Uğur Ergan
Raşit Altun’un “Araf” serisi
Raşit Altun, son dönemde yıldızı parlayan genç bir sanatçı. Her galeri ve müzayedede eserleri sorulan Altun’un en çok sevilen “Araf” serisi resimlerini izlerken, kafanızda birçok soruya cevap aramak durumundasınız.
Karşısında durduğunuz tuvalde gördükleriniz nedir? Neresi burası ve neler yaşanmış? Neye bakıyoruz, baktığımızdan ne anlamalıyız? Bir yandan bu tür sorulara yanıt bulmak için çaba gösterirken, diğer yandan izlediğiniz resimlerin karşısında “muhteşem” diye içinizden mırıldanıp, beyninizde keyif alma hormonunun coştuğunu hissedebilirsiniz.
Altun’un eserlerini nasıl anlatabilirim, benim hissettiklerimi okuyucuya nasıl aktarabilirim diye düşünürken, imdadıma sanatçının geçen Haziran’da Kazan’da (Tataristan) açılan “Yeniden” isimli sergisinin tanıtım yazısını kaleme alan eleştirmen ve yönetmen Durmuş Akbulut yetişti. Akbulut’un sayfalar dolusu manifestosunu burada özetleyerek sunuyorum:
“Altun’un ‘Araf’ serisine ait resimlerinde, yeryüzü diyebileceğimiz ‘atmosfer altı mekan’ın bir şeye dönüşmekte olduğu, tam da bu dönüşüm anını durdurarak tuvale aktardığı gözlemlenir. Bu dönüşümün yeryüzünün en eski şeklinden vazgeçerek yeni bir surete mi evrildiğini, yoksa ham bir varoluştan çıkıp nihai görünümünü kazanmaya mı başladığını kestirmek zor. Her şey varolmakla olmamak, zamanla zamansızlık arasında dondurulmuş durumda. Yeryüzü muhtemelen, insanlarla birlikte bir ‘ara zamanı’ yaşıyor. Bu da esasen, ‘Araf’ sözcüğünü birebir karşılamakta. İnsan figürleri bile doğanın oluşum biçimine ayak uydurmuşçasına amorf bir kütleden yavaş yavaş ayrılıp izlenimcilerin anlık figür-öncesi görünümüne benzer biçimde resmedilmiş.
Altun’un akrilikle boyadığı yatay kompozisyonlar, tuval yüzeyini devasa bir sahneye dönüştürmeyi de başarıyor. Çoğu kez geniş açı lens takılarak bir drone’un gözünden yansıtılmış gibi duran sahne, aşağıda yaşanan dramı çarpıcı bir görsellikle yansıtmayı başarıyor.
Sanatçı atmosferin yukarıdan sardığı mekanı da atmosferik olaylara gebe bırakır. Adeta her şeyin gökten geldiği duygusunu gizliden veren tuval yüzeyi, ritmi, sesi, ışığı ve yoğun renk paletiyle görülmeyen ancak varlığını her an hissettiren güçlü bir ortama da ev sahipliği yapar.
Mavi mistik gökyüzü
Altun’un resimleri kaotiktir. Renkler ve formlar yazılı hiçbir kurala, yasaya boyun eğmeden, çomak sokulmuş arı kovanı gibi her yöne hareket eder. Ama tüm bunlara rağmen izleyici, resmi takip etmekte zorlanmaz, matematiksel bir çözümün peşine takılmaz, ya da hemen yandaki resme geçmeyi aklından geçirmez. Bunun başka şeylerin yanında, olası tek bir nedeni olabilir: Yavaşlık. İzleyici de bu resimlerin karşısında ‘yavaş olmaya’ eskilerin deyimiyle ‘Şöyle bir durup düşünmeye’ davet edilir. Çünkü Altun’un çoğu çalışmasında izleyiciye tuhaf bir tedirginlik aşılayan manzaraya neredeyse mistik bir huzur veren mavi gökyüzü eşlik eder.
Altun’un çalışmaları özü itibariyle nevi şahsına münhasır manzaralardır. Resimlerin en gözde aktörü diyebileceğimiz gökyüzü pürüzsüz maviliğiyle manzaranın derinlik etkisini iki kez kutsamaktadır.”