Çaykovski'nin Karısı & Sanal dünya gerçeğini soğurdu: Kayıp

Dönem filmleri yapmak her ülke sinemasının altından kalkabileceği bir olgu değil. Böylesi bir sinematografik anlatı iyi bir dönem araştırması gerektirdiği kadar, salt bilgi ile değil duygu ve yaratıcılık gerektiren bir anlatımla da desteklenmeyi gerektiriyor. Bu bağlamda “Çaykovski’nin Karısı” başarılı ve görkemli bir yapım izlenimi verse de; klasik bir anlatım algısı yaratmasına karşın kimi sahnelerin içerdiği sürreel ve fantastik anlatım, öykü yapısıyla çelişkiler içeriyor ve yarattığı izlenimi nötralize ediyor.

Bir dahinin nasıl birisi olduğunu hiç düşündünüz mü? Coğrafyamızda dahilere çok nadir rastlanması nedeniyle böyle bir soru özel durumlar dışında çoğumuzun aklına gelmeyebilir. Günümüzde neredeyse hiç karşılaşılmayan dahilerin, nasıl insanlar olduğu hakkında da saptamalarda bulunmak zor bir durum olsa gerek.



DAHİNİN KARISI OLMAK!
Bir dahinin karısı olmak, onunla yaşamak zor olmalı; hele yakın kalibrasyonda değilseniz… Bir de kadın hakları açısından o dönemde henüz ilerleleme kaydetmemiş ve kadının kocasının pasaportuna yazıldığı Rusya gibi bir ülkede çok daha güç olmalı. Klasik müzik Orta çağ ve Gotik dönemde çok sesliliğin gelişimiyle beraber daha da biçimlenmiş, kilise ve saray baskısı altında Rönesans’ın erken yüzyılında vokal polifoni çerçevesi içinde gelişmiş, Yüksek Rönesans ile beraber çalgı müziğinin de yükselişiyle içeriği bugünün klasik müzik olarak adlandırılan biçimleri ve teknikleriyle gelişimini sürdürmüştür.(1)

Batı dünyası klasik müzik alanında özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda dahi olarak tanımlanan çok önemli besteciler yetiştirdi. Büyük Rus bestecisi Piotr İlic Tchaikovsky onlardan birisidir. Gerek Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel, Fındıkkıran gibi balelere gerekse de Yevgeni Onegin gibi 9 operaya, 7 senfoniye ve 4 konçertoya imza atan büyük yaratıcının dünyasını, eşi Antonina Çaykevska ile olan ve dokuz ay süren imkansız ilişkisini anlatıyor “Çaykovski’nin Karısı”…

Piotr Tchaikovsky’nin Ukrayna vatandaşı olan babası İlya Petroviç Çaykovski, çeşitli Rus şehirlerinin devlet fabrikalarında yönetici olarak çalışmış bir maden mühendisiydi. Büyükbabasının adı Pyotr Fyodoroviç Çayka olan İlya Petroviç, sonradan adını Çaykovski olarak değiştirmiştir. Çayka’nın Ukrayna dilindeki anlamı martıdır ve geleneksel bir Ukrayna soyadıdır. Tchaikovsky, babasının ikinci evliliğinden olan altı çocuğunun ikincisiydi. Dört erkek kardeşi ve Aleksandra adlı bir kızkardeşi, babasının ilk evliliğinden ise Zinayda adlı bir üvey kızkardeşi vardı…



KLASİK MÜZİĞİN BÜYÜK SANATÇISI
Piotr İlic Tchaikovsky, orta sınıf bir ailenin çocuğuydu. Hukuk eğitimi sonrasında müziğe olan yeteneği ile 1862 yılında Sankt Peterburg Konservatuvarına girdi ve 1865 yılında mezun oldu. Ayrıca uzun yıllar konservatuar hocası olarak çalıştı. Ailesi istemese de müzik alanında kariyer yapmayı seçmiş ve Batı’ya yönelen eğitimiyle Tchaikovsky, döneminin Rus Beşleri (M. A. Balakirev, A. P. Borodin, C. A. Cui, Modest Musorgski ve N. A. Rimski Korsakov) olarak bilinen ve genç Rus bestecilerden oluşan ulusalcı akımdan ayrılmıştı.(2)

Konservatuarda hocalık yapan ve sosyetenin tanınmış simalarının davetlerinde boy gösteren Tchaikovsky (Odin Lund Biron), bu davetlerden birisinde genç ve güzel Antonina Millukova (Alyona Mikhailova) ile tanışır. Genç kadın takıntılıdır ve karizmatik besteciden çok etkilenmiştir. Millukova besteci ile evlenmeyi kafasına koyar ve ona aşk mektubu yazar. Tchaikovsky, genç kızdan etkilenmekten çok, yaşadığı dönemde gizlemeye çalıştığı eşcinsel eğilimleri ve adını temize çıkarma saikiyle Antonina ile evlenmeyi kabul eder. Eşcinselliği ve deha kimliği onun genç kadına tahammül sınırlarını zorlar ve yürümeyen bu ilişki dokuz ayda sona erer.

DÖNEM SİNEMASI YAPMAK
Dönem filmleri yapmak her ülke sinemasının altından kalkabileceği bir olgu değil. Böylesi bir sinematografik anlatı iyi bir dönem araştırması gerektirdiği kadar, salt bilgi ile değil duygu ve yaratıcılık gerektiren bir anlatımla da desteklenmeyi gerektiriyor. Bu bağlamda “Çaykovski’nin Karısı” başarılı ve görkemli bir yapım izlenimi verse de; klasik bir anlatım algısı yaratmasına karşın kimi sahnelerin içerdiği sürreel ve fantastik anlatım, öykü yapısıyla çelişkiler içeriyor ve yarattığı izlenimi nötralize ediyor.

Film 19.yüzyıl Rusya’sını özellikle mekan ve kostüm tasarımıyla inandırıcı bir atmosfere dönüştürse de; diğer yandan Rusya’nın tarihe saygılı ve günümüze kadar sirayet eden mekanlarını kullanmak açısından yetersiz kalıyor. Moskova ve Sankt Peterburg gibi tarihi mekanlarda dar sokaklara sıkışmış zayıf sahneler, görkemli olma vaadi uyandıran bir filmi etkisizleştiriyor.

Filmin odak noktası Tchaikovsky’nin karısı Antonina olsa da, küresel müziğin bu büyük sanatçısını bir film karakterine dönüştürmekte yönetmen Kirill Serebrennikov’un rejisi vasat kalıyor. Thchaikovsky’nin sıradan ve hırslı karısının hezeyanlarının egemen olduğu filmde, büyük besteci son derece vasat fırça darbeleriyle işleniyor. Diğer yandan büyük yaratıcının dünyası, deha kimliği perdeden seyirciye geçmiyor ve şematik olay örgüsü, iddialı olabilecek bir filmin dünyasına ve yaratacağı büyüye de zarar veriyor.

Yönetmen Serebrennikov’un filminin başat unsuru büyük sanatçının müzikleri. Filmin ele aldığı dünyayı atmosfere dönüştürmek açısından Vladislav Opelyants’ın görüntüleri ve filmin doğasına uygun olmasa da yarattığı sürreel sahneler filmin ilginç yanları olarak dikkati çekiyor. Diğer yandan sanat yönetmenliğinin filme yaptığı katkıyı da vurgulamadan geçmemek lazım. Oyunculuk performansları bağlamında ise Tchaikovsky’nin karısı Antonina karakterini canlandıran Alyona Mikhailova’nın, bu hırslı ve talihsiz kadının yaşadığı dramı canlandırma açısından öne çıktığını vurgulayalım. Filmin ayrıca 75. Cannes Film Festivali’nde (2022) “Altın Palmiye” için de yarıştığını anımsatalım.

KAYNAKLAR
(1)

SANAL DÜNYA GERÇEĞİNİ SOĞURDU: KAYIP

“Kayıp”, polisiye bir öyküyü dijital çağın ruhuna ama sinemanın ruhuna uygun olmayan radikal bir görsel dille anlatan, sinematografik öykü anlatımına yenilikçi bir boyut katan ve sinemanın değişiminin, hatta dönüşümünün ipuçlarını da barındıran bir film. İnternet aracılığıyla, bilgisayar ve cep telefonu ekranını sinema perdesine dönüştürüp ve başrol oyuncusunu bilgisayar kamerası yanılsamasıyla seyirciye yansıtan bir filmi 90 dakikadan fazla izleyebilir misiniz?


21. YÜZYILIN BAŞAT OYUNCUSU DİJİTAL DÜNYA
Bu soruya verilecek yanıt “Kayıp” filminin gişe başarısını ve seyirci nezdinde göreceği ilginin de cevabını içerecektir. Doğrusunu söylemek gerekirse 21. Yüzyılın yaşamına egemen olan dijital dünyanın başat oyuncu olduğu bir film “Kayıp”… Şüphesiz bu filmin öncelikli müşterisi y ve z kuşağı olmalı.

Her iki kuşak da internetin, bilgisayar ve cep telefonlarının mütemmim cüz olduğu bir dünyaya doğdular. Filmin içeriği bağlamında özellikle z kuşağı filmin içerdiği sosyal medya ağlarının müptelası. Filmin ana karakteri de, yeni erkek arkadaşıyla Kolombiya’ya tatile gidip kaybolan annesinin peşine düşüp onu bulma çabasını anlatan z kuşağından bir genç kız. Film bu süreçte seyircide, seyri zor anlatımına karşın merak ve ilgi yaratsa da, hayal kırıklığı yaratan vasat finaliyle, yenilikçi anlatımının içine yedirdiği polisiye öyküsün etkisini zayıflatıyor.

PANDEMİYLE ORTAYA ÇIKAN YENİ ESTETİK Mİ?
Yakın geçmişte yaşanan pandemi döneminde, ülkemiz sinemasında 1990’ların başat anlatımı olan “bağımsız sinemanın” önemli yönetmenlerinden Reha Erdem de, online bir film olan “Seni Buldum Ya!” isimli filmini çekmişti. Hatta bu filmin galası da dijital platformların sinemateği MUBI’de , online olarak yapılmıştı. Pandeminin yarattığı basık ortam, küresel salgın nedeniyle evlerine çekilen seyirciler, büyük oranda dijital platformların müşterisi haline geldi. Pandeminin etkilerinin zayıfladığı şu günlerde, bu süreçte büyük bir darbe yiyen sinema sanatı varlığını devam ettirme mücadelesi yapıyor ve allahtan film üretimi, online film çekme pratikleriyle devam etmiyor.

Şüphesiz “Kayıp” gibi bir filmin çekilmesinde salt dijital dünyanın başat olması değil, aynı zamanda yakın geçmişte ortaya çıkan Covid-19 pandemisinin de etkisi olduğu düşünülebilir. Diğer yandan sinemanın dili ve estetiği, “Kayıp”ın sinematografik anlatımına sızmıyor ve bu bağlamda ister konvansiyonel isterse de art house film estetiği olsun, her iki anlatım dilinin estetiği de bu filmle örtüşmüyor.

“Kayıp” için yeni bir sinematografik estetik denemesi denilebilir. Ama böylesi bir anlatımın sinema sanatı açısından yenilikçi bir yaklaşım, bir deneme de olmaktan öteye gidemeyeceğini iddia etmenin de abartı sayılmayacağını belirtmek lazım. Diğer yandan filmin finalinde yönetmen Heitor Dhalia’nın seyirciye bir feyk attığını da anımsatalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bülent Vardar Arşivi