesin.
Gergerlioğlu, insan hakları mücadelesinin içinden gelen bir hekim; mazbatasını aldığı ilk günden itibaren tek başına bir insan hakları kurumu gibi çalıştı. Sözüm ona insan haklarını korumak için oluşturulan kurumlar vatandaşların şikâyetlerine gözlerini kapatır ve taleplerini duymazdan gelirken, Gergerlioğlu her yerde hakkın peşinden koştu. İhlallerin izini sürdü. Sahibinin kimliğine bakmadan mağduriyetleri araştırdı, yapılan yanlışlıkları ve hataları ortaya çıkardı.
Özellikle kadınların çıplak aranma iddialarını gündeme taşıması kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. İktidar temsilcilerinin buna mutlak bir biçimde karşı çıkmaları, bu muameleye maruz kalanların tanıklığı karşısında boşa çıktı. İktidarın asabını bozan bu gerçeğin meydana dökülmesi Gergerlioğlu’nun hayatında önemli bir kilometre taşı oldu. Zannederim, onun hakkındaki sürecin yangından mal kaçırır gibi hızla sonuçlandırılmasında, iktidarı kamuoyu nezdinde çok güç bir duruma düşüren bu olay belirleyici bir rol oynadı.
İktidarın insan hakları boyasını kazıdı Gergerlioğlu ve boyanın kapattığı kiri, pası gözler önüne serdi. Onun, demokratik ilkeler ve siyasi özgürlükler ayaklar altına alınarak cezalandırılmasının asıl nedeni de buydu. Affedilmez bir suç işledi Gergerlioğlu; iktidarın görmeyi ve görülmesini istemediği gerçek yüzüne ayna tuttu. İktidar da üstünü başını düzeltmeye mecali olmayınca kalktı aynayı kırdı. Gergerlioğlu’nu siyaseten cezalandırıp buna hukuki kılıf dikti.
Cirminden Fazla Yer Yakan Ortak
Halkın farklı kesimlerinin desteklediği muhalif bir vekil olan Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesini müteakip partisi HDP’ye de kapatma davası açıldı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin hazırladığı iddianamede, HDP’nin kapatılması istemini iki nedene dayandırdı: “HDP yöneticisi ve üyelerinin PKK terör örgütü ve bağlı örgütlerle birlikte hareket etmeleri” ve “örgütün uzantısı olarak faaliyetlerde bulunarak Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve ortadan kaldırmayı amaçlamaları.” Şahin, ayrıca, HDP’nin 600’dan fazla üyesine de siyaset yasağı getirilmesini talep etti.
Her ne kadar kanuni bir forma sokulmaya çalışılsa da bu kapatma davasının altında siyasi bir hesabın ve isteğin yattığı izahtan varestedir. Şeklen bu dava Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılmış gözükse de aslen davayı açan MHP’nin Genel Başkanı Bahçeli’dir.
Zira iktidarın cirminden daha fazla yer yakan küçük ortağı bu yılın başından beri her grup toplantısında HDP’nin kapatılması yönünde çağrıda bulundu. Sürekli el yükseltti ve 2 Mart’ta “HDP’nin kapatılması acildir, hayatidir, şarttır” ifadelerini içeren talimat niteliğinde bir konuşma yaptı.
AK Parti, başlangıçta kapatmaya mesafeli bir tutum takındı. En yetkili ağızlarından, partilerin kapısına kilit vurmanın Türkiye demokrasisine bir katkı sunmadığına ve partinin tüzel kişiliği yerine şahıslara müeyyide uygulamanın daha yerinde olacağına dair açıklamalar geldi. Ancak Bahçeli vitesi artırdıkça AK Parti’de karşıt sesler kesildi, bunun yerine HDP’nin kapatılmasını savunan isimler öne çıkmaya başladı. Gerekli mesajı alan yargı da HDP’yi kapatmak için düğmeye bastı.
Bahçeli’nin bastırması neticesinde açılan bir dava var ortada. Bahçeli bahsetmeyinceye kadar muhtemelen yargının aklının köşesinden böyle bir dava geçmiyordu. Ama ne zamanki Bahçeli ısrarla üzerinde durdu, yargı da konuyu gündemine aldı, alelacele bir iddianame hazırladı ve davayı AYM’nin önüne götürdü.
Yani kapatma davası, hukukun emri değil, siyasi hesapların ve Bahçeli’nin talebinin ürünü.
Parti Kapatılabilir ama Seçmen Kapatılamaz
Başsavcı’nın iddianamesi kabul edilirse AYM, HDP’den savunma ister. Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapan AYM, 15 üyeden oluşur. AYM, bir partinin kapatılmasına ya da devlet yardımından yoksun bırakılmasına üçte iki çoğunlukla karar verebilir. (m. 149) Hukuki süreç, her halükarda belli bir zaman alır. Nitekim hâlihazırda AYM’nin önünde dört parti ile ilgili (Türkiye Kürdistan Partisi, Kürdistan Sosyalist Partisi, Kürdistan Özgürlük Partisi ve Kürdistan Komünist Partisi) kapatma davaları var ve bu davalar iki yıldan fazla bir süredir karara bağlanmayı bekliyor. Keza yargılamanın bir aşmasında HDP kendini fesh etme yoluna da gidebilir. Bu durumda dava düşer.
Türkiye bir siyasi partiler mezarlığı. HDP de parti kapatmalara yabancı değil. HEP, ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP, HDP ve DBP gibi bu siyasi gelenek içinde yer alan partiler ya Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldılar ya da haklarında dava açıldığından kendilerini feshetme yoluna gittiler. İbretlik bu kara tablo, iki mühim hususa işaret ediyor:
Birincisi, hemen her partisi bir şekilde oyun dışına itilmesine rağmen, bu gelenek demokratik siyasi sahayı kullanma iradesinden geri adım atmıyor. Müesses nizam her seferinde bir kulp takarak partilerini tasfiye etmeye yelteniyor ama bu gelenek kendine siyasette yer ve alan açma noktasında ısrarlı davranıyor, direnç gösteriyor. İktidarlar kıymetini bilmese de siyasette var olma kararlığı çok değerlidir.
İkincisi, sürekli budanmasına karşın bu geleneğin tabanını genişletmesidir. 1990’larda yüzde 4’lerde başlayan yolculuk bugünlerde yüzde 10-12 bandında seyrediyor. Olası bir kapatmanın bu gidişatı değiştirmesi güç; çünkü bir partinin kapısı hukuken örtülebilir ama kitlesi ortadan kaldırılmaz. Seçmenin oy vermesi engellenemez. Parti kapandı diye fikriyatı anında buharlaşmaz. Destekçilerinin ona bağlanmalarını sağlayan dinamikler, bir hukuki kararla, ters yüz edilmez.
Demokles’in Kılıcı
Ezcümle kapatma davası, HDP’ye ya da onun devamı olacak bir partiye siyaseten bir kayıp yaşatmaz. Ama HDP oylarında gözü olan, koltukta kalmak için bu partiyi devre dışına çıkarmak ve muhalefette ikilik yaratmak için hukuku dolanmaktan imtina etmeyen iktidara iki taraflı kaybettirir:
Bir taraftan açık bir haksızlığın kurbanı olma ve mağduriyet duygusu, HDP seçmeninin partisine daha fazla sarılmasını sağlar. Diğer taraftan ise Kürt seçmenler ile iktidar arasında zaten var olan makas bir daha kapanmayacak derecede açılabilir.
Parti kapatma mevzusunun, iktidarın insan hakları, ekonomik reform ve yeni anayasa gibi plan ve projelerini daha baştan ölü doğdurduğunu da eklemek gerekir. Yargıdaki gücüne ve yasamadaki çoğunluğuna dayanarak muhalefetin başında türlü tehditleri Demokles’in kılıcı gibi tutan bir iktidarın hak ve özgürlükleri tahkim edeceğine inanacak çok az kişi çıkar.
Kayyumlarla yerelde; dokunulmazlıkların kaldırılması, vekilliklerin düşürülmesi ve parti kapatmayla genelde millet iradesine gem vurmanın siyaseten izah edilebilir bir yönü olamaz. Vatandaşları en temel siyasi haklarından olan temsil haklarından mahrum kılmak, demokrasinin altını oyar. Siyasal çoğulculuğunun önüne set çekmek, şiddet taraftarlarının ekmeğine yağ sürer. Kaybeden bütün ülke olur.
Parti kapatmanın bir derde derman olduğu görülmemiştir. Bunca tecrübeden sonra memleketin sürekli kendine ağır maliyetler çıkaran aynı yere dönüp durması yazık! Çözüm üretmediği, bilakis yaraları derinleştirdiği sabit olan metotlarda ısrar etmek ise, bir siyasi akıl göstergesi değildir.