Kızıl Adam, Beyaz Adam, Dinbaz Adam

“Bu beton pat-patları hiç durmasın” diye Rabbine niyaz eden Dinbaz Adam’la aynı Tanrının çocukları olabileceğinizi düşünemiyorsanız eğer, yalnız değilsiniz!.. Ve tıpkı kendi Tanrısıyla Beyaz Adam’ın Tanrısının aynı olmayacağının idrakindeki Kızıl Adam’ın durumundasınız…

“Toprağımızı alma isteğiniz

üzerinde düşüneceğiz. Halkım

Beyaz Adam’ın almak istediği

nedir, diye soracak.

Bunu bizim anlamamız zor.

Eğer o güzelim havanın,

köpüren suyun sahibi biz

değilsek, onu bizden nasıl

alabilirsiniz ki?

Güneşte parıldayan her bir çam

ağacının, kara ormanların

üzerinde salınan sisin,

vızıldayan her arının,

halkımızın belleğinde ve

düşüncelerinde kutsal bir

anlamı var.

Ağaçta yükselen özsuyu Kızıl

Adam’ın anısını taşıyor.

Biz toprağın parçasıyız, toprak

da bizim parçamız.

Hoş kokulu çiçekler

kızkardeşlerimiz bizim,

rengeyiği, at, yüce kartal ise

erkek kardeşlerimiz.

Irmağın köpüren dalgaları,

çayırdaki çiçeklerin özsuyu,

tayın teri ve insan teri, her

biri bir ve tek soya, bizim

soyumuza ait.

Bu yüzdendir ki,

Washington’daki Büyük Reis

bizden toprağımızı isterken, çok

şey istiyor.”

Yukarıdaki şiirsel metin, bir “Kızılderili” (Amerika Yerlisi) şefin “Modern-Uygar-Beyaz Adam”a yönelik ve onun topraklarını satın alma isteğine karşılık veren, tam anlamıyla ekoloji dersi mahiyetindeki bir söylevinden alınma.[i] Bütün paganik, totemik, şamanik topluluklar gibi Amerika’nın yerli halklarının doğa ile kurdukları ilişki de doğayı sahiplenip istismar eden bir asimetriye dayanmıyor. Metinde geçen, “Biz toprağın parçasıyız, toprak da bizim parçamız” ifadesinde olduğu gibi, doğa ile etle kemik misali ayrılmaz bir bütünlük içinde kurulmuş ve kendini ona (sahip değil) tâbi sayan eşitlikçi, hatta doğadan yana diğerkâm bir ilişkidir bu…

Elbette bu doğrultuda onların “uygar-modern” Beyaz Adam’ın toprağı “satın alma” isteğini anlamaları zor olduğu kadar, o Beyaz Adam’ın da onları anlaması çok zordur. Çünkü onun kendi şiirsel metninde doğa ile kurduğu ilişki, “Kızıl Adam”ın duyarlılığının tam aksi istikamettedir:

“Teslim aldım doğayı, yarıp geçtim her yerini

Kırdım kimsenin dokunamadığı mühürlerini

Rahmini, göğüslerini ve başını

Yani tüm gizlerinin saklı olduğu yerlerini

Parçalayıp açtım.” [ii]

Nihayet, “uygar-modern” Beyaz Adam’ın doğa karşısındaki konumu ve ona reva gördükleri ne ise “Uygar-Modern-Dinbaz-Adam”ın doğa ile kurduğu ilişki ve ona reva gördükleri de aynıdır.

O da “Kanal İstanbul”la yarıp geçiyor Doğa’nın her yerini…

O da “İkizdere”de taş ocaklarıyla; “Üçüncü Köprü”lerle, “Kuzey Marmara Oto Yolu”yla; otobanlar, tüneller, havalimanlarıyla kırıyor Doğa’nın kimsenin dokunamadığı mühürlerini…

O da siyanürlü altın aramalar/aratmalarla parçalayıp açıyor Doğa’nın tüm gizlerinin saklı olduğu yerlerini!..     

Kızılderili’ye ‘erkek kardeş’, eşref-i mahlûkata ‘av’!..

AKP yıllardır kırk dereden su getirerek sürüncemede bıraktığı Hayvanları Koruma Yasası değişiklik teklifini nihayet lütfedip TBMM Başkanlığı’na sundu. Böylece artık hayvanlar “mal” değil “can” olarak tanımlanacak, onlara karşı işlenen suçlar hapisle cezalandırılacak ve hayvan neslini yok edenlere 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası öngörülecek… miş!..

Duyun da inanmayın sakın! Çünkü bu haberin yayımlandığı Gazete Pencere’de bir sonraki gün “Yeşil Posta” başlıklı kıymetli sayfada okuyoruz ki 2021-2022 “av yılı”nda Anadolu yaban koyunu, yaban keçisi, çengel boynuzlu dağ keçisi, karaca, geyik ve ceylan gibi yabani çift tırnaklı türlerine mensup 542 hayvanın öldürtülmesi plânlanmaktaymış. Üstelik söz konusu türlerin ülkemizde zaten sınırlı olan popülasyonları da tükenme tehlikesi altında.

Evet böyledir, bunlar hayvanları, çiçekleri, ormanları, toprağı, havayı, suyu koruma altına alamazlar/almazlar. Çünkü bunların “eşref-i mahlûkat” saydığı insanın dünyasında, “yabani” Kızılderili’nin “erkek kardeşi” olan geyiğin yeri, para karşılığı-zevk için “av” olmaktır.

“Rabbim beton nasip etsin!”

Dönelim Kızıl Adam’a ve bakalım Beyaz Adam’ın toprakla ilişkisi için başka ne diyor o… Ve de söyledikleri, bizim Dinbaz Adam’a ne kadar anıştırma barındırıyor:

“Beyaz Adam’ın

bizim yaşam tarzımızı

anlayamadığını biliyoruz.

Onun için bütün topraklar

birbirine benzer.

Gece gelip topraktan

gereksinimlerini alan bir

yabancıdır o.

Toprak onun kardeşi değil,

düşmanıdır, bir kez

fethedince devam eder yoluna.

Toprağa aldırmaz bile,

babasının mezarını da

unutur, çocuklarının

mirasını da.

Anası toprağı ve kardeşi

gökyüzünü birer mal gibi

görür.

Doymak bilmez açlığı bir gün

toprağı tüketecek ve geriye

bir çöl kalacak yalnızca.”

Beyaz Adam gibi Dinbaz Adam da toprakla kardeşlik değil düşmanlık ilişkisine yönelmiştir. Aynı topraktan ceddi Veysel’in “Sadık yârim kara toprak” dizelerini artık duyamayacak kadar betonarme bir sağırlık ve toprağı tüketip çölleşmeye yol açacak kadar kendinden geçmiş betona-tapar bir huşu içindedir o:

“Beton makinesinin sesi bu ülkede hiç eksik olmasın! Bu beton makinesi böyle pat-pat vurdukça Türkiye kalkınıyor… O beton pompa, vurmaya başlayacak, Türkiye birilerine rağmen kalkınacak. Bu beton pompaları hiç durmasın! Beton santrallerinden beton çıksın ve o beton pompaları insanlara güzel güzel evler, yollar, otobanlar, havaalanları yapsın. Rabbim bunu hep nasip etsin!..” [iii]

Başka Tanrının çocuklarıyız!

Beton pat-patları hiç durmasın diye Rabbine niyaz edenle aynı Tanrının çocukları olabileceğinizi düşünemiyorsanız eğer, yalnız değilsiniz!.. Ve tıpkı kendi Tanrısıyla Beyaz Adam’ın Tanrısının aynı olmayacağının idrakindeki Kızıl Adam’ın durumundasınız demektir:

“Sizin Tanrınız, bizim

Tanrımız değil!

Sizin Tanrınız halkınızı

her geçen gün daha

güçlendiriyor.

Bizim halkımızsa bir

daha dönmemek üzere

çekilen sular gibi

geriliyor.

Beyaz Adam’ın Tanrısı

halkımızı seviyor

olamaz, yoksa esirgerdi

onu.

Hayır, bizler kökenleri

farklı, yazgıları farklı

iki ayrı soyuz.

Aramızda pek az ortak

yan var.”

Aynen bu hesap, sizin Rabbiniz beton makinesinin her daim-hiç durmaksızın pat-pat vurmasını nasip edecekse eğer… Havanın-suyun-toprağın; İkizdere’nin, Kaz Dağları’nın ve İstanbul’un üzerine titreyen, onlara vurulan her kazmayla, dökülen her betonla, patlatılan her dinamitle içi yanan bizleri sevmiyor demektir o…

Bu yüzden siz betonperestlerle hiç mi hiç aynı olamaz bizim Tanrımız.    


[i] Nasıl Satabilirsin ki Havayı? – Kızılderili Şefin Bildirgesi (Türkçesi: Sibel Özbudun). Ütopya Yayınevi, 2000.

[ii] 17. Yüzyıl şairlerinden Henry Vaughan’a ait dizeler (Aktaran: Fatmagül Berktay, “Ekofeminizm ya da Yüreğin İyimserliği”, Ağaçkakan, Mart 1996).

[iii] AKP iktidarında 2013-2015 yılları arasında Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak görev yapmış İdris Güllüce’nin bir kentsel dönüşüm konut temel atma töreni vesilesiyle yaptığı konuşmadan…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi