Bülent Vardar
EFSANELER ÖLMEZ: “TAÇSIZ KRAL” AYHAN IŞIK
Üniversitede resim okurken Empresyonizmin etkisinde kalan ve daha çok Claude Monet'ten etkilendiği bilinen Ayhan Işık, bir yandan da Bab-ı Ali'de ressam olarak çalışır. Onu Taçsız Kral yapan gelişmeler ise ondan sonraki kuşağın da yolunu açan sinema dergilerinin, Yıldız Dergisi'nin 1952’de açtığı “Geleceğin Oyuncuları” başlıklı yarışmada birinci olmasıyla gerçekleşir.
Türk sinemasının büyük oyuncusu Ayhan Işık, geçirdiği beyin kanaması nedeniyle erken yaşta 16 Haziran 1979 tarihinde yaşama veda ederken arkasında 139 film, 1 televizyon dizisi ve “Taçsız Kral” lakabını bırakarak sozsuzluğa göçmüştü. Ayhan Işık, Selanik göçmeni bir ailenin çocuğu olarak 1929 yılında İzmir’de doğmuştu. 1970’lerde yazmaya başladığı “Hayatım” isimli anı kitabında çocukluk yıllarında annesiyle olan ilişkilerine sıklıkla göndermeler yapar... Babası ile ilgili anıları ise çocukken birlikte gittikleri balık dönüşü sonrasında, onun kokusunun burnunda tütmesi ve bazen yatarken ona sarılarak uyumasıyla sınırlı kalmış ve babasını erken kaybetmiştir.
BABASININ ÖLÜMÜ VE İSTABUL’A GİDİŞ
Sanat alanında Ayhan Işık’ı “Taçsız Kral” lakabıyla geniş kitlelerin gönlündeki tahta taşıyan süreç, onun babasının ölümü sonrasında İstanbul’a büyük ağabeyi Mithat Özer’in yanına gelerek eğitimini burada sürdürmesiyle şekillenecektir. Ağabeyi gibi yüksek tahsilini Paris’e giderek yapmayı hayal eder.
Sonradan gelen herkes gibi önceleri İstanbul'da o da zorlanır. Ama onun gelecekteki sanatçı kişiliğinin oluşmasında ve başarısında dünyaya malolmuş bu büyük şehir ve bu bağlamda tanıştığı öğretmenleri ve arkadaşları en büyük şansıdır. Aralarında kimler yoktur ki!.. Mahir İz okul müdürü, Salah Birsel müdür muavinidir. Edebiyat dünyamızın büyük ismi Rıfat Ilgaz edebiyat öğretmenidir. Bazı okul arkadaşları ise sonradan sinemamızın önde giden senaristlerinden birisi olacak Safa Önal, karikatürist Ferruh Doğan, ressam ve karikatürist Semih Balcıoğlu'dur.
GÜZEL SANATLAR AKADEMİSİNDE RESİM EĞİTİMİ
Ayhan Işık, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümün’de, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun öğrencisi olur. Üniversitede dönem arkadaşları arasında sonradan önemli isimler olacak Fikret Otyam, Altan Erbulak, Remzi Raşa, Adnan Varınca, Nedim Günsür, Orhan Peker, Turan Erol ve liseden de arkadaşları olan Semih Balcıoğlu ile Ferruh Doğan da vardır.
Üniversitede resim okurken Empresyonizmin etkisinde kalan ve daha çok Claude Monet'ten etkilendiği bilinen Ayhan Işık, bir yandan da Bab-ı Ali'de ressam olarak çalışır. Onu Taçsız Kral yapan gelişmeler ise ondan sonraki kuşağın da yolunu açan sinema dergilerinin, 1952’de Yıldız Dergisi'nin “Geleceğin Oyuncuları” başlıklı yarışmada birinci olmasıyla gerçekleşir. 1953 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’nden mezun olur.
Sinemada henüz çok deneyimli ve tanınan bir oyuncu değilken, bir bakıma başına talih kuşu konar. Kemal Film’in sahibi yapımcı ve yönetmen Osman F. Seden, yönetmen Lütfi Ö. Akad’la çalışmaktadır. Akad, sinemaya hoşlanmadığı bankacılık mesleğini bırakarak girmiş ve bu alandaki acemiliğini henüz üzerinden atmıştır. Diğer yandan yeni ve etkili bir film yapmak arayışındadır. Bu süreci Lütfi Akad’ın cümleleri şöyle açıklar: “Osman Seden ‘Nazif Kuş’ olayını ortaya getiriyor. Hatırlıyorum, yakın geçmişte olmuş, İstanbul’u ayağa kaldırmış bir cinayetti söz konusu olan. Nazif Kuş adında bir tornacı kıskançlık yüzünden üç kişiyi öldürdükten sonra dükkanına kapanmış ve polislerle çatışmıştı... Tamam, hikayeyi bulmuştuk”...
SİNEMACILAR DÖNEMİ VE KANUN NAMINA
Osman Seden, Türk sinemasında özel bir önemi olan ve “Sinemacılar Dönemi” olarak bilinen dönemi başlatan “Kanun Namına” (1952) filminde Nazif Kuş’tan esinlenilen Nazım karakterini canlandırması için, Ayhan Işık’ı düşünür. Kanun Namına, Ayhan Işık’ın ikinci filmidir. İlk filmi ise Münir Hayri Egeli’nin yönettiği “Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan”dır.
Ayhan Işık, boylu poslu, yakışıklı ve yolun başındadır ve sinema oyunculuğu adına henüz bildiği fazla bir şey yoktur. Bu durum Lütfi Akad’ı da düşündürmektedir. Ayrıca Ayhan Işık’ın karşısında deneyimli Şehir Tiyatroları oyuncuları Gülistan Güzey ve Neşe Yulaç ve o dönemde popüler ve önemli bir oyuncu olan Muzaffer Tema da filmde oynamaktadır.
Filmin başlarında Lütfi Akad, istediği sonucu Ayhan Işık’tan alamadığını hissetse de, bir gün yolda gördüğü ve yüzünün yarısı yırtılmış Gary Cooper’un donuk yüz ifadeli afişini hatırlar. Bu yüz aklına takılır ve sette de zaman zaman gözünün önüne gelir. Film için çözüm yolunu bulmuş ve kurgunun önemini keşfederek, Griffith, Kuleşov, Pudovkin ve Eisenstein’ın kurgu hakkındaki görüşlerine yeniden başvurmuştur. Lütfi Akad’ın sözcükleriyle ifade edersek: “Nihayet sınav günü geliyor, önce Kanun Namına giriyor sinemalara. Büyük bir iş yapıyor. Ayhan Işık, birden tartışmasız bir yıldız oluyor. İşte o zaman, oyuncu olmayan birinden bir sinema oyuncusu yarattığımı görüyorum ve sinemanın gerçekte ne olduğunun bilincine varıyorum, bu da benim artık bir yönetmen olduğumu kanıtlıyor”...
BELGİN DORUK’LA “KÜÇÜK HANIM” SERİSİ
Ayhan Işık’ın starlığa giden merdivenleri çıkmasında ve özellikle halkın gönlünde Taçsız Kral ünvanını kazınmasında, sinemaya aynı yıllarda girdikleri oyuncu Belgin Doruk’la başrollerinde oynadıkları “Küçük Hanım” serisinin büyük katkısı olmuştur.
Diğer yandan 1960’larda senaryolarını Vedat Türkali’nin yazdığı, Ertem Göreç’in yönettiği “Otobüs Yolcuları” (1961) ve yine Lütfi Akad’la çalıştığı “Üç Tekerlekli Bisiklet” (1961) oynadığı öne çıkan filmlerdir. Bu dönemde Ayhan Işık’ın oynadığı ve adı anılması gereken bir başka önemli proje ise Metin Erksan’ın yönettiği “Acı Hayat” (1962) filmidir.
Yıllar içinde Ayhan Işık, sinemanın en önemli oyuncularından birisi olmuştur. Diğer yandan yönetmen Ertem Göreç’le birlikte sinema emekçilerinin hakları konsunda çalışmalar yapmış ve ülkemizde bu alanda sinemada çalıştığı yıllarda bazı önemli kazanımların gerçekleşmesine katkıda bulunmuştur: “Eğer ki Yeşilçam'ın gelecekte genç insanları acımasızca yiyip yutan dev bir sömürü mekanizmasına dönüşmesini istemiyorsak, ne yapıp edip bir 'Sinema Kanunu' çıkartmalı, ciddi bir sendika kurmalı ve bütün personelin daha mesleğe ilk adımını atar atmaz sigortalandırılması için gereken kanunî baskıyı işverenler üzerinde kurmalıyız. Ben kendi adıma film setlerinin bu ülkede hem oyuncular, hem yönetmenler, hem de diğer teknik elemanlar için birer zulüm çekme yeri değil de profesyonel bir iş sahasına dönüşmesi için elimden her ne gelirse yapacağım. Sinemacılık asla modern bir kölelik sistemine dönüşmemelidir. Sinema bir sanat, sinemacı da bir sanatçıdır; buna yakışır muamele görmelidir.''
AYHAN IŞIK PRENSİPLERİ
Ayhan Işık’ın kariyeri boyunca mücadelesini verdiği ve oluşturduğu çalışma prensipleri özellikle aktör dostu Suphi Kaner'in, yapımcılar tarafından bilinçli şekilde işsiz bırakılıp intihara sürüklenmesiyle daha da keskinleşir: Sette çalışılacak başlangıç ve bitiş saatlerinin belli olması, pazar günü hiçbir surette çalışılmaması, sete belli saatlerde doyurucu ve kaliteli yemek getirtilmesi, sözleşmede belirtilen çalışma gün sayısında artış olduğunda oyuncuya ve teknik personele mutlaka ekstra ödeme yapılması, kalabalık ve tehlikeli setlerde doktor-ambulans bulundurulması, bir oyuncunun filminin galasına katılıp katılmamaya kendisinin karar vermesi...
Bu prensiplerin sinema sektöründe uygulanmaya başlaması ise yaşamın garip bir cilvesine neden olur. 1952 yılında deneyimsiz bir oyuncuyken yönetmen Lütfi Akad’ın filminde zar zor onun beğenisine mazhar olan Ayhan Işık, gene Akad’la çalıştığı “Üç Tekerlikli Bisiklet” filminin bitmesine en fazla üç gün kala, anlaştığı gün sayısı geçildiği için filmi yarım bırakır ve bu filmin eksik sahneleri daha sonra Akad’ın hevesini kaybetmesi ve hayal kırıklığı nedeniyle Memduh Ün tarafından tamamlanır.
Lütfi Akad, genç sinemacı adayları için de önemli bir ders kitabı niteliği taşıyan “Işıkla Karanlık Arasında” isimli, anılarından oluşan kitapta bu olayı şöyle anlatır: “Büyük bir keyifle çalışıyorum, her şey rahatça akıp gidiyor, filmin sonuna gelmek üzereyim, birden her şey allak bullak oluyor. Her şeyin muntazam çalıştığı bir fabrikada ana şalterin çekilişi örneği, işler birden duruyor. Bir sabah işyerine gittiğimde, çekim alanı çalışanlarının öyle avare oturduklarını görüyorum. ‘Ne oluyor böyle?’ diyorum. ‘İş paydos dediler’ abi diyorlar. Yukarıya, Nusret İkbal’in (yapımcı) yanına çıkıyorum, ‘Hayrola Nusret Bey?’ diyorum, ellerini ovuşturarak omuzlarını kaldırıyor, ‘Ayhan Işık’ diyor, ‘bize on beş gün vermişti, günü bitince gitti”... Sinemamızın Taçsız Kralı soyadıyla müsemma, ışıklar içinde uyusun.
Kaynaklar:
Akad, L., Işıkla Karanlık Arasında, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2004