PARA POLİTİKASI KURULU KARARININ ARDINDAN POLİTİKA FAİZİ TARTIŞMALARINA BAKIŞ

Perşembe günü Para Politikası Kurulu (PPK) politika faiz oranı kararını açıkladı ve politika faizini %19 da sabit bıraktı. PPK kararı üzerinden Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın şahin mi güvercin mi olduğu yönünde garip bir tartışma algıladım. Garip çünkü TCMB bir önceki toplantısında karar metninden gerekirse faiz artıracağız anlamına gelen ifadesini çıkartmıştı. Bu ifadenin çıkarılması bence politika faizinin yukarı yönlü katı olduğu anlamına geliyor. Bu bakımdan MB para politikası duruşunun şahin olduğu yönündeki görüşleri eleyebiliriz. Ancak yine Perşembe günkü toplantıya ilişkin karar metnini incelemeye alabiliriz.

Karar metninde öne çıkarabileceğim başlıklar şunlar olabilir;
-Emtia fiyatları artış göstermektedir.
-Küresel enflasyon artış eğilimindedir.
-Talep ve maliyet unsurları açısından bakıldığında bazı sektörlerdeki arz kısıtlamaları, enflasyon beklentilerinin yüksek oluşu ve fiyatlama davranışları enflasyon görünümü üzerinde risk oluşturmaya devam etmektedir.
Merkez Bankası’nın karar metninde para politikası duruşu ile ilgili açıklamasını ise şahsen ben anlamakta güçlük çektim. TCMB, enflasyonda kalıcı düşüşe yönelik göstergeler oluşuncaya ve % 5 orta vade hedefe ulaşılıncaya kadar politika faizi, güçlü des-enflasyonist etkiyi muhafaza edecek şekilde enflasyonun üzerinde kalmaya devam edecektir demektedir.

Bu açıklama oldukça karışık çünkü MB orta vade hedefi olan % 5 iki yıl içerisinde ulaşılması gereken bir hedeftir. Ayrıca TCMB geçtiğimiz Kasım ayından itibaren ara hedef kullanmaya başlamış ve enflasyon tahmini olan %12.2’yi hedeflemiştir. Üstelik TCMB Ocak ayında %9.4 olan tahminini enflasyondaki artış eğilimlerini dikkate alarak 2.8 puan arttırmış ve %12.2 seviyesine çıkartmıştır. Mevcut yurt içi ve küresel koşullar düşünüldüğünde hem % 5 orta vade hedefin hem de %12.2 yılsonu tahmininin ulaşılması zor hedefler olduğu açıktır.
Çin dahil küresel enflasyon eğilimindeki artış Türkiye açısından oldukça önemli bir gelişmedir. Çünkü küresel enflasyonun artış eğilimi Türkiye enflasyonunu da yukarı yönlü etkileyecektir. Öte yandan küresel enflasyonun artış eğilimi küresel faizlerinde yukarı yönlü olmasına neden olabilecektir. Önümüzdeki bir iki yılda büyük merkez bankalarının politika faizini artırması Türkiye gibi kırılgan gelişen piyasa ekonomileri için kötü haber olabilir. Bu durumdan kaynaklı olarak ortaya çıkabilecek dış şoklara (ani duruşa) karşı TCMB’nin Lirayı savunabilecek rezerv yeterliliğine sahip olabileceği ise meçhuldür. Bu durum orta vade hedefin oldukça sapmalı olabileceği anlamına gelmektedir.

TCMB’nin gerekirse faiz artışı yapabiliriz ifadesini metinden çıkarması bu bakımdan risklidir. Yüksek dolarizasyon altındaki ülkenin etkin para politikası uygulaması mümkün değildir. Ayrıca yüksek dolarizasyon kur artışının enflasyon geçişkenliğini artıran bir faktördür. Türkiye’de enflasyon/fiyat istikrarı hedefinde kalıcı iyileşme ancak dolarizasyonun azalması ve TL’nin değer kazanması ile mümkün olabilecektir.

Öte yandan TCMB her ne kadar temel amacımız fiyat istikrarı dese de son birkaç yılki davranışı büyümeyi ön plana aldığı yönündeki görüşleri desteklemektedir. Son yıllarda düşüş gösterse de Türkiye’nin potansiyel büyümesinin %4 olduğu söylenebilir. Bu rakamın altındaki büyüme performansları durgunluk olarak kabul edilmelidir. Potansiyele yakın ya da IMF Türkiye ekonomisi tahmininde olduğu gibi %6 büyüme performansına ulaşılması güçlü iç ve dış talep ile mümkün olabilecektir. Diğer yandan %12.2 tahmine ulaşılması için iç talebin zayıf kalması gerekmektedir. Dış talebin %6 büyüme hedefini destekleyici olabilmesi ise özellikle Euro bölgesinin makroekonomik performansına bağlıdır. Bu taraf destekleyici olmaz ve yeniden kredi gevşemesine yönelik politika izlenirse oldukça kötü bir enflasyon performansı ile karşı karşıya kalabiliriz. Ayrıca yeşil teknolojik dönüşüm kapsamında Türkiye’nin ihraç ürünleri AB kriterlerini karşılayamaz ise önümüzdeki birkaç yılda Türkiye’nin ihracatı ve dolayısıyla cari hesap olumsuz etkilenebilecektir. Bu durumun sonucunda TL üzerinde oluşabilecek baskı, Türkiye’nin %5 fiyat istikrarı hedefinden uzaklaşmasına neden olabilecek bir başka faktördür.

Diğer yandan % 5 orta vade hedefin kendisi de fiyat istikrarının sağlanması için bir sorundur. Öncelikle böylesi ulaşılamayacak hedeflerin verilmesi MB için kredibilite sorunu yaratmakta, enflasyon ataletini güçlendirmekte yani geçmiş enflasyonu referans alan fiyatlama davranışlarını artırmaktadır. Orta vade % 5 hedefin esas amacının ücretlerin baskılanması olduğunu düşünmekteyim. Oysa bu oldukça yanlış ve enflasyonu yükselten bir politikadır. Çünkü ücretlerin baskılanması fiyatı talep artışına bağlı olarak güçlü yükselen tarımsal malların tüketici sepetindeki payını yükseltmekte ve hissedilen enflasyonu artırmaktadır. Hissedilen enflasyonun artması ise MB politikalarına olan güveni azaltmaktadır.

Diğer yandan ücretlerin azaltılması toplam talebin ve dolayısıyla yeni yatırımların azalmasına neden olarak ekonominin arz tarafını olumsuz etkilemektedir. Türkiye’nin tasarruf açığını etkileyen bir olumsuz gelişme de budur. Çünkü özel sektör yatırımları karları ve tasarrufları artıran bir faktördür. Pandemi koşullarının pek çok firmayı olumsuz etkilediği düşünüldüğünde yaşanabilecek iflaslar sonrası  artabilecek tekelleşme fiyatlama davranışlarını da olumsuz etkileyebilecektir.

Ayrıca bu kesimlerin harcama eğilimlerinin düşmesi büyük çoğunluğu dolaylı vergilere dayanan kamu gelirlerinin azalmasına neden olarak bütçe açığını artırmaktadır. Kaldı ki dolaylı vergilerin toplam içindeki payının yüksek olması enflasyonu besleyen bir başka faktördür.

Özetleyecek olursak Türkiye’de fiyat istikrarı ve istikrarlı büyüme hedeflerinin sağlanabilmesinin koşulları, güçlü TL, dolarizasyonun terse dönmesi, ihracata konu mal kompozisyonun değişmesi ve gelir dağılımındaki iyileşme ile mümkün olabilecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baki Demirel Arşivi