duygu-demirdag
HERKES GİTTİ, ONLAR KALDI
6 Şubat depremlerinin üzerinden bir yıl geçti. Onlar kaldı. Herkes gitti. Depremzedeler, tutamadıkları bir yas ve dinmeyen bir acıyla baş başalar. Bölgede en temel ihtiyaçlar, hala ihtiyaç. Ama en çok onları anlayana, dinleyene, acılarını sarana ihtiyaçları var.
Gece ikide telefonum çalıyor. Arayan, depremde 5 yaşındaki kızı Mira’yı kaybeden Didem: “Abla çok yağmur yağıyor. Sen oteldesin. İçim hiç rahat değil. Gel benim konteynerde kalalım” diyor. Çünkü yağmur, Didem ve onun gibi yüzlerce insan için yeniden deprem olacak endişesi demek. Artık kendileri için korkmuyorlar. Çünkü ailelerini, en sevdiklerini, evlerini, memleketlerini, hayallerini zaten kaybettiler. Bu dehşeti henüz yaşamayan senin, benim için kaygılılar artık. Bir daha deprem olduğunda evlerinin başına yıkılacağından korkmuyorlar, çünkü yıkılacak bir şeyleri kalmadı. Konuştuğum onlarca kişi sanki aralarında anlaşmış gibi aynı şeyi söylüyor: Deprem olunca yer yarılacak, içine gireceğiz ve öyle gömüleceğiz.
HER ŞEYE RAĞMEN HAYATTA KALANLARIN HİKAYESİ
6 Şubat depremlerinin üzerinden bir yıl geçti. Onlar kaldı. Depremin yıldönümünde YouTube kanalımda “Kalanların Hikayesi’ni anlattım. Hayatta kalanların, çaresiz ve yalnız kalanların, acıyla, yasla, umutla, hatıralarıyla ve her şeye rağmen hayatta kalanların hikayesini…
Deprem bölgesinde ‘Kalanların Hikayesi’ni bir belgeselde anlatmaya karar verdiğimde, son bir yılda defalarca kez gittiğim Hatay’dan yola çıktım. Belgeselin bütün kahramanları kadınlar, genç kızlar. Yeni doğum yapan anneler, hukuk mücadelesi veren avukatlar, kenti yeniden var etmeye çalışan üretici kadınlar, kendisi depremzedeyken yara sarmaya çalışan gönüllüler, çadırda yaşayanlar, konteynerde yaşayanlar, “Normal hayat nasıldı? Biz sıcak bir eve nasıl giriyorduk” diye düşünen gençler, yaşlılar, insanlar… Bana, yuva, evlat, ölüm, doğum, memleket, iş, sitem, hayal, hayat ne demek, bunu anlattılar…Hepsinden çok şey öğrendim. En başta insanlığı.
UZAKTAN DAVULUN SESİ HOŞ GELİYOR
Hatay, hayatın normale en az dönebildiği yer… “Çok özledim bir çekyata uzanıp yatmayı” cümlesi, evdeki koltuğa her oturuşta boğazımı düğümlüyor. Bir çekyatın, bir insan hayatında ne kadar büyük anlamı olabileceğini anlamayan herkes, uzaktan bakıp onlara, “Nankörler. Bunlar da yardıma alıştı, artık hiç çalışmazlar” diyor ama bir konteynerde 5 kişi yaşayınca, seni gece rüyanda melekler doyurmuyor. Yine çalışmak zorundasın, yine hastane masrafın, okul masrafın, erzak, giysi masrafın var. Röportajlar sırasında defalarca elektrik kesildi mesela. Kara kışta buz gibi oldu konteynerin içi. Faturayı başkası ödese ne olur…
Geçen sene su dağıtırken tanıştığım yardım gönüllüsü bu sene yine su dağıtıyor. Her yağmurda konteynerleri su basıyor. Depremin ilk günlerinde bölgeye akın eden ruh sağlığı uzmanları, eğitimciler, sosyal uzmanlar bir süre sonra evlerine döndüler.
Herkes gitti. Depremzedeler, tutamadıkları bir yas ve dinmeyen bir acıyla baş başa kaldı. Bölgede en temel ihtiyaçlar, hala ihtiyaç. Ama en çok onları anlayana, dinleyene, acılarını sarana ihtiyaç var. “Biri bana nasılsın diye sorduğunda depremin üzerinden 3,5 ay geçmişti” diyor sevgili kardeşim Kübra…
ANLATAMIYORLAR…
“Kusura bakma sen de psikolog yerine geçtin röportaj yaparken” dedi Çiğdem abla…Bir yıldır içindekileri anlatacak kimsesi olmayan, kendisini tutan, toprağın altına koyamadığı, son görevini yapamadığı sevdikleri olan bir kadın yaşadıklarını ilk defa nasıl anlatırsa, öyle anlattı.
Kadınlar, eğer kendilerini bırakırlarsa, hasta olurlar, çocuklarına bakamazlar diye anlatamıyor, gençler, akranlarıyla bir araya gelemediği için anlatamıyor, çocuklar yaşadıklarını anlamlandıramadığı için anlatamıyor, erkekler, çalışamadığı, ailesine yetemediği, geleceği göremediği için utançtan anlatamıyor. Bölgede şiddet, istismar vakaları, intiharlar arttı. Bir gün önce intihar teşebbüsünde bulunup ertesi gün seansa gelenler oluyor. O seanslarda anlattıkları yani yaşadıkları öyle dehşet verici ki, karşılarında dönüşümlü olarak çalışan psikolog, “Sahiden yaşadın mı? Bu dediğin gerçekten oldu mu?” diye şaşırıyor. Bir de psikoloğu mu ikna etmem gerekiyor diye düşünüp terapiyi bırakanlar var.
Bu yüzden kendisi de depremzede olan ama imkanı varken şehirden gitmeyen, ya da başka şehirlerdeki düzenini bozup, deprem bölgesinde uzun süre kalan ve terapilere devam eden uzmanlar, öğretmenler, gönüllüler, eli öpülecek insanlar.
Belgeselle birlikte bir yardım kampanyası da başladı. “Burayı unutmayın, bölgede güvendiğiniz kim varsa, hangi kuruluş varsa onlar aracılığıyla, desteğe devam edin.” diyen bir çağrı videosunu sosyal medyada paylaştığım anda, telefonum çalmaya başladı. Bir daha da susmadı. Hiç tanımadığım yüzlerce insan, yine hiç tanımadığım yüzlerce insana kardeş, arkadaş oldu. Bir mont, bir botla başlayan yardımlar, bazen yıllık eğitim bursuna, bazen uzun dönem terapi desteğine, ameliyat masrafına dönüştü.
Belgesel çekimlerini bitirdiğimiz her gece oturup destek vermek isteyenlerle, ihtiyaç sahiplerinin isimlerini buluşturduk. İlk 15 günde, 1500’den fazla insana ulaştık. Bana bu yolda, kendisi de depremzede olan gönüllü kardeşlerim destek verdi. Telefonumuzda öyle güzel mesajlar var ki…Başkası bana anlatsa, kurgu derdim. Deprem sonrası aylardır ameliyat parası biriktiren, geriye kalan çok az miktarı tamamlamayı teklif ettiğimizde, “daha çok ihtiyacı olana verin” diyen depremzede, hastaneden taburcu olunca gelip yardım gönüllüsü olmak istiyor mesela. Dünyanın bir ucundan destek vermek isteyen bir gönüllü, “Merak etmeyin Duygu Hanım, kendi evladıma hangi marka alıyorsam, oradaki kardeşlerime de aynısından gönderdim” diyor.
İYİ Kİ HAYATTAYIZ DENİLİNCEYE KADAR…
Kendi imkanlarımla belgesel çekeceğim, kimse yayınlamazsa ben yayınlarım diye düşündüğümde, yardım kampanyası başladığında, bu işlerin bireysel çabalarla olmayacağını, vazgeçmemi söyleyen çok oldu. Bu nasihatleri dinlemediğim içindir ki bugün hayatın anlamı da kardeş olmanın anlamı da bambaşka benim için: Onurlu ve iyi insanlar, çoklar. Birbirlerini bulmayı bekliyorlar. Yardım gönderdiği insanların halini bilen, hatırını soran, en büyük iyiliği inanın deprem bölgesindeki insana değil, kendisine yapıyor. Umudun, anlamın yitip gittiği yerde, hayatın içine sahici bir an bırakıyor.
Kalanların Hikayesi’ni izlemenizi çok isteriz. Ben ve “bize bedavacı diyenler, buyursun gelsinler, halimizi görsünler” diyen yüzlerce depremzede… Biliyorum gidemezsiniz, biliyorum hayatın anlamını hissetmek için daha pozitif hikayelere ihtiyacınız var. Ama burada umuda ihtiyacı olan siz değilsiniz, umudu yeşertme görevi de depremzedelerin değil. “Keşke o enkazdan biz de çıkmasaydık” cümlesi, “iyi ki hayattayız”a dönüşene kadar, anlamaya, dinlemeye, anlatmaya devam edeceğiz. Umarım siz de bize katılırsınız.