Kubilay Kaptan
Bir Tablonun Anlattıkları “New York Sineması”
Ressam Edward Hopper (1882–1967) 1920’li yıllardan itibaren Amerika’ya ait şehir yaşamından sahneler ve doğa görünümlerini çalışmalarına konu olarak seçmiştir. Resimlerinde yer alan şehir hayatı neredeyse terkedilmiş sokak ve binalardan oluşur. Peyzajlarında ise tabiatın ortasında her şeyden yalıtılmış bir şekilde duran yapılar bulunmaktadır. Figürler ise ister tek, ister bir arada olsun bireyin tek başınalığını öne çıkaracak şekilde kurgulanmıştır. Sanatçı, günlük yaşamı konu alan eserleri aracılığıyla modern toplumları ve bu toplumların gelişimi karşısında insanların yaşam biçimlerindeki kaçınılmaz değişimleri de resmetmiştir. Aynı zamanda bu değişimleri, özellikle şehirlerdeki beton bloklar arasında sıkışıp kalan insanın konumu ve bu insanların birbirleriyle olan iletişimindeki kopukluklar üzerinden anlatarak çağının yalnızlaşmış ve yabancılaşmış bireylerini öne çıkarır.
• • •
Sanatçının resimlerini anlayabilmek için 20. yüzyıl Amerika’sında yaşanan bazı sosyolojik kırılma noktaları oldukça önemlidir. Bu yüzyılda sanayileşmenin gelişmesiyle birlikte şehir nüfusu artmış, bunun paralelinde şehirlerin ve insanların tek tipleştiği bir ülke görünümü ortaya çıkmıştır. Kapitalist düzenin 1930’lu yıllarda yaşadığı “Büyük Buhran” ile etkileri dünya çapında görülen bir kriz sürecine giren Amerika, aynı zamanda iki dünya savaşını birden yaşamıştır. Tüm bu travmatik olayların yaşandığı döneme tanıklık eden Hopper; bu olayların Amerikan toplumundaki yansımalarını kendisine kaynak olarak seçmiş ve resimlerinde bu durumu yansıtmıştır. Sanatçının; resimleri için seçtiği bu konu, konuyu seçme nedenleri ve dönemin kent hayatı ile birey arasındaki ilişkinin 20. yüzyıl Amerikan toplum yapısı ile bağlantı kurularak incelenmesi bu araştırmanın problemini oluşturmaktadır.
• • •
Sanatçının gerçekçi bir üslupla, Amerikan yaşamına ait görünümlerden oluşan eserleri, sadece şehrin ve yalnızlaşmış bireyin şehir hayatının değil aynı zamanda çağının da açık bir tasviridir. Bu sebeple Hopper’ın eserlerinin çözümlenmesi yaşadığı dönemin birey-toplum ilişkisinin tespiti anlamında da önemlidir. Buradan hareketle sanatçının resimlerine o günden bakmak ve yaşadığı yüzyılı referans alarak sınırlamak hem konunun daha anlaşılır olmasını hem de tespitlerin yerindeliğini sağlayacaktır.
New York Sineması (1939) adlı resimde, savaş öncesi dönemdeki süslü bir tiyatroda merdiveninin önünde duran bir yer gösterici kız vardır. Seyirciler yarı karanlığa gömülmüşse de, kız parlak sarı bir ışık havuzunun içindedir.
• • •
Hopper’ın yapıtlarında sık sık görüldüğü gibi, yüz ifadesi, düşüncelerinin onu başka bir yere götürdüğünü gösterir. Özenle kıvrılmış sarı saçlı, genç ve güzel bir kızdır ve halinde, hem özeni, hem bir arzuya barındıran, dokunaklı bir kırılganlık ve tedirginlik vardır. Sevimli işine karşın bu kız, tablonun bütünlüğünün ve düşüncesinin koruyucusu, sinemanın Cinderella’sıdır.
• • •
Hopper, toplumsal bir heyecanla karşılanan teknolojik bir buluşun, paradoksal bir şekilde, başkalarına karşı ilgimizin perdelenmesi sonucunu yarattığını ima ederek, medya hakkında ince bir yorumda ve suçlamada bulunuyor sanki.
• • •
Bu tablonun gücü, iki düşünceyi çakıştırmasına dayanıyor: İlki, kızın filmden daha ilgi çekici olması, ikincisi, kızın film yüzünden görmezden geliniyor olması. Seyirci kitlesinin üyeleri, koltuklarına yerleşme telaşıyla, Hollywood’un sunacağı karakterlerden daha sempatik ve cazip bir kadın kahramanın aralarında bulunduğunu fark etmemiş.
• • •
Filmin, seyircilerin görmemeye teşvik ettiği şeyin yardımına koşmak da daha sakin, daha gözlemci bir üslupla çalışan ressama kalmış.