Tayfun Atay
Faşistlerin büyük yalanları, daha büyük gerçekleri gizlemek içindir!
Trump gibi ya da geçmişte olduğu üzere Hitler gibi karizmatik faşist liderler ve de halihazırda iktidarda olan diğerleri, kitleleri güya “elit”lere karşı harekete geçirmeyi amaçlarlar, ancak aldıkları bütün siyasi kararlar aslında mevcut elitin yararınadır. Büyük yalan, bu hakikati ve paradoksu gizler ki bu bir “sınıf kandırmacası”dır.
Faşist liderler gidişattan hoşnutsuz yoksul insanları popülist argümanlar kullanarak kendi sokak savaşçılarına dönüştürürlerken, bu şekilde demokrasinin sonunun getirilmesinden en fazla kazançlı çıkacak olanlar yine elit siyasetçiler, zengin iş çevreleri ve demokratik denetim-denge mekanizmasının kaybolmasıyla servetine servet katacak olanlardır.
Antropolojide benim için “İkona” olan sevgili hocam Dr. Nancy Lindisfarne, kendisinin hayat yoldaşı bir diğer antropolog ve siyasal aktivist Dr. Jonathan Neale ile birlikte Donald Trump ABD’si, daha doğrusu “Trumpizm” üzerine çarpıcı bir yazı kaleme aldı yakınlarda… “Trump, Büyük Yalanlar ve Sınıf Kandırmacası” (Trump, Big Lies and the Class Con, annebonnypirate.org, 13 Ocak 2021) başlıklı bu yazı, Trump fanatiklerinin Capitol Hill saldırısına ilişkin İngiliz Channel 4 News kanalına konuşan Yale Üniversitesi Tarih Profesörü Timothy Snyder’ın ABD ve dünyada faşizmin yükselişine dair görüşlerini geliştirici mahiyette bir eleştirel değerlendirme içermekteydi.
Nancy ve Jonathan’ın yazdıklarını okuduğumda bizim buralarda hanidir olup bitenlere ilişkin, özellikle de iktidar pratikleri bağlamında bir dolu çağrışım uçuşup durmuştu zihnimde. En son Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum-rektör atanmasına yönelik demokratik tepki ve reddiyelere karşı sergilenen resmi-polisiye tutuma bakınca da onların yazısındaki bazı tespit ve savları burada paylaşıma açmayı uygun buldum.
“Biz” ve “Onlar” ikiliği, faşizmin ekmeği!
Nancy ve Jonathan, Snyder’ın faşizmin yükselişine ilişkin ikna edici buldukları görüşlerini üç başlık altında kategorize ederek değerlendirmekteler. Bunlardan ilki, faşizmin büyük yalanlara dayandığı, diğer deyişle büyük yalanların faşizmin tipik karakteristiği olduğu tespiti. Onlar diyor ki Trump her daim yalanlar söylemiş olmakla birlikte bunlar çoğunlukla orta büyüklükte yalanlardı, ancak seçim sürecinde oyların çalındığına dair olan, bir büyük yalandır.
Büyük yalanla karşı karşıya kalan insanlar, “Biz” ve “Onlar” ikiliğine hapsolur; büyük yalan, insanları onu ya desteklemeye ya da reddetmeye zorlar. Elbette böylesi büyük ölçekli bir yalan kıvıranlar aynı zamanda bir komplo teorisine ihtiyaç duyar ve onu da üretip yayarlar. Büyük yalan kimseye bir orta-yol bulma imkânı bırakmaz ve “ya o ya da bu” durumunda sıkışıp kalmışlık direkt olarak şiddeti doğurur. İşte bu sonuç, tam da faşistlerin istediği doğrultudadır.
Faşizmin can suyu: Irkçılık
Nancy ve Jonathan’a göre Prof. Snyder’ın vurguda bulunduğu ikinci önemli nokta, Trump’ın büyük yalanının demokrasiyi ve seçimlerin meşruiyetini tahribe yönelik olduğudur ve bu da faşistlerin en çok arzu ettiği zemini ortaya çıkarır. Üçüncü nokta olarak da Snyder faşizmin ırkçı dinamiğine vurgu yaparak gerek Capitol Hill işgalinin gerekse tümüyle Trump hareketinin ırk ve ırkçılıkla sulusepkenliğinin altını çizmektedir.
Faşist siyasetin temel dayanağı olan “Biz” ve “Onlar” ayrımı/kutuplaşması, biyolojik (Siyah deri rengi) ya da kültürel ırkçılıktan (Yahudi, Çingene, Müslüman karşıtlığı ya da homofobi yani LGBTİ+ düşmanlığı) beslenir. Bu doğrultuda eğer Beyaz üstünlüğü iddiasıyla ortaya çıktıysanız ya da Siyahların oy kullanma hakkı olmadığına inanıyorsanız, elbette “seçimin çalındığı” hissine kapılmanız çok daha kolaydır ve büyük yalan sizin için “bir çeşit doğruluk” arz ediyor olabilir!..
Sınıf-kandırmacası
Snyder’ın faşizmin büyük yalanları üzerine söylediklerinin bu şekilde bir özet değerlendirmesini sunduktan sonra Nancy ve Jonathan onun açık seçik telaffuz etmediğini düşündükleri çok daha önemli bir noktaya açıklık getirmeye yönelirler. Bu, faşistler için büyük yalanların çok daha büyük bir gerçeği gizlemeye yaramakta olduğudur.
Sözü doğrudan onlara bırakalım:
“Trump gibi ya da geçmişte olduğu üzere Hitler gibi karizmatik faşist liderler ve halihazırda iktidarda olan diğerleri, söz gelimi Hindistan’da Narendra Modi, Brezilya’da Jair Bolsonaro, kitleleri elitlere karşı harekete geçirmeyi amaçlarlar. Ancak aldıkları bütün siyasi kararlar aslında mevcut [gerçek] elitin yararınadır. Büyük yalan esas bu hakikati ve paradoksu gizler ki biz buna “sınıf kandırmacası” (class con) diyoruz.
Faşist liderler kızgın, gidişattan hoşnutsuz emekçi sınıftan yoksul insanları popülist argümanlar kullanarak kendi sokak savaşçılarına dönüştürürlerken, bu şekilde demokrasinin sonunun getirilmesinden en fazla kazançlı çıkacak olanlar yine elit siyasetçiler, zengin iş çevreleri ve demokratik denetim-denge mekanizmasının kaybolmasıyla servetine servet katacak bazı profesyonellerdir.
Birleşik Devletler’de iyi eğitim almamış, düşük ücretle istihdam edilen yoksul üçte ikilik kesimin oyları elit ve Siyah düşmanlığı doğrultusunda oldu. Trump’ın yalanları onun bu Siyah ve Beyaz emekçi sınıftan seçmenlere verdiği zararı kamufle etme yolunda çok iyi iş çıkardı. Bu ‘sınıf-kandırmacası’nın açığa çıkmasını engelleme, destekçilerini arkalarında tutma yolunda faşist elitler, ‘günah keçileri’ yaratma ihtiyacı duyarlar. Bu günah keçileri (Nazi Almanya’sında Yahudiler, ABD’de Boston, New York, Philadelphia gibi Doğu Kıyısı eyaletleriyle özdeş köklü seçkin aileler [East Coast establishment], liberaller, bilim insanları ve diğer ‘öcü’ler) yoksul-emekçi kesimlerin elit düşmanları olarak işlenirler.
Gerçekte öyle olup olmadığına bakılmaksızın bazı insanların ‘elit’ diye günah keçisi yapılması onları bir numaralı hedef haline getirirken dikkatleri Trump gibilerin yönetiminde mevcut gerçek ayrıcalıklar ve ayrıcalıklılardan da uzak tutar.”
Tarihe kayıt düşün!
Şimdi bu aktardıklarım üzerinden bizim ellerde de iktidar sahiplerinin meydanlarda yıllardır ettikleri lakırdıları şöyle bir hatırlayıp onlara oy veren yoksul kitlelerde toplumun belli kesimlerine karşı ha bire ürettikleri nefreti, o nefreti eyleme geçirme yolunda zaman zaman işaret ettikleri “günah keçileri”ni hadi sıralayalım!..
Selahattin Demirtaş’tan Osman Kavala’ya;
Kemal Kılıçdaroğlu’dan Canan Kaftancıoğlu’ya;
Topluca, HDP’den CHP’ye;
Gazeteciler, yazarlar-çizerlerden BAK imzacısı akademisyenlere ve onları bahane ederek eleştirel, sorgulayıcı, itaat etmeyen “Üniversite”ye;
Barolar’dan Tabipler’e, İBB başta olmak üzere muhalif belediyelere;
Gezi’deki Y-kuşağından Boğaziçi’deki Z-kuşağına;
Solculara, sosyalistlere ve “lezbiyen-mezbiyen” diye acınası bir belagatle söz edilen LGBTİ+ kimliğe kadar açılan yelpazede;
“Terörist” diye diye, “elit” diye diye, “sapkın” diye diye;
Kendilerine oy veren yoksul kitleleri “vatan-millet-din-devlet” söylemi eşliğinde bu kesimlere nefretle doldururken, iki on yıl boyunca kendi yarattıkları zenginlerin, kendi gerçek elitlerinin, kendi ayrıcalıklılarının çıkarlarını nasıl gözettiklerini bir düşünün!
Bu koskoca gerçeği gizleme yolunda nasıl “kofkoca” yalanlarla biteviye bir Amok koşusu içinde olduklarını düşünün!
Elite, entelektüele, akademisyene, lezbiyen-gey-biseksüel-travesti-transseksüel-interseksüel ve diğer cinsel-cinsiyetsel kimliklere yönelik bu aşağılamalarla yoksul-emekçi insanları kışkırtarak, onları nasıl kendi gerçek çıkarlarına karşı harekete geçirdiklerini düşünün!
Ve de dinbaz-faşizan bir eforla sergilenmekte olan, bizim topraklara mahsus bu “yerli ve milli” sınıf-kandırmacasına tarih önünde, insanlık adına bir kayıt düşün!..