Geçtiğimiz günlerde bir komşumun cezaevine girdiğini öğrendim. Sebep; kızının, FETÖ’yle ilgili irtibatı. Baba, şeker hastalığı başta olmak üzere birçok hastalık sahibi… Yıllardır tedavi görüyor hatta bu sebepten aylarca hastanede kaldı, bir ayağını bilekten kaybetti.
Bu olayın haksızlığını düşündüğüm sıralarda sosyal medyada “ileri derecede kanser hastası olan” Ayşe Özdoğan’ın haberine denk geldim. Cezasının infazının ertelenmesi dahi kabul edilmemiş bir kadın, Özdoğan.
Sadece iki örnek… Onlar gibi daha niceleri vardır…
Hasta ve hiçbir şekilde tehdit oluşturmayacak insanları cezaevine koyduğumuz zaman “FETÖ ile mücadele etmiş” mi oluyoruz? İşte bunu anlamıyorum gerçekten.
Bu mudur yani?
Bugün, 15 Temmuz darbe girişiminin kahramanlık hikâyelerini anlatıyoruz, paylaşıyoruz ya; işte bir gün gelecek ve o kahramanlık hikâyelerinin yerini FETÖ soruşturmasıyla mağdur olan hikâyeler alacak.
Bugünün çocukları yarın büyüyecek ve anne-babalarının yaşadığı mağduriyeti ve o mağduriyetin belki de kendilerini de mağdur etmesinin nedenlerini sorgulayacaklar.
Peki, o gün gelip de sorduklarında “Ne yapalım? Annen/baban da Fethullah Gülen’e inanmasaydı, kandırılmasaydı. Onlar inandığı için sen de bedelini ödüyorsun” mu diyeceğiz?
15 Temmuz’da meydanlara gidip demokrasiye sahip çıkan vatandaşla, 15 Temmuz’un ardında soruşturma kapsamında mağduriyet yaşayan yine aynı vatandaş.
Devletin yapması gereken vatandaşına sahip çıkmaktır. Adaletle hükmetmek bunu gerektirir. Devlet, kaçanların faturasını kaçamayanlara ödetmemelidir.
FETÖ ile mücadelede geldiğimiz noktada, “kimsesi veya maddi imkânı olmayanlar ceza alıyor” algısı ciddi anlamda adalete güvensizlik doğuruyor.
Ve iktidar adına birilerinin çıkıp, hastalık sebebiyle tahliye edilmesi istenen kişilerin geçmişini (hem de kendi geçmişlerinin temiz olmamasına rağmen) hatırlatma görevini üstlenmeye çalışmalarını da ayrıca kınıyorum.
Kendilerini; önce vicdanlı olmaya davet ediyorum.