Ya cemevi de mabettir ya da cami mabet değildir, hepsi bu!

Ne Aleviliğin İslam-içi mi İslam-dışı mı olduğunu sorgulamaya kimsenin hakkı var, ne de Aleviliği “İslam'a içsel” sayıp İslam'da da ibadetgâh camidir diyerek cemevlerini sıfırlamak ya da bir “kültür merkezi” saymak mümkün... Aleviliği inanç sistemi olmaktan kültürel kategori olmaya indirgemek, olmaz, oldurulamaz. Burada söz de hüküm de Aleviliği yaşayan ve hayata geçiren insanlarındır. Onların da tavrı bellidir: Camide ne kadar ibadet varsa cemevinde de o kadar ibadet vardır. Cami ne kadar ibadetgâhsa cemevi de o kadar ibadetgâhtır.

Kısacık ömrüne sığdırdığı üç ciltlik abide çalışması The Venture of Islam ("İslam'ın Serüveni") bunca yıl sonra bile içeriğiyle hâlâ düşünce ufkumuzda pırıl pırıl parlayan, İslamiyet’e Avrupa-merkezci/oryantalist perspektiften uzak yaklaşabilmiş ender Batılı tarihçilerden Marshall Hodgson, söz konusu ettiğimiz eserinin ikinci cildinde tasavvuf, tarikat, yatır, türbe, ziyaretgâh, mabet bahsinde söz camiye geldiğinde ilk okuduğumdan bu yana hiç unutmadığım şu değerlendirmeyi yapar:

"Cami, daha ziyade bir toplanma yeridir. Antik Yunan'dan bir kıyaslamayla cami, mabetten/ibadethaneden [temple] çok agoraya karşılık gelir." [1]

Agora, Yunan klasik devrinde sitenin yönetim, politika ve ticaret işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan, kısaca "halk meydanı" olarak tanımlanmakta.

Aleviliği resmen “yürütmek”

Önceki hafta AKP’li Cumhurbaşkanı’nın dört cemevi açılışı ve yedi cemevi temelinin atılması münasebetiyle düzenlenen törende Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde bir “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” kurulacağını açıklaması ardından başlayan tartışmalar, İslamiyet’te caminin mahiyetine ilişkin Hodgson’un yukarıda aktardığım sözlerini tekrar hatırlamaya sevk etti. Zira cemevlerine Kültür-Turizm Bakanlığı bünyesinde bir başkanlık “lütfu” şeklinde kendini gösteren resmî uygulamanın özü, cemevlerinin camiler gibi ibadethane oldukları gerçeğinin ustalıkla reddine yönelik bir politik-ideolojik “operasyon” olarak değerlendirilebilir.

Bu operasyon doğrultusunda Alevilerden mesut-bahtiyar olmaları isteniyordu; “kerim devlet”, adaleli kollarını açmış ve onları şefkatle kucaklamıştı işte!.. Laik Cumhuriyet’in resmî din kurumu Diyanet (burada böyle bir kurumun varlığının laiklikle bağdaşıp bağdaşmadığı tartışmasına girmiyoruz) “Ortodoks-Sünni Ulema-i Rüsum”un sultasına terk edilmiş olup orada Aleviliğe yer yokmuş, ne gam... Olsundu. Artık Kültür Bakanlığı’nda dedelere kadro bile tahsis edilecek, cemevlerinin yapım, onarım, bakım giderleri karşılanacak, elbette bu arada cemevlerinin tamamının yönetimini de söz konusu Başkanlık “yürütecek”ti.

Demek ki devlet aklı nasıl bir zamanlar “Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz” demişse, şimdi de “Bu memlekette Alevilik varsa onu da biz yürütürüz” diyordu.

Ve söylenenlerin içinden söylenmeyenleri deşifre edince durum ortadaydı: Alevilik de cemevi de dine “müteallik” bir husus değildi. Olsa olsa “kültürel” bir vakıa idi. Hele “ibadethane” mi, hâşâ sümme hâşâ, camiden-mescitten öte bir yerin adı telaffuz dahi edilemezdi!..        

Türkçülüğün Alevi esasları

Önceki haftanın gündemini iktidarın tepe noktasının bu pratiği ve söylemi belirlediyse, geçtiğimiz haftaya da iktidar ittifakının ortağı Bahçeli’nin sözleri damga vurdu. MHP lideri, “Cemevi gerçeği siyasi kaygılardan uzak, cami-cemevi karşıtlığına dönüştürülmeden kabul edilmelidir. Alevi kardeşlerimiz cemevini ibadethane görüyorsa, ki öyledir, bize düşen buna saygı duymak ve peşin hükümlerin ambargosundan kurtularak yapıcı bir tavır almaktır” diyerek tam anlamıyla “kaleyi içten yıkacak” mahiyette sürpriz bir bomba çıkış yaptı.

An itibarıyla belki beklenmediktir bu, ama anlaşılmaz değildir. MHP ve ülkücü hareketin Aleviler söz konusu olduğunda geçmişte (özellikle 1980 öncesinde Maraş’ta ve Çorum’da yaşananlar hatırlanacak olursa) eli kanlı bir yanı olsa da diğer taraftan Aleviliği “soy” ve “öz” Türklükle, İslam-öncesi Orta Asya Türklüğünün inanç örüntüsüyle ilişkilendirerek kendi ideolojisinin bir bileşeni kılma çabası da hanidir söz konusudur.[2] Bahçeli MHP’sinin bu doğrultuda azımsanmayacak çabasının olduğu da uzunca bir süredir gündemde olan bir konudur.

Öyleyken böyledir ve biz de elbette Bahçeli’nin bir parçası olduğu iktidar kalesinde bu şekilde açtığı gedikten değil, ama kendi yolumuzda-yörüngemizde tartışmaya müdahil olmayı sürdürelim!..

Cami de cemevi de cemdendir

Evet, cami, ibadethane olmanın ötesinde ve öncesinde bir toplanma yeridir. Sözcüğe kök oluşturan Arapça “cem”, toplama-toplanma-topluluk anlamına gelmekte ve bundan türetilen bütün sözcüklerde de hep topluluk, birlik, biraradalık anlamları karşımıza çıkmakta: Cemaat, cemiyet, camia, cemahir, ve elbette cumhur ve cumhuriyet…

Yine buradan hareketle “Cuma” hem toplanma hem de toplanılan günün adı ve cami de topluca bir araya gelinen, yani “cem olunan” yer, mekân, ev demek…

Sözün özü, cami ne demekse cemevi de o demek.

Cami, eşittir, cemevi, o kadar…

Alevilik, Alevilerindir

Buradan, iyi o zaman, cami eşittir cemevi ise ayrıca cemevine ne lüzum var diyerek bir takım dinbaz kurnazlıklara yeltenmenin mânâsı da yararı da yoktur.

Çünkü Alevilik, özgül bir inanç sistemi. Bu inanç sistemini benimseyenler, kendi toplandıkları, bir araya gelip sorunlarını, dertlerini, kederlerini, neşelerini paylaştıkları, ayrıca dayanışma ve yardımlaşma ihtiyaçlarını karşıladıkları, bu arada ibadetlerini de gerçekleştirdikleri yere tarihten bugüne “Cemevi” demişler.

Dolayısıyla ne Aleviliğin İslam-içi mi İslam-dışı mı olduğunu sorgulamaya ve bu yolda yargılamaya gitmeye kimsenin hakkı var, ne de Aleviliği “İslam'a içsel” sayıp İslam'da da ibadetgâh camidir diyerek cemevlerini sıfırlamak veya “kültür merkezi” saymak mümkün... Aleviliği inanç sistemi olmaktan kültürel kategori olmaya indirgemek, olmaz, oldurulamaz. 

Burada ne dinbaz siyaset erbabı ne dinbaz saray uleması ne de bu dinbazlığın güdümündeki “yandaş Alevi-Bektaşilik” söz sahibidir. Söz de hüküm de Aleviliği yaşayan, deneyimleyen ve hayata geçiren insanlarındır.

Onların da tavrı bellidir: Cami ne kadar toplanma yeriyse cemevi de o kadar toplanma yeridir. Ve camide ne kadar ibadet varsa cemevinde de o kadar ibadet vardır.

Dolayısıyla cami ne kadar ibadetgâhsa cemevi de o kadar ibadetgâhtır.

Alevilik “kültürel-turistik” değil

Hodgson'ın "Cami aslında agoradır" tespitine de belki kestirme bir cehalet ve keskin bir fanatizmle ateş püskürenler olacaktır ama işlerine geldiğinde kendileri aynı argümanı gayet güzel üretmiyorlar mı, üretiyorlar.

Duymuyor musunuz sık sık, "Cami sadece namaz kılınan, ibadet edilen yer değildir; sosyalleşme, dertleşme, hoşça vakit geçirme, sorunları tartışma-çözme, kıraat etme, tefekkür eyleme mekânıdır da" dediklerini?..

Eğer caminiz öyleyse, cemevi de aynen öyledir.

Ya da tersten söyleyelim: Cemevi ibadethane değilse cami de değildir. Fakat, tekraren, camiler ibadethane statüsüne sahipse cemevlerinin bugüne kadar, hele hele böylesi küresel bir dünyada hâlâ bu statüye sahip olmaması çok büyük bir ayıp ve hicaptır.

Onları Kültür-Turizm Bakanlığı’na bağlayıp kültürel-turistik bir “kaynak” (asset) kılmak, bu ayıbı ortadan kaldırmaz, tersine daha büyük ve bariz hale getirir.

Camiye reva görülen cemevine de

Camide ne oluyorsa ne olması murat ediliyorsa, cemevinde de o oluyor, o murat ediliyor: Dostluklar tazeleniyor, sorunlar tartışılıyor, sohbetler yapılıyor, fikir alışverişi gerçekleştiriliyor ve Alevi kültürünün, toplumsallığının, birlik-beraberlik-dayanışma duygusunun yeniden üretimi yolunda iman tazelemeye gidiliyor. Yani ibadet ediliyor.

Camiye reva, yani uygun-yaraşır-yakışır gördüğünüz her şeyi, cemevine de reva göreceksiniz, ötesi yok.

Hollywood “tapınağı”nın Yıldız Savaşları (Star Wars) kurgusundan çıkış bulup artık toplumsal kabul görüp resmen de onaylanmış “Jedi Dini”nin bile ortalıkta söylemi-pratiğiyle rahat rahat gezindiği bir dünyadayız!..

Böyle bir zaman ve zeminde Orta Asya'yı, Ortadoğu'yu, Anadolu'yu tarihten bugüne harmanlamış bir maneviyat örüntüsünün ayinini iç rahatlığıyla hayata geçirmesini hâlâ engelleyip onun inanç pratisyenlerini “kültürel-turistik” marifetle uyutacağınızı sanıyorsunuz öyle mi?!..

İttifak ortağınız bile yemiyor, Alevinin yemesini hiç beklemeyin!..


[1] Marshall G.S. Hodgson, The Venture of Islam: Conscience and History in a World Civilization, Vol. 2, The University of Chicago Press, 1961, s. 218.

[2] Bu bakımdan en erken ve tipik örnek olarak Prof. Mehmet Eröz’ün Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik (Otağ, 1977) adlı kitabı işaret edilebilir.

(Not: Yaklaşık üç yıl önce kaleme aldığım, aslında ilk sürümü 2006 yılına kadar geriye giden bir yazımı “görülen lüzum” üzerine bazı güncellemelerle yukarıdaki şekilde yeniden yayımlamayı, tartışamaya açmayı uygun buldum-T.A.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi