DERVİŞ ZAİM’DEN SURİYE SAVAŞINA BAKIŞ: FLAŞBELLEK

“Flaşbellek”, yönetmen Derviş Zaim’in çekim sürecinde özellikle sanat yönetiminden destek alan bir yapım. Filmin basın gösterimi sonrasında konuştuğumuz Zaim, filmini tahminlerin ötesinde Suriye’de çekmediğini ve bunun riskler içerdiğini belirtti. Savaşın yarattığı yıkımı sanat yönetimi ve efektler aracılığıyla başarılı bir sinematografik mekana dönüştüren Zaim’in, amacına ulaşmasında devletin pek çok kurumunun destek ve gücünü almasının da katkısı olduğunu vurgulamak lazım.

1990’larda ülkemiz sinemasındaki değişime imza atan başat yönetmenlerden birisi olan Derviş Zaim, aynı zamanda dönemin alametifarikası olan bağımsız sinemanın önde giden temsilcilerinden birisidir. Boğaziçi Üniversitesi’nde işletme okuduktan sonra, bu üniversitenin bereketli ortamının rahle i tedrisinden geçip, daha sonra İngiltere’de yaptığı master sonrasında “Post Yeşilçam” döneminde sinemaya adımını attı. Kendini sinema aracılığıyla güçlü olarak ifade eden bir sanatçı olan Derviş Zaim’in, ilk uzun metrajlı filmi olan ve minimal koşullarda bir satranç ustası titizliğiyle çektiği “Tabutta Rövaşata”yı (1996), ülkemiz sinemasında bağımsız sinemanın zirvelerinden biri olarak nitelendirmek  abartı sayılmamalı.

ÇOK YÖNLÜ YÖNETMEN

Entelektüel düzeyi ile sinemamızın üretken yönetmenlerinden olan Derviş Zaim, 11 uzun metrajlı filme ve iki romana imza atmış ve pek çok ödül almış bir yönetmendir. İlk romanı “Ares Harikalar Diyarında” ile 1992 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanmıştır. Filmleriyle toplumsal sorunlara dokunduğu kadar, Kıbrıs doğumlu olması onun köklerinde yaşanan Kıbrıs adasındaki drama sessiz kalmamasını sağlamış; geçmişten günümüze çözülemeyen sorunlar yumağının ve yaşanılan trajedilerin kökenini önce kendini kolay deşifre etmeyen “Çamur” (2003), hemen akabinde belgesel bir film olan “Paralel Yolculuklar” (2004) ve sonrasında “Gölgeler ve Suretler” (2010) isimli filmleriyle yansıtmıştır.

Derviş Zaim, 30 yılı bulan sinema yaşamında farklı temalarda ve duyarlıklarda filmler gerçekleştirdi. Bu bağlamda özüyle uyumlu biçimsel arayışları olan “Nokta” (2008) isimli filmi dikkat çekicidir ve filmin bütünü tek plandan oluşur. Zaim filmi hakkında şunları söyler: Film, Osmanlı hat sanatının kimi biçimsel özelliklerini temel almaya çalışıp o doğrultuda bir atmosfer yaratmaya, sinemasal anlatımını bu merkeze göre kurmaya gayret etmektedir. Bu amaç için geleneksel Osmanlı hat sanatından ödünç aldığımız kavramlardan biri “İhcam” kavramıdır. “İhcam”, hat sanatında, bir çırpıda bitirivermek, harfi bir defada yazıvermek anlamında kullanılmaktadır. Hattatlar ihcam ile yazdıkları zaman, ele aldıkları yazı motifini veya figürü bir çırpıda çizip kompozisyonu süreklilik içinde, ara vermeden bitirmeyi kastetmektedirler. Nasıl ki bir hattat çalışacağı motifi, bir defada bitirmek gibi bir tercih içinde olabilirse, biz de filmin anlatımını kesintisiz biçimde, süreklilik duygusunu kesmeden, baştan sona tek planda götürmek gibi bir fikri takip etmeye çalıştık. Ancak bu noktadan sonra filmin zaman ve mekan kurmak konusunda farklı bir  tasarımı bulunmaktadır. Filmin içindeki olaylar, ister geçmişte, ister şimdide geçsinler, sanki içinde yaşadığımız, gerçek zamanda gerçekleşiyormuş gibi kesintisizce ve süreklilik duygusunu verecek şekilde, -kesmelere başvurmadan- “bir defada” anlatılmıştır. “Flashback” ya da flashback’ten şimdiki zamana geri dönüş söz konusu olduğu zaman dahi bu yöntem devam ettirilmiştir...

Ülkemiz sinemasının önemli yönetmenlerinden birisi olarak sinemasında istikrarlı bir ivmeyle yol alan Zaim, ikinci uzun metrajlı filmi “Filler ve Çimen” (2000) ile, yerel coğrafyada fillerin tepişmesiyle ezilen çimenlere göndermede bulunurken; son filmi “Flaşbellek” de ise küresel güçleri temsil eden fillerin tepişmesiyle arada kalan ve ezilen çimenlerin dramına yoğunlaşıyor.

SANAT YÖNETİMİNİN ÖNEMİ

“Flaşbellek”, yönetmen Derviş Zaim’in çekim sürecinde özellikle sanat yönetiminden  destek alan bir yapım. Filmin basın gösterimi sonrasında konuştuğumuz Zaim, filmini tahminlerin aksine Suriye’de çekmediğini ve bunun riskler içerdiğini belirtti. Savaşın yarattığı yıkımı sanat yönetimi ve efektler aracılığıyla başarılı bir sinematografik mekana dönüştüren Zaim’in, amacına ulaşmasında devletin pek çok kurumunun destek ve gücünü almasının da katkısı olduğunu vurgulamak lazım.

Yakın komşumuz Suriye’de 10 yılı aşkın süredir devam eden bu kirli savaşın çatışmalarından çok, şiddetin insanlar üzerinde yarattığı yıkıma yoğunlaşmış Zaim... Filmin odak noktasını Suriye Ordusunda teğmen olan Ahmet (Saleh Bakri) ile öğretmen ve Arap hristiyan olan eşi Leyla (Sara El Debuch) oluşturuyor. Ahmet, her ne kadar rejimin bir subayı olsa da yaşanmakta olan savaşın yanlış olduğuna ve “özgürlük talepleriyle” başkaldıran insanlara yönelik yapılan insanlık dışı davranışlara dayanmakta zorlanmaktadır. “Özgür Suriye Ordusu” savaşçılarının bir saldırısında boynundan yaralanır ve ses telleri zarar görür. İyileştikten sonra konuşamasa da, karısının ısrarlarına rağmen rapor almayıp görevine geri döner. Yaralandığı için geri hizmete alınan Ahmet’in, yeni görevi, acımasızca öldürülen direnişçilerin cesetlerinin yığıldığı depolarda, onlara numara vererek fotoğraflarını çekmek ve gerçek dışı, solunum yetmezliği gibi ölüm nedenlerini kaydetmektir.

TARAF OLMAYA ÇALIŞMADAN TARAF OLMAK !

Zaim, basın gösterimi öncesinde olabildiğince objektif kalmaya çalışarak taraf olduğundan bahsetti. Bu taraf olma durumu “açıktan” bir taraftarlığa dönüşmese de, Esad rejimi karşıtlığı ve savaşa “Özgür Suriye Ordusu” lehinde bakış açısı içeriyor. Zaim’in filminde savaşın nedenleri hakkında ipuçları oluşturan bir olay örgüsünden çok, iyiler kötüler karşıtlığı içinde “yok edici kötü” rejim güçleriyle onlara karşı mücadele veren “iyi” özgürlük savaşçıları öne çıkarılmış.

Sam Amcanın (ABD) yeni dünya düzeni için kurguladığı “Büyük Orta Doğu Projesi” (BOP) ve “Yeşil Kuşak Projesi” ve bu bağlamda öne çıkarılan “Ilımlı İslam”, Mısır’dan, Tunus’a, Suriye’ye yayılan “Arap Baharı” yangınlarına neden olmuş; bu yangınlardan payına en büyük yıkım düşen Suriye’de büyük bir drama yol açmış, milyonlarca Suriye vatandaşı göç etmek zorunda kalmıştı. Gerek Amerika’nın Kuzey Irak petrolünü daha kolay ve ucuza denize ulaştırmak amacı ve Orta Doğuyu kontrol etmek adına bu ülkede yarattığı kargaşaya gerekse de Suriye coğrafyasında Sovyetler Birliği döneminden bu yana nüfuz sahibi olan Rusya’nın güç mücadelesi ve bu bağlamda İran ve Çin’in perde arkasındaki rollerine, Zaim filminde yer vermemiş.

YÖNETMENİN TERCİHİ VE MÜLTECİLİK

Yönetmen tercihini daha çok savaşın yarattığı yıkım ve yurtlarından kaçmak zorunda kalıp yersiz yurtsuz kalan mülteciler üzerinden yapmış ve olay örgüsünü “Beyaz Suriyeli” bir karı koca üzerinden kurgulamış. Çevresindeki devlet terörü ve bu kirli savaştan kendisine çıkar elde etmeye çalışan Ahmet’in komutanı gibi pek çok olgu nedeniyle, Ahmet karısını Türkiye’ye kaçmaya ikna eder. Leyla’nın ailesi daha önce kaçmaya çalışırken öldürülmüştür. Ahmet ve Leyla’nın kaçış sürecinde Derviş Zaim, belalı coğrafyanın bileşenlerine de yer verme saikiyle, ana karakterlerinin İŞİD’le başlarının belaya girmesini öne çıkarırken; aynı zamanda Orta Doğu’da kandan beslenen pek çok şer odağına da filminde göndermede bulunmuş...

ÖNE ÇIKAN GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ

Bir süredir ülkemizin sinemasında dikkat çeken görüntü yönetmenlerinden birisi olan Andreas Sinanos, filmin görüntü yönetimine imza atmış ve yönetmenin kafasında kurduğu dünyanın sinematografik bir atmosfere dönüşmesinde etkili bir rol oynamış. Sinanos, daha önce çağımızın efsane film yönetmenlerinden Teo Angelopulos’la çalışmış ve bu büyük yönetmenin “Sonsuzluk ve Bir Gün” (Mia aioniotita kai mia mera-1998) ile “Ağlayan Çayır (Triologia I: To Livadi pou Dakrizi-2003) isimli filmlerinin görüntü yönetmenliğini yapmıştı. Ülkemizde Özcan Alper’in “Rüzgarın Hatıraları” (2015), Tayfun Pirselimoğlu’nun “Yol Kenarı” (2017) ve “Kerr” (2021), Murat Pay’ın “Dilsiz” (2019) ve Semih Kaplanoğlu’nun “Bağlılık Aslı” (2019) isimli filmlerinin görüntü yönetmeni olarak da dikkatleri üzerine çekti.

Zaim’in filmindeki dramın seyirciye geçmesinde rol oynayan bir diğer unsur ise, öne çıkmadan ölçülü şekilde filmin dünyasını zenginleştiren film müzikleri.. Filmin oyuncu kadrosunun neredeyse tamamı Suriyelilerden oluşmuş. Bu bağlamda yaşanılan travmaların suçluluk duygusuyla birleşmesini yansıtmak açısından filmin ana karakteri Ahmet’in, nötr bir oyunculuk performansına karşın  öne çıktığının altını çizelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bülent Vardar Arşivi