Vahap Coşkun
Gönülde Yatan Aslan ve Matematik
Altı partinin kendi aralarında bir yönetim şeklinde mutabık kalmaları “vesayet” olarak nitelenemez. Vesayet, dışarıdan dayatılan ve iradeyi sınırlayan bir hali ifade eder; aktörlerin iradeleriyle bir anlaşmaya varmalarına “vesayet” demek, en iyi niyetli yorumla, bu kavramın içeriğini boşaltmaktan başka bir mana taşımaz.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun geçen hafta kullandığı iki cümle siyasi arenada fırtınalar yarattı. İfadelerden ilki, Altılı Masa’nın seçimi kazanması halinde, yönetimde karar alma yöntemine dairdi. Davutoğlu, Altılı Masa’daki genel başkanların tamamının, yönetimde bir yetki sahibi olacaklarını belirtti.
“Cumhurbaşkanı içeriden veya dışarıdan olsun, şunu bilecek, genel başkanlar stratejik kararda imza yetkisine sahip olacak.”
İfadelerden ikincisi ise, “Peki, seçilen cumhurbaşkanı sizin bu kararınızı dinlemezse ne olur?” sorusuna cevap verirken, bunun bir krize neden olacağını belirtmesiydi. Davutoğlu’na göre, Masa’nın ortak adayı olarak sandıktan galip çıkan kişinin Masa’ya kulak tıkaması ve memleketi tek başına idare etmeye kalkışması, siyasi bir krize neden olacak ve yeni bir seçimi beraberinde getirecekti.
“Kriz çıkar. O cumhurbaşkanı Meclis desteğini kaybeder, ülke yeniden erken seçime gitmek zorunda kalır.”
Müzakere ve Ortak Akıl
Bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde Davutoğlu’nun bu ifadelerden iki maksadının olduğu anlaşılabilir:
İlki, kendi yönetim sistemlerinin, Cumhur İttifakı’ndan tamamen farklı olduğunu vurgulamaktı. Gayet doğal bu; zira Altılı Masa’nın mevcut iktidara yönelik eleştirilerinin odağında, Erdoğan’ın tek adam olduğu iddiası yatıyor. İktidarın tek bir kişide toplanmasının devlet çarklarını işlemez hale getirdiği ve memleketi her sahada geriye götürdüğü belirtiliyor.
Davutoğlu da buna karşı, kazandıkları takdirde, ülkeyi ortak akla dayanan bir modelle idare etmekten bahsediyor. Kritik meselelerde liderlerin görüş alışverişinde bulunacaklarını, hassasiyetlerini paylaşacaklarını ve kararın da buna göre şekilleneceğini söylüyor. İttifak hukukunun, bir kimsenin dikine gitmesini değil, ortak yol bularak ilerlemeyi içerdiğini anlatıyor.
Doğrusu burada ortalığı tozu dumana bulayacak herhangi bir durum yok! Çünkü nihayetinde bu altı parti hep birlikte bir yükün altına giriyor, bir risk alıyor. Eşyanın tabiatı gereğince, eğer bu yükün altında kalırlarsa bir bedel öderler. Yok, bu yükü kaldırırlarsa, o vakit de bu yeni iktidar mimarisinin içinde bir yer talep ederler. Siyasi partilerden, sorumluluğu üstlenmelerini ama seslerini çıkarmamalarını beklemenin iler tutar bir tarafı yoktur.
Seçmene Garanti
İkincisi, Davutoğlu bu ifadelerle, esas olarak, muhafazakâr-dindar camiaya bir garanti vermeye gayret ediyor. Altılı Masa’nın seçim meydanından muzaffer ayrılabilmesi için, daha önce Cumhur İttifakı’na oy vermiş seçmeni kendi yanına çekebilmesi gerekiyor. Cumhur İttifakı’nın havuzu da, ağırlıklı olarak muhafazakâr-dindar kesimlerden gelen oylarla doluyor.
CHP kimliğinin ise bu kesim nezdinde negatif bir geçmişi ve algısı var. Dolayısıyla, lokomotifliğini CHP’nin yaptığı bir iktidar yapısına, muhafazakâr-dindar seçmenlerin kahir ekseriyeti şüpheyle yaklaşıyor. Nitekim AK Parti ve MHP de, muhalefeti bu yumuşak karnından vurmaya çalışıyor ve Cumhur İttifakı’nın mağlup olması halinde, türlü badirelerden geçilerek kazanılan mevzilerin kaybedileceği korkusunu tabanına pompalıyor.
Davutoğlu’nun tartışmalara konu olan sözlerinin ardında, esasen, iktidarın bu propagandasının tesirini asgariye indirmek çabası yatıyor. İçinden geldiği ve yakından tanıdığı bir çevreye, endişeye kapılacak bir hal olmadığına dair siyasi bir teminat veriyor. Kendilerinin içinde yer aldığı bir iktidar düzeninde, cumhurbaşkanı hangi partiden olursa olsun, muhafazakâr-dindar seçmenlerin kazanımlarına bir halel getirilemeyeceğini vurguluyor. Aksi yönde bir yönelim olduğunda bunun karşısında duracağının altını çiziyor.
“Altı kaptan bir gemiyi batırır”
Hülasa siyaseten çok normal ve olması gerekenleri söylüyor Davutoğlu; ama hem iktidar hem de bazı muhalif cenahlarda fırtınalar kopartılıyor. İktidar, Davutoğlu’nu iki yönden sıkıştırmaya çalışıyor. Bir, söylediklerinin yeni bir vesayet türüne işaret etiğini, halkın iradesini temsil eden cumhurbaşkanının üzerinde bir tür bir vesayet kurumunun yaratılacağını iddia ediyor.
Ve iki, bu “çok başlılığın” bir yönetim acizliğine yol açacağını ileri sürüyor. Acil bir mesele olduğunda cumhurbaşkanının hemen karar alamayacağını, ülkenin idaresinde kriz doğacağını, her kafadan bir ses çıkan zayıf bir yapıyla ülkenin idare edilemeyeceğini, “altı kaptanın bir gemiyi batıracağını” söylüyor.
Her iki eleştirinin de bir dayanağı yok; evvela altı partinin kendi aralarında bir yönetim şeklinde mutabık kalmaları “vesayet” olarak nitelenemez. Vesayet, dışarıdan dayatılan ve iradeyi sınırlayan bir hali ifade eder; aktörlerin iradeleriyle bir anlaşmaya varmalarına “vesayet” demek, en iyi niyetli yorumla, bu kavramın içeriğini boşaltmaktan başka bir mana taşımaz.
Ve keza, ortak yönetimi bombardımana tabi tutmadan önce, iktidarın dönüp kendisinin müsebbibi olduğu manzaraya bakması gerekir. Hikmetinden sual olunmaz tek kişi dümene geçtiğinden beri gemi her taraftan su alıyor. Her şeyi bir kişinin iki dudağı arasına bırakmanın gemiyi batırdığı görülüyor.
Matematik Diye Bir Şey Var
Mamafih, temelsiz de olsa, iktidarın muhalefete yönelik eleştirilerinin siyaset oyunu içinde bir yeri var. Asıl tuhaf olan, Altılı Masa’nın çevresindeki bazı mahfillerin, Davutoğlu’na taş atmada, iktidarı sollamalardır.
Elbette ki Davutoğlu’nun üslubu eleştirilebilir. Bana göre de, misal “ortak imza hakkı” ifadesinde olduğu gibi aşırı yorumlara kapı açtığı için Davutoğlu’nun üslubunda sorun var. Sivriltmiş oldukları okları atmaya hazır birçok grubun olduğu bir ortamda, diğer liderler gibi Davutoğlu’nun da meramını daha küçük harflerle, daha incelikli bir dille anlatması mecburiyeti var.
Lakin muhalefet kanadından Davutoğlu’nu sigaya çekenlere bakıldığında, sorunun üsluptan daha derin olduğu anlaşılıyor. Bazı muhalifler, “küçük parti” olarak niteledikleri partilerin Altılı Masa içinde almasından rahatsızlar. Tepkilerinin asıl nedeni bu; bir fırsat bulduklarını düşündüklerinden hemen bu mevzuyu işliyorlar. Onların gönlünde sadece CHP ve İYİ Parti’den müteşekkil bir birliktelik yatıyor. Bazen açıktan bazen de ima yoluyla bu istemlerini dışa vuruyor ve diğer partilerin Masa’nın dışına sürülmesi gerektiğini yazıyorlar, çiziyorlar.
Ancak göz var, izan var ve tabii bir de matematik var. İster sağdan hesaplayın ister soldan, salt bu iki partinin toplamının iktidarı kazanmaya yetmediği ortada. Masa’nın mensupları da bunu görüyorlar; seçimden zaferle çıkmanın hepsinin birlikte hareket etmesini gerektirdiğini biliyorlar. Masa’nın kurulma ve varlığını devam ettirme nedeni de bu; yoksa kimse kimseyi kaşına gözüne hayran olduğu için masada tutuyor değil.
Velhasıl, cin olmadan adam çarpmamak ve iktidar cereyanına da erkenden kapılmamak lazım! Tehlikeli bir hal bu; maazallah gönüldeki aslan gider matematiğe çarpar ve insan da ayazda kalır.