Bülent Vardar
YUKARIYA BAKMAK NEDEN ÖNEMLİ: DON’T LOOK UP
“Don’t Look Up” filminin yansıttığı aymazlık bağlamında, günümüzde yaşadığımız pandemiye karşın aşı karşıtları, bana bir şey olmazcılar, pandemiyi kabul etmeyenler, kalabalık ve özellikle kapalı mekanlarda uyulması gereken kurallara uymayanlar, trajikomik olgu örnekleri olarak, yaşamın neden sanatın aynası olduğu hakkında sağlam dayanak oluşturuyorlar.
Bir Netflix yapımı olan “Don’t Look Up” (Yukarıya Bakma), geçtiğimiz günlerde bu güçlü küresel dijital platformda gösterime giren önemli bir politik hiciv örneği olarak dikkati çekti. Yaşadığımız yılların en büyük karabasanlarından birisi olan Covid-19 pandemisi hız kesmeden devam ederken, son varyantı Omicronla, küresel boyutta logaritmik bir şekilde artıyor. Dünyada en az 3 milyar insanın enfekte olacağı tahmin ediliyor. Bu durum olasılıkla kitlesel bir etkinlik biçimi olan sinema sanatını yeniden riske atabilir, salonlar geçici olarak kapanabilir.
İNSANLIĞIN GÖZLERİ TELESKOPLAR
Bir filmin çağrışımları bağlamında insanlığın uygarlık mücadelesinde en önemli kazanımlarının başında bilimin geldiğini anımsatmak isterken, yazımın başlığında vurguladığım gibi eğer kafamızı uzaya çevirip oradan dünyaya bakabilme refleksimizi geliştirirsek, insanlık olarak gülünç sayılabilecek şeylerle uğraştığımızı kavramamız kolaylaşabilir. Bilimin gelişmesiyle gökbiliminin (astronomi) geldiği aşama, insanlığın uzaydaki gözleri olan teleskoplar, evreni anlamamız açısından önemli işlevler üstleniyor. Bugüne değin uzaya gönderilmiş en gelişmiş ve en büyük teleskop olarak kabul edilen Hubble, adını Amerikalı astronom Edwin Hubble'dan alıyor... Edwin Hubble, tam 100 yıl önce ilk kez başka galaksilerin varlığından bizi haberdar eden, daha sonra da bu galaksilerin birbirinden uçarcasına uzaklaştığını ve uzayın genişlediğini kanıtlayan bilim insanı.
Hubble, bir NASA ve Avrupa Uzay Ajansı (ESA) projesi, maliyeti tam olarak 1,5 milyar dolar ve toplam ağırlığı ise 11 ton. Nisan 1990'da uzay mekiği Discovery tarafından taşınarak Dünya etrafındaki yörüngesine yerleştirilmişti... Bu yörüngede 28.000 km/s hızla yol alırken Dünya'ya renkli ve renksiz sürekli fotoğraflar gönderdi, Hubble. Dünya atmosferinin dışında bir yörüngede olması ona net görüntü alma olanağı sağladı; Dünya'ya ilettiği resimler bu anlamda benzersizdiler.
Geçtiğimiz hafta uzaya fırlatılan James Webb Uzay Teleskobu (JWST) ABD, Avrupa ve Kanada uzay ajanslarının ortak yatırımı ve maliyeti 10 milyar dolar; Hubble 1,5 milyar dolar idi. Adını 2002'de NASA'nın Apollo programından sorumlu müdürü olan James E. Webb'ten alan JWST, Avrupa yapımı "Ariane 5" roketine konulup, Fransız Guyanası'ndan fırlatıldı. Hubble Dünya çevresinde çok daha yakın bir yörüngede bulunurken Webb 1,5 milyon kilometre uzaklıkta, yani Ay uzaklığının dört katı uzakta bir yörüngede dönüyor olacak. Ayrıca çok daha büyük bir ayna sistemine sahip ( 6,5 metre çapında); ayna parçalar halinde uzaya gönderilmiş ve uzayda origami gibi açılması tasarlanmış...
POLİTİK HİCİV SANATI ÖRNEĞİ
“Don’t Look Up” filminin yansıttığı aymazlık bağlamında, günümüzde yaşadığımız pandemiye karşın aşı karşıtları, bana bir şey olmazcılar, pandemiyi kabul etmeyenler, kalabalık ve özellikle kapalı mekanlarda uyulması gereken kurallara uymayanlar, trajikomik olgu örnekleri olarak, yaşamın neden sanatın aynası olduğu hakkında sağlam dayanak oluşturuyorlar.
Amerika Birleşik Devletleri, geçmişte İngiltere’ye bağlı 13 koloni (eyalet), bugün 50 eyaletle anılan dünyanın en güçlü devleti oldu ve 4 Temmuz 1776 tarihinde “Bağımsızlık Bildirgesi” ile bağımsızlığını kazandı. Günümüzde “demokrasinin kalesi” olarak kabul edilen ABD’de önceki başkan Donald Trump döneminde, kurumsallaşmış sistem ve demokratik değerler yoldan çıkma sürecine sokuldu; nepotizm, ciddiyetsizlik, devleti şirket gibi yönetmek, ırkçılık ve göçmen düşmanlığı, küresel iklim krizini önemsememek gibi olgular akılda kalan ilk defolardı ve bu süreçte ABD’de demokrasi rafa kaldırılma tehditiyle karşılaştı.
Donald Trump, ilk başkanlık dönemi sonunda 2020’de yapılan başkanlık seçimlerini kaybetti. Bu süreci olgunlukla karşılamayıp, oylarının çalındığı iddiasını canlı tutarak taraftarlarını sokağa döktü ve geçtiğimiz yıl 6 Ocak’ta, bir aksiyon filminin sahnesi gibi Amerikan Kongre Binası Trump taraftarlarınca basıldı, ölen ve yaralanan insanlar oldu.
“Don’t Look Up”, aslında politik hiciv sanatını da kullanarak Amerika gibi güçlü gelenekleri
olan bir ülkenin, eski Başkan Donald Trump tarafından nasıl yoldan çıkarıldığına ilişkin politik bir hiciv olarak okunabilecek bir film ve giderek bu vurdumduymazlığın, aymazlığın bütün dünyaya yayılma riskini de sinema sanatın yaratıcılığını kullanarak yansıtan nitelikli bir ürün olarak öne çıkıyor.
Filmin ne anlattığından kısaca bahsetmek gerekirse, Dr. Randall Mindy (Leonardo DiCaprio) ve doktora öğrencisi Kate Dibiasky (Jennifer Lawrence), uzun süredir dünyaya yaklaşan bir kuyruklu yıldızı gözlemektedirler. Doktora öğrencisi Dibiasky, bilgisayarla çalışması esnasında yıldızın dünyaya tehlikeli bir şekilde yaklaşmakta olduğunu anlar ve Dr. Mindy’e durumu aktarır. Mindy yaptığı hesaplamalarla oldukça büyük olan kuyruklu yıldızın en geç altı ay içinde dünyaya çarparak insan yaşamını yok edeceğini fark eder. Konuya hemen NASA dahil olur ve bu bilimsel bilgi Beyaz Saray’a, Başkan Orlean’a (Meryl Streep) iletilir. Yoldan çıkmış megaloman bir başkan olan Orlean, oğlunu özel kalem müdürü yapmıştır. İkisi de, olayı ciddiye almadan dalgalarını geçer; ta ki kendi çıkarları için kullanabileceklerini anlayana kadar...
BENDEN SONRASI TUFAN !
Dünyayı yönetenler ve dünya halkları günümüzde azınlıkta olan bazı ülkeler dışında, “Don’t Look Up” filminin kara mizahla ele aldığı şekilde benden sonrası tufan moduna girmiş görünüyor. Gerek küresel iklim krizi karşısında gösterilen vurdumduymazlık, gerekse de pandemiyi ciddiye almayan tavırlar, ülkemizde özellikle İstanbul’da eli kulağında olduğu düşünülen depreme karşı hazırsızlık... Bu örnekleri çoğaltmak şüphesiz olası.
“Don’t Look Up”, yukarıda büyüteç tuttuğumuz olguları başarıyla yansıtırken, küresel düzenin iyi ve kötü yanlarını da içeren Amerika üzerinden yansıtan politik bir hiciv filmi. Öyküsünü kara mizah bağlamında anlatmaya başladıktan sonra, yönetmen Adam McKay de, herkesin zayıf karnı olabileceğine dikkati çekip; dünyayı kurtarmak için çabalayan bilim adamı Randall Mindy karakterini de fırsat bulduğunda iki başkanla yatmış medya starı Brie Evantee (Kate Blanchett) ile ilişki yaşamaktan kaçınmayan bir profil olarak çizip, filmini sulandırılmış mizahın sularına sokarken; sıradan insanların ise en ciddi durumlarda bile tepkisiz kalarak televizyon ve sosyal medya müptelası olduklarını yansıtarak telafi ediyor.
Filmin önemli artısının öncelikle güçlü oyuncu kadrosu olduğunu vurgulayalım. Leonardo Dicaprio, Jennifer Lawrence, Meryl Streep ve Kate Blanchett oyunculuk açısından ansamble sergiliyor. Diğer taraftan Amerikan sinemasının uzun süredir belli aralıklarla gerçekleştirdiği “after earth” temalı filmlerin yeni bir versiyonu bir bilim kurgu olan “Don’t Look Up”ın, öyküsünü başarıyla anlatmakta özel efektlerin gücünden de yararlandığını ekleyelim.