CHP yeni bir hikâye yaratabilecek mi?
31 Mart seçimlerinin ardından Türkiye siyasetinde yaşanan değişim sinyalleri tartışılmaya devam ediyor.
AKP’nin tarihinde ilk kez ikinci parti olarak seçimden çıkmasından sonra CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın buluşması sonrası yaşanan gelişmeleri Bekir Ağırdır T24’de kalem aldı.
Ağırdır, CHP’nin stratejisini olumlu bulurken müzakerenin aynı zaman da mücadele aracı da olacağını vurguladı.
Ağırdır’ın yazısının bir kısmı şöyle:
"Yerel seçimin sayısal sonuçlarının ürettiği önemli siyasal sonuçlardan birisi, CHP’de değişim için bir fırsat alanı oluşması.
Henüz kapsamlı bir değişim programı elimizde yoksa da Özgür Özel’in, İmamoğlu başta olmak üzere seçimi kazanmış belediye başkanlarının ve CHP sözcülerinin kullandıkları serinkanlı ve dikkatli dil dikkat çekiyor. Bu üslubun toplumun siyasal gerilimden kaynaklanan psikolojisinde bir rahatlama, basınç azalması ürettiğini gözlüyoruz.
Elbette CHP’nin yapması gereken önce seçim sonuçlarını doğru değerlendirmek ve anlamlandırmak. Birçok farklı etken sonuçları üretmiş olsa da iki nokta çok açık. Birincisi, seçmenin önemli kısmı ekonomik ve siyasi gidişattan rahatsız. İkincisi, muhalif seçmen değişim arzusunu gösterdi; CHP 1992’de ikinci kuruluşundan beri ilk defa birinci parti oldu. Seçmen henüz CHP’nin nasıl, nereye doğru değişeceğini bilmiyor olsa da değişim arzusunu beyan ederek partiye ve seçilmiş başkanlara sorumluluk yükledi.
Bir parti, ideolojisi, programı, örgütü ve lideriyle var oluyor. CHP’nin değişimi derken, bu unsurların tümünde değişimi kast ediyorum. CHP bu unsurların hangilerinde ne zaman ve nasıl değişecek zaman içinde göreceğiz. Bir de her partinin bir siyaset tarzı var. İdeolojik ve programatik hedeflerin gündelik meselelerde nasıl anlaşıldığı, siyasi zeminde hangi tutum ve davranışların öncelikli olduğu, partinin karar süreçlerinin nasıl çalıştığı, genel siyasi alanda müzakere ve meselelerle mücadele süreçlerinde hangi dil ve söylemi benimsediği, beslenme damarlarının nasıl çalıştığı, genel kamuoyu ile ve gündemdeki meselelerin tarafları, paydaşları ile nasıl ilişkiler geliştirdiği gibi konular da siyaset tarzının unsurları.
CHP’nin yapısal değişimine dair temel stratejiyi henüz bilmiyoruz. Belki de parti yapısal unsurlarında değişimi hedeflemeyecektir. Sonuçta parti dediğimiz organizma kendi iradesi ve arzusuyla gerçekleştirecek. Şimdiye dek gördüğümüz, partinin siyaset tarzında değişime dair ipuçları. Her aktörle siyasal diyaloğa açık olduklarını ilan etmeleri ve Özel’in Erdoğan’la görüşmesi CHP’nin farklı bir siyaset tarzına yöneldiğine işaret ediyor.
Erdoğan’la görüşme ve anayasa değişikliği tartışmalarına dahil olabileceklerinin ima edilmesi parti içinde ve muhalif kamuoyunda farklı ve eleştirel değerlendirmeleri de gündeme getirdi doğal olarak.
Moral ve üstünlük kazanmış bir CHP
İktidar toplumun siyasetsizleşmesini, siyasetin yalnızca Meclis ve Saray duvarları içinde kalmasını arzuluyor. Her türlü hak arama ve protesto eylemi engelleniyor, grevler erteleniyor, kadın hareketinin yürüyüşlerine de Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine de Akbelen köylülerine de şiddetten kaçınılmıyor. Sivil toplum neredeyse nefes alamıyor. O kadar ki aslında Meclis bile birçok konuda devre dışı; Saray'da hazırlanan tasarıların, politikaların icra sahnesi haline gelmiş durumda. O kadar ki gündeme getirilen bazı konulardaki düzenlemelere dair tasarılardan ilgili bakanların da habersiz olduklarını görüyoruz zaman zaman.
Yeni anayasa için bazı amaç ve çerçevelemeleri danışmanlardan duyuyoruz ama Ak Parti üst yönetiminin haberdar olmadıklarını bazı gerilimlerden anlıyoruz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararlarının dikkate alınmadığı, var olan anayasanın temel hükümlerinin bile uygulanmadığı bir dönem yaşıyoruz. Ne Rusya’dan alınan doğalgazın fiyatını ne de Akkuyu Nükleer Santrali için yapılan anlaşmanın taahhütlerini biliyoruz.
Kim tarafından nasıl ve hangi hedeflerle hazırlandığı belli olmayan son derece gerici bir eğitim stratejisi metniyle karşı karşıyayız.
İktidar blokunun bu siyasetsizleşme sürecini daha da keskin politika ve söylemlerle derinleştirmeyi arzulayacağından kuşku yok.
Erdoğan’ın yerel seçimlerin sonuçlarına bakarak hayal ve hedeflerinde ya da siyaset tarzında çok büyük değişiklik olmasını beklemek gerçekçi değil. İktidarı oluşturan zihni koalisyonun dünya okumasını, Türkiye hayalini değiştirmesini de beklemek gerçekçi değil.
Yerel seçimlerin gösterdiği bir başka önemli toplumsal veri; iktidar blokunun seçmen desteğinin gerilemiş, Ak Parti ve MHP toplam oyunun yüzde 40’a inmiş olması.
Öte yandan şimdi yerel iktidarları kazanmış, siyaset üretme ve siyasi gündeme müdahale imkanı genişlemiş ve de moral üstünlük kazanmış bir CHP var.
Bu tablonun değişmesi, iktidar blokunun seçmen desteğindeki gerilemenin kalıcı bir eğilime dönüşmesi yalnızca Erdoğan’ın ve iktidar blokunun yapacaklarına değil CHP’nin de 2028’e kadar nasıl bir siyaset öreceğine bağlı.
Benim anladığım, CHP’nin yeni siyaset tarzının ilk hedefi iktidarın siyasetsizleşme stratejisini bozmak, hayatın her alanında siyaset demek, siyaset yapmak. Devir alınan her belediyenin borç yükünün yaygın biçimde afişe edilmesi gibi sıradan görünen hareketin bile üreteceği toplumsal eğilimleri etkileyecek sonuçlar var.
CHP’nin yerel seçim stratejisinde rol alanlardan birisi olan Mehmet Ali Çalışkan’ın T24’teki kapsamlı söyleşisindeki tespite ben de katılıyorum:
“Ekonomik kriz, barınma meselesi, gençlerin üniversiteyi artık ekonomik olarak karşılayamıyor oluşu…Bunların hepsi insanların hayatında çok sarsıcı etkilere sahip. Kendi gündelik hayatında çok ağır depresif bir dönem yaşayan Türkiye toplumunun, bir de yukarıda meselelerini çözmesini beklediği aktörlerin birbirlerinin meşruiyetini inkâr eden bir çatışma içerisinde olmasına tahammülü yok. Türkiye’nin büyük kalabalıklarının buna tahammülü yok. Bizim çalışmalarımız bunu gösteriyor.
Toplum bir mücadele elbette bekliyor. Muhalefete açılan kredi bu demek. Toplum CHP’ye ‘Benim haklarımı git oradan al’ diye görev verdi. İktidara çok uzak olan küçük siyasi grupların mücadelesi daha antagonistik, daha çatışmacı, daha sokak üzerinden olabilir. Türkiye İşçi Partisi, Zafer Partisi gibi partiler yarın iktidar olmayacaklarını bildikleri için büyük konuşabilirler. Ama ana akım bir partinin yüklendiği, bu yeni seçmenin yüklediği sorumlulukla yüzleşmek ve bunun hakkını vermek için müzakere etme sorumluluğu var. Yani bu bir zaruret. Müzakere, mücadeleye aykırı bir şey değil. Müzakere, mücadelenin bir yöntemi aslında.”
CHP’nin ilk adımda peşine düştüğü alan siyasetsizleşmeye ve Meclis'i de devre dışı bırakmaya karşı siyasi alanı genişletmek. Görüldüğü kadarıyla bu taktik hamlenin iki yönü var. Birincisi iktidarın oldubittilerini afişe ederek hala tereddütlü olan, kimliğinin ruhi ve zihni ambargolarından kurtulamamış toplumsal kesimlerin özellikle de muhafazakar dünyanın oluşmuş tereddütlerini pekiştirmek. İkincisi de genel olarak siyasete müdahale kapasitesini genişletip, toplumu yeniden siyasetin içine çekerken kendi değişimi için de enerji üretmek.
Taktik hamlesi
Son yirmi yıldır yaşadığımız şuydu: Ak Parti her diyalog ihtiyacı duyduğu konuda muhalefeti manipüle etmeyi, arzuladığı sonucu almayı becerdi. Siyasetin zihni, siyasal ve pratik çerçevesini belirlemeyi başardı. Örneğin devletin bekası gerekçeli her hamlesinde tezkerelerde, dokunulmazlıkların kaldırılmasında CHP’den de destek buldu. Öte yandan CHP’nin Meclis toplantılarını boykot, Meclis'te oturma nöbeti, Yüksek Seçim Kurulu kapısında bekleme, kamu kurumlarının zincirli kapılarına dayanma gibi ne anlamı ne sonucu anlaşılan eylemleriyle CHP de iktidarın siyaseti itibarsızlaştırma çabasına destek verdi.
Şimdi CHP, diyalog süreçlerine açık tavır alır, Çorlu tren kazası davasına bizzat Özel katılır, sendikaların 1 Mayıs kararına uyacaklarını bildirirken yeniden siyasete dönmeye çabalıyor.
İktidarla diyalog sürecinin gerçek bir müzakereye dönüşebilmesi yanı sıra toplumla ve meselelerle yeni bir ilişki ve ilgi sürecine dönüşebilmesi için CHP’nin şeffaf davranması, kendi önkoşullarını açık ve net belirlemesi gerekli. Temennilere değil gerçeklere yaslanan bir çerçeve ancak diyaloğun müzakereye dönüşmesini sağlayabilir.
Var olan anayasaya bile uymayan bir iktidarın açtığı yeni anayasa tartışmasını gerçek gündemine ve kapsamına çekmenin yolu görüşmem diyerek tartışma dışında kalmak değil tersine görüşürken, denge denetleme mekanizmalarının niçin gerekli olduğunu, laikliğin kaçınılmazlığını, merkeziyetçiliğin nasıl keyfilik ürettiğini toplumsallaştırmak daha doğru bir hamle olabilir.
Ancak böylesi bir siyaset tarzı ile iktidarın gerçekte yeni anayasa yapmanın peşinde olmadığı, kendi süresini uzatırken merkeziyetçiliği güçlendirecek taktik hamlesi olduğu topluma afişe edilebilir.
Sivil toplumla, akademik dünya ile yeni, güçlü, karşılıklı beslenmeye dayalı ilişkiler kurmak başlangıç noktası olabilir. Meclis'e getirilen her bir tasarı, Külliye'den çıkan her bir karar için bu ilişkilerden beslenmek partinin beslenme damarlarını açmanın yollarından birisi."
Yazının tamamı için TIKLAYINIZ