İskender Özturanlı
Gıda fiyatlarına darbe, “kira”lara sonsuz özgürlük Neden bu duruma gelindi?
Türkiye AKP’li yıllarda, yatırım amaçlı konut üretimi gibi bir “oksimoron” büyüme modeline odaklandı. Deprem ve diğer sorunları da süratle kendine katan bu ekonomi-politik gerekçe, ucuz kredilerle ev sahipliğini kolaylaştırıcı bir yeni konut furyası ya Ümraniye örneğinde görüldüğü gibi boş alanlara, Hazine arazilerine, işgalli alanlara veya gecekondu bölgelerinin süratle yükselen binalarla çevrilmesine, şehirlerin etrafında yeni şehirler oluşmasına yol açtı.
Ya da Kadıköy-Küçükyalı-Maltepe gibi bölgelerde bitişik nizam kurulmamış eski sayfiye evleri kökenli yerleşim alanlarının, rahat mahallelerin bahçeli evlerinden müteahhit-emlakçı ve inşat tedarikçisi kesimlere büyük bir rant verdiği pastadan yükselen kastlarıyla bir kentsel dönüşüm cazibesi ve balonu yarattı.
İlk durumda kredilendirilemez ve hukuksal hale getiremedikleri sarsıntılı varlıklarını, tartışmalı tahsis belgelerini, müşterek ya da muhasaralı barınma alanlarını ya da imar sorunları çeken küçük arsalarını devasa rant projelerinin bir parçası haline getiren, nispi konforlu evlerde tapuları olan ev sahipleri yaratan, bankalara artık varlıklarını ipotek edebilecek, altyapı hizmetlerine iyi kötü erişebilen, kentli ama geleneksel anlamda hemşeri derneklerinden dini oluşumlara, kendi dayanışma pratiklerini oluşturan, muhafazakar kentli bir orta sınıf üretildi. Bu periferi noktalar, Çorlu gibi, eski sakin beldeleri Dilovası gibi geleneksel işçi sınıfı bölgelerini, Pendik gibi alanı açılmaya müsait eski sakin bölgeleri kalabalık, betonarme binalarla yüklü alanlar haline getirdi. İlk baştaki cazibe, şimdi periferi bölgelerde dengesiz ve adaletsiz rantın belirlediği siyaset, taahhüt ve emlak balonuyla oluşan eşitsizlikler ile özellikle yeni kuşakları daha da yoksullaştırıcı bir sonuç üretti.
Yeni kuşaklar bugün eğitim ve öğrenim görerek bu eşitsizliği telafi etmek adına bölgelerini, şehirlerini terk eden bu yeni kuşaklar büyük bir geleceksizlik, güvencesizlik, işsizlik ve ucuz işçilik sarmalıyla şehirlerin zorluklarını ve maliyetini çeken bir kitleye dönüşmüş durumdalar bugün.
Adaletsiz rant, eşitsizliğin daha da arttığı bir yaşam aile içi şiddete, suça ve uyuşturucuya meyyal kayıp sınıflar, bir anda zenginleşen hoyrat ve zorba azınlık kesimler, kaybettikçe kaybının nedenlerini polarize edilmiş siyaseti kendisine yakın bulan, gerekçesinde haklı ama sonucunda yanlış bir öfkeyi taşıyan insanlar.
Konuta yatırım stratejilerinin, Kadıköy gibi bölgelerde ise eski geniş alanlı rahat barınma alanlarını, aslan payı emlakçılardan başlamak üzere, müteahhitlerden, işin finansmanını yapanlara, ama konut sahiplerini de eski beyaz yakalı ya da eski orta sınıfın çöküşüne neredeyse bir tutam bal sürerek devam etti.
Türkiye’nin deprem tehdidi dışında, konut sahipliği ve kiracılık anlamda elbette iyi olmasa da sürdürdüğü bir denge siyaseti vardı, “yap-satçılık”la süren sorunları olan ama toplumsal dengelerin gözetilmek zorunda kaldığı bu model bugün sadece büyük mülk sahiplerinin, yatırım amaçlı konut alımının özellikle artık sadece tasarruf edebilenlerden değil, apayrı, parasını menkul kıymetlerin getirilerinden kat be kat yüksek ranta teslim etmiş, asla vergilendirilmemiş ve vergilendirilmesi en zor alan olan, konut alım satımından kazanan kesimlerin arzusuna ve insafına terk edilmiş durumda.
Minsky zamanında şöyle yazmıştı:
“Yolunda giden bir ekonomiyi spekülatif bir yatırım teşvikine dönüştürme eğilimi, kapitalist bir ekonomide temel bir istikrarsızlık unsurudur.”
Bu istikrarsızlık konut-barınma-kiralama krizine dönüşmüş durumda.
Konutun şişirilmiş değerlenmesi ise bugün alım-satımdan çok kiralamaya doğru kaymış durumda, son zamanlarda oluşan beklemiş insan hareketliliği, öğrencileri, genç beyaz yakalıları, turistleri, yabancı çalışanları, şehir değiştirmek zorunda kalan işgücünü sömüren bir kölelik halini almış durumda. İlk konut alımı bizde ve benzer ülkelerde iyice düşerken yatırım amaçlı konut alımı, mülkiyeti daha dar ellerde topluyor ve fiyatların hep yüksek kalmasını sağlıyor.
Konut alımında ve kiralamada devlet öğrencilerin, genç beyaz yakalıları ve genç ebeveynleri gözetmek zorunda, bu kesimlerde mülkiyet sıkıntılı, Türkiye’nin giderek kuşaktan kuşağa mülk ve barınma sorunu katlanarak gidiyor, bu mülkiyetin belirli ellerde toplanması, giderek daha geniş bir kesimin bırakınız artık ömür boyu ev sahibi olmasını, kiraları bile borçlanmadan sürdürmesinin zorluğuna işaret ediyor.
Öğrencilerin durumu tam da böyle işte. Çoğu öğrenci sadece devlet okullarında okuyanlar değil yarı-burslu özel okullarda okuyanlar da zaten öğrenime büyük bir meblağ ödüyorlar, bu paraları memleketlerinde emeği ile çalışan aileler güçlükle temin ediyorlar. Bir de o üniversite bölgelerinin yakınlarına mevzilenmiş emlakçı ve “mülk yatırımcısı dehşetiyle karşılaşıyorlar, devlet de ekonominin canlanmasından buraların tam da kullanılmamasına rağmen mülk sahipleri lehine paranın işlemesinden rahatsız değil. Okullar tam gün açılacak dendi, panikle öğrencilere ev tutturuldu, şimdi haftada bir kalanı online dendi. Eğitimleri için borçlandırılmış gençler, şimdi barınmaları için de borçlanacaklar. Bu bir ekonomik canlanma mı yoka köleliğin modern hali mi? Bazı çözüm önerileri geliştirebiliriz, aynı dönemde birden fazla ev kiraya verenlerin, kademeli vergilendirmeleri ve bu vergilerin, öğrencilerin barınma alanları temini ya da yurt olarak kullanımına tahsis edilmesi gibi.
Kamu yeniden sosyal sorumluklarını hatırlamak zorunda.