Kubilay Kaptan
Boğaziçi Üniversitesi, Kanal İstanbul ve Kesilen Kolun Diyeti
İnşaat Mühendisliği Bölümü’nde yüksek lisans ve doktora eğitimimi tamamladığım, sonrasında ders verme onuruna eriştiğim Boğaziçi Üniversitesi ülkemizin en iyi üniversitelerinden biridir.
Üniversite kalitesinin her yıl düştüğü ülkemde Boğaziçi ve birkaç üniversite kalitesizliğe, liyakat sahibi olmayanların yönetici olarak atanmasına karşı durmaya çalışıyorlar.
Geçen hafta Boğaziçi Üniversitesi’nde gençlerimizin, öğrencilerimin başlattığı ve rektör atamasına karşı gösterdikleri haklı ve yasal protestolar gündemdeydi ve tabii ki onlara karşı gösterilen tutum hepimiz tarafından ibretle izlendi.
Ben bu yazımda konunun farklı bir yanına bakmak istiyorum.
1 Mart 2018 tarihli CNN Türk Haber Sitesi’nde şu habere yer verilmişti:
“Uzun yıllardır konuşulan ve geçtiğimiz ay güzergahı netleşen Kanal İstanbul projesi gayrimenkul şirketlerinin de radarı altında. Küçükçekmece-Sazlıdere-Durusu hattında yapılacak proje için bu yıl ihale yapılması bekleniyor. Bir gayrimenkul şirketi, güzergâh üzerinde 6 yılda tam 600 bin metrekare arsa topladı.”
25 Aralık 2019 tarihli Sözcü Gazetesi’nde, İBB başkanı sayın Ekrem İmamoğlu şu tespitte bulunmuştu:
“2011’den bu yana Kanal İstanbul arsa hareketi tam 30 milyon metrekareyi bulmuştur. Tarım alanı olan bu alanlara bu ilgi niye? Bölgede en büyük arazisi olan ilk 3 şirket de Arap şirketi. Bizden detay isterlerse paylaşırız.”
8 Ocak 2020 tarihli yazısında Sayın Çiğdem Toker, Kanal İstanbul Projesi güzergahında, Arnavutköy’de 300 bin metrekare arazi satın alan Kuveyt, Suudi Arabistan ve BAE uyruklu 3 girişimcinin tapu bilgilerine ulaştığını yazdı.
5 Haziran 2020 tarihli Sözcü Gazetesi’nde yer alan başka bir haber şunu söylüyordu:
“CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a Kanal İstanbul projesi çevresinde el değiştiren arazileri yazılı soru önergesi ile sordu. Verilen yanıtta yabancı şirketlerin toplam 791 bin metrekare arsa aldığı ortaya çıktı.”
Daha fazla detaya girmeye gerek yok. Kanal İstanbul Projesi’nin yapılacağı düşünüldüğünden bu projenin geçtiği arazilerin bir kısmı yerli ve yabancı şirketlere satılmış durumda.
Bu arazileri alanların kar etmesi projenin yapılmasına bağlı. Yoksa aldıkları arazilerde sadece tarım yapabilirler ki buna da hevesli olduklarını düşünmüyorum. Ancak ortada bir sorun var; Kanal İstanbul projesi başlayamadı ve başlayacak gibi de durmuyor.
Doğayı mahvedecek, büyük bir bölgeyi depremsellik, sosyolojik, ekonomik yönden son derece kötü etkileyecek bu proje, umarım hiç başlamaz. Şu anda hükümetin bu projeye ayıracak bütçesinin olmaması, projenin “çılgınlığı” nedeniyle yüklenicilerin anormal garantiler istemesi, hala projeyle ilgili çözülmemiş sorunlar olması nedeniyle durum sıkıntılı.
Şimdi kendinizi yap-sat işleri yapan bir müteahhide arazisini vermiş birisinin yerine koyun lütfen. Bu müteahhit size gösterdiği projeler üzerinden bir daire satıyor. Ancak apartmanın inşaatına bir türlü başlayamıyor. Siz, doğal olarak şikâyet etmeye, paranızı geri istemeye, kanuni yollara başvuracağınızı söylemeye başlıyorsunuz.
Peki, müteahhit ne yapıyor? Size, paniğe gerek olmadığını, projenin muhakkak başlayacağını, proje başlamasa bile aynı karı elde edebileceğiniz başka bir araziyi size vereceğini söylüyor.
Herhangi bir arama motoruna “Boğaziçi Üniversitesi” yazdığınızda çıkan sonuçlardan Wikipedi sayfasına tıklarsanız, şunu okuyacaksınız:
“16 Eylül 1863’te Cyrus Hamlin ve Christopher Robert tarafından öncülü Robert Koleji kuruldu. Güney Kampüs, yüz yılı aşkın bir süre koleje bağlı olarak kullanıldıktan sonra üzerinde bağımsız bir üniversite kurulması için 10 Eylül 1971’de Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilerek Boğaziçi Üniversitesi kuruldu. Günümüzde toplam 1.672.106 m2’lik alana sahip olan ve altı yerleşkesi bulunan Boğaziçi Üniversitesi, İngilizce eğitim verir.”
İstanbul’un arazi olarak en değerli yerinde bulunan Birmilyonaltıyüzyetmişikibinyüzaltı metrekare alana sahip bir üniversiteden bahsediyoruz.
Son olarak sağ-muhafazakâr bir dergide yaklaşık 10 yıl önce yayınlanan bir yazıdan birkaç satır paylaşayım:
“…İkinci ise; Robert Koleji açma sırasında Boğazın güzelim tepesine yabancı birisinin nasıl olup da kolej yapabildiğiyle ilgilidir. Aslında, bir Amerikalı olarak Hamlin’in misyonerliğinin karşısına Osmanlı’dan çok, Fransız Cizvitleri, Katolik Ermeniler, Ermeni Bankerler ve Rusya karşı çıkmıştır. Onunla en çok Cizvitler mücadele etmiş ve bir kolejin açılmaması için ellerinden geleni yapmışlardır. Saraydaki nüfuzlarından hareketle Hamlin’e sonuna kadar engel olmuşlardır. Durum bir anda şöyle değişir: Hamlin daha önceden Bebek İlahiyat Okulu’nun da kurucusu ve personelidir ve bu okul bir anda Merzifon’a taşınır. Bebek’teki bina da metruk hale gelir…”
“…Hamlin bir sanat ya da zanaat işi öğretirken bile öğrencilerinin temayülünü Hristiyan teolojisine kazandırmakla meşguldür…”
Birinci Abdülaziz döneminde açılan Robert Koleji’nin arazisinin üniversite yapılmak üzere devredilmesinin hikayesi ise şöyle:
“26 Ocak 1971’de Yönetim Kurulu, Robert Koleji üzerinden Boğaziçi Üniversitesi adıyla bağımsız bir üniversite kurulması için Türkiye hükûmetini teşvik eden önergeyi kabul etti. Ağustos’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi okulun devlete geçişi hakkındaki maddeleri görüşmeye başladı, bazı milletvekilleri okulun adının Boğaziçi Üniversitesi yerine Fatih Üniversitesi olması fikrini öne sürse de bu fikir kabul görmedi. Aynı ay kabul edilen kanun tasarısıyla birlikte Boğaziçi Üniversitesi’nde üç yıllık bir geçiş sürecinin ardından Türkiye’de kabul edilen üniversiteler kanununa göre eğitim verilmeye başlanması kararlaştırıldı.”
Bugün ülkemizin gurur duyduğu üniversitelerden biri olan üniversitemin bazılarının aklında hala ve sadece bir “Hıristiyanlık sembolü” olarak kaldığını, hem üniversiteye, hem burada okuyanlara, hem hocalarına farklı bir gözle bakıldığını düşünüyorum.
Yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı üniversitemin Kanal İstanbul gibi bütünüyle zararlı bir proje için “Kesilen Kol” olmasını istemiyorum.