İskender Özturanlı
Eşitsizlik ve büyüme
Geçtiğimiz günlerde büyüme rakamları açıklandı. Türkiye bu son çeyrekte, geçen yıl aynı dönem yüzde 10,3 küçülmenin getirdiği baz etkisi dikkate alınarak yüzde 21.7 büyüdü. Buna hissedilmeyen büyüme adı kondu. Bu ad durumu ifade etmiyor. Gerçekte bu eşitsiz bir büyüme, borçlanarak büyüme. Borcu verenin lehine borcu alanın aleyhine giden birinin aşırı büyümesi ile diğerinin küçülüp çekmesinin ortalamasında duran büyülü ve bir illüzyon, bu aslında geçici bir istatistiksel moment ardında kronik sorunları gizliyor, örtüyor, dolambaçlı yollara imkân veriyor.
Elbette Türkiye kötü yönetiliyor, ekonomik kararlar sağlıklı alınmıyor, elbette TÜİK değişen başkanları ile her türlü minimal müdahaleler ile var olanı örtüyor, siyasi iktidarın lehine sonuçlar haline getirmeye çalışıyor. Elbette TÜİK enflasyonu küçültüp büyümeyi büyütmeye, işsizliği ise stabil halde tutma adına hummalı bir emek ve efor sarf ediyor. Ama mesele tam da bu değil sanki, her türlü mesele sadece ülkenin “kötü” yönetilmesinden kaynaklanmıyor, bu yönetimin, bu artık bizleri bunaltan 20 yıllık siyasal iktidarın bir gerçeği ve gerekçesinin yarattığı kaçınılmaz bir son. Borçlandırarak büyüme de tıpkı siyasal iktidar ile çanak tutan büyük müteahhitlere verilen teşviklerden kredilere, borç silmelerden garantili, ballı ihalelere, kamu alanlarının tahsisinden her türlü iş yapma teşvikine dek süren ve ancak otokratik bir modelle sürme zorunluluğu olan bir düzenin zorunlu son noktasıdır.
Geliştiği iddia edilen model de buydu, bugün tıkanan model de bu. Önce bunu bir kenara yazalım.
Gelelim işin detayına.
Tarımda kuraklık ve gıda enflasyonundaki artış, sanayide tıkanma ise bir ölçüde dünyadaki tedbirlerin gevşemesi, hizmetler için gerekli mal ticaretindeki artışlar neticesinde ihracatla dengelenmiş ve büyüme etkisi yaratmış görünüyor. Dünyada insan hareketliliği artınca hizmetleri, o da küresel mal ticaretini tetikliyor, ihracatımız artıyor, bu beklenen bir şey. Kamu harcamaları ve kamu bankalarının kredileri de bu büyümenin diğer zorunlu itici gücü.
Ama her şeyden çok özellikle bu baz etkisi denen şeyi gösteren, ülkemizin artık ekonomik faaliyetlerin en büyük alanı olması bakımından iç ve dış turizme dayalı, otel ve konaklama ağırlıklı, yeme-içme, AVM ve perakende gibi alanları kapsayan hizmet sektöründeki yüzde %40’ları geçen büyümedir. Bu çok belli ki bir daha bu kadar yükselen bir eğri içinde gelişmeyecek en azında stabil kalacak keza salgının kışın alacağı duruma göre, yeniden dramatik düşüşler görebiliriz.
Tarımda ise büyüme yok, tarım bu ülkede küçülüyor çekiyor, bir iş ve çalışma modeli olarak zaten terkedilmiş durumda. Öte yandan toprakların yeraltı sularınca da tehdit edilip çöküntü alanlarına dönüşmesi, genel kuraklık gibi etkenlerin yanı sıra pahalı ithal girdiler ve çiftçinin sermayesizleştirilmesi ve yoksullaştırılması ile tarım alanlarında ekim imkanı ve ihtimali yok oluyor. Öte yandan çarpık kentleşmenin kırlara yayılması ile arazilerin arsa haline gelmesi ve patlamalı rantlara açık hale gelmesi oralarda tarım yapma imkanını iyice sıfırlıyor. Tarımsal alanlar uzak ve zor erişilebilir yerler oldukça ulaşım ve nakliye giderleri artıyor. Kentsel dönüşüm çığlıklarıyla kent çeperlerinde yaratılan ve el konulan değer, kentsel tarım imkânlarını da yok ettiğinden ülkemiz metropollerinde dünyanı birçok ülkesinden daha pahalı tarımsal ürün ve et-hayvancılık ürünleri tüketiliyor. Ekonomist Oğuz Demir’in Twitter paylaşımından aktardığımız aşağıdaki tabloya bakacak olursak, tarımsal anlamda bu denli çeşitli ve çok üründeki enflasyon yükseliş eğrisi hastalığın daha derinlerde olduğunu gösteriyor. (bkz, @droguzdemir )
Büyüme neden eşitsizlik getiriyor?
Gelelim baştaki soruna.
Kredi kartlarıyla, borçlanmalarla ve temel gıdalardaki müthiş artışla birlikte daha da yoksullaşan geniş bir kesim var bu ülkede. Temel gıdalar asla ertelenemeyen, ertelenemeyecek ihtiyaçlar, onlar tepedekilerin bütçesini zerre sarsmazken aşağıya doğru daha fazla çatlaklar ve daha fazla borçlanmalar getiriyor. Söylemekten çekinen ama tabloyu gören, doğruları söylemek zorunda olan aydınlar hala var bu ülkede: Temel gıda enflasyonu dokunulmamış bir tercih olarak, aşağıda kalanın aleyhine işliyor, eşitsizliği daha da artırıyor. Bu yüzden siyaset buna dokunmuyor, dokunamıyor. Bu bir öncelikler tercihi.
Gelelim eşitsiz büyümeye, büyürken aşırı zenginleşen bir kesimin varlığı büyürken yoksullaşan ücretlilerin varlığı ile ispatlanabiliyor. Baz olup olmamasının ne önemi var servet-gelir ve değer birilerinin cebine daha fazla girerken diğerinin cebine katlamalı olarak az giriyor.
Geçen yıl ücretlilerin milli gelirden aldığı pay yüzde 37 düzeyindeydi. Bu yıl büyümeye rağmen 32,9’a düşüyor. O zaman 21,7 üzerinden büyüyen pay yukarıdakilerin cebine gidiyor.
Net konuşmak zamanıdır, yoksa ne olup bittiğine çözüm bulamaz hale geleceğiz. Şimdilik bu kadar olsun.