Selin Nasi
Nedir bu ikiyüzlü ahlak anlayışından çektiğimiz?
Sosyal medyada önüme düşen haberlere çoğu zaman şüpheyle yaklaşıyorum. Her şey incelikle hazırlanmış algı yönetiminin bir parçasıymış gibi geliyor. Üçüncü sayfa haberi tabir ettiğimiz olaylar eskiden de bu sıklıkta yaşanıyor muydu yoksa dijital medya olayları daha mı görünür kılıyor, doğrusu kararsızım. Bildiğim, sabah güne başlayıp gece yatağa girinceye dek bizi infiale sürükleyecek, saç baş yolduracak ve derin bir umutsuzluğa sevk edecek sayısız içeriğe maruz kaldığımız… Bunlardan biri geçtiğimiz hafta içerisinde dolaşıma giren havaalanında bir çiftin öpüştüğünü gören ve çığlık kıyamet, öfkeyle kendinden geçen kadının videosuydu.
Sizi mi seyredeceğiz?
Videoyu izlerken, mütedeyyin kesimden olduğu tahmin ettiğim o kadının tepkisini ifade etmek için seçtiği kelimelere özellikle dikkat ettim.
“El ele tutuşuyorlar, tamam. Sarılıyorlar, tamam. Ağabey, bir de baktım ki öpüşüyorlar. Sizi mi seyredeceğiz?”
İlk izlenimim kendisinin bu çifti epey bir süredir izlemiş olduğuydu.
Belli ki inandığı değerlerden ileri gelen birtakım kırmızı çizgileri vardı ve bu kırmızı çizgilerin aşılmış olmasıydı sorun.
Bir insanın havaalanında vedalaşan iki sevgilinin aslında gayet masum ve sağlıklı sayılabilecek sevgi eyleminden neden rahatsız olduğunu tahlil etme görevini psikologlara bırakalım.
Yaklaşan yeni muhafazakâr dalga
Madem rahatsız olmuştu, neden o çifti ısrarla seyretmeye devam etmişti?
Neden başka bir tarafa dönüp gitmek yerine sokağın ortasında çığlıklar atıp ortada bir olay varmış gibi büyüterek, olan biteni haberlere taşımayı seçmişti?
Amaç ahlak bekçiliği miydi?
Öyleyse, bu gücü nereden alıyordu?
Yaklaşan yeni muhafazakâr dalga ve toplum mühendisliğinin parke taşlarının nasıl döşendiği bu soruların cevabında gizli.
Konuyu benim açımdan düşündürücü kılan bir yanı daha var. O da seçici ahlak anlayışımız. Örneğin, TV kanallarında sabahtan akşama her türlü şiddeti filtresiz izlettiren, erkek kahramanların karısını kızını dövdüğü, aynı aileye mensup uzak/yakın akrabaların çapraz ilişkiler içinde olduğu, hemen her sahnede silahların patladığı RH pozitif yapımlarda, içki bardağı buğulanınca ahlaki değerlerimiz ve aile yapımız korunmuş mu oluyor?
Peki ya bunlara ne demeli?
Merak ediyorum…
Öpüşen insanları görmekten rahatsız olanlar, 6 yaşında zorla evlendirildiği, yetişkin olarak açtığı dava ile ortaya çıkan H.K.G.’nın hikâyesini duyunca da benzer tepkiler vermişler miydi acaba? H.K.G.’nin yıllar boyunca yaşadığı cinsel istismar, yakın çevresi ve devlet kurumlarınca görmezden gelinip üzeri örtülmüştü.
Peki ya duruşmada tacizcisiyle karşılaşacağı için duyduğu stres ve kaygıya dayanamayan 9 yaşındaki Y.K. kalp krizinden öldüğünde ne hissetmişlerdi?
Ya da Karaman’da yaşları 8 ile 10 arasında değişen 45 erkek çocuğunun tecavüze uğradığı skandal patlak verdiğinde?
Acaba aynı şekilde rahatsızlık duyulmuş muydu?
Ahlaksızlık karşısında isyan etmek, sokaklara çıkıp haykırmak gelmiş miydi içlerinden?
Yoksa umuma açık bir yerde öpüşülmesi “adi”lik iken, tecavüzün kapalı kapılar ardında vuku bulmasında bir sorun yok muydu?
Görmezden gelinemez bir utanç tablosu
Gerçek şu ki, yaklaşık yirmi yıldır, bir taraftan aile değerleri yüceltilir, kadın ve erkek için makbul roller tanımlanırken, ortada görmezden gelemeyeceğimiz bir utanç tablosu var. CHP İstanbul MV Gamze Akkuş İlgezdi’nin 2001-2022 yıllarını kapsayan “Çocuk Gebelikleri Raporu”na göre, sadece son 1 yılda 15 yaş altı doğum yapanların sayısı yüzde 25 artmış. 2012-2021 yılları arasında reşit olmadığı halde “evlenebilir” kararı verilen çocuk sayısı yaklaşık 129 bin. Yaşanan istismarı evlilik zırhı ardına gizleyerek meşrulaştırma gayreti, ortadaki ahlaki yozlaşmayı saklamaya yetmiyor.
Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ve çocuklar
Diyelim ki CHP’nin raporunu yanlı buldunuz. Gelin öyleyse, bir de Adalet Bakanlığı verilerine bakalım. 2020 yılında “cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar” türünden açılan toplam dosyaların yaklaşık yüzde 44’ü çocukların cinsel istismarına yönelik suçlardan oluşuyor. Üstelik bu dosyalar yaşadıkları olayı adli makamlara taşıma cesareti gösterenlere ait. Yani gördüğümüz buzdağının ucu sadece.
Çocuğun rızası mı?
Bir de mağdurun reşit olmadığı cinsel istismar davalarında faili aklamak için ortaya atılan “çocuğun rızası” gerekçesi var ki, insan iyice çileden çıkıyor.
Oysa, hukuk, bireyin algı ve irade yeteneğinin olgunluğa erişmesini reşit olmasına bağlıyor. Reşitseniz eğer, cezai ehliyetiniz vardır artık. Suç işlerseniz, aldığınız kararların sorumluluğunu taşıyacak olgunluğa eriştiğiniz varsayıldığından, cezanızı çekerseniz.
Ama bakıyoruz, bazı kesimler 12-15 yaş arası ergenliğe adım atmış çocukların rızasının geçerli sayılması için yoğun bir çaba sarf ediyor. Bunun belli bir amaca hizmet ettiğini hepimiz biliyoruz. Türkiye’de seçme ve seçilme yaşı 18’e indirildiği zaman bile epey tartışılmıştı. 18 yaşından küçükler alkol satın alamıyor, araba kullanamıyor, kendisini kimin yöneteceğini seçemiyorken, onların cinsel ilişkide rızasının aranması, hazin bir çelişki sayılmaz mı?
Bir an için cinsel ilişki konusunu bir yana bırakalım.
Daha basit bir konudan örnek verelim. 13 yaşına yeni basan oğluma akşam yemeğinde ıspanak mı yoksa iki top dondurma mı yemek istediğini sorsam, kuvvetle ihtimal dondurmadan yana vereceği cevabı kabul eder miyim dersiniz? Elbette hayır.
Freud ve toplumun ahlakı
Toplumun huzurunu tehdit eden cinsel istismar ve şiddet olaylarının bir türlü önüne geçilemezken, birbirini seven iki insanın öpüşmesini ahlaksız bulanların ahlak anlayışını sorgulamadan edemiyor insan.
Psikanaliz yönteminin kurucusu Sigmund Freud, bastırılan cinsel dürtülerin yol açtığı psikolojik rahatsızlıkları incelerken, kültür ve uygarlığa dair çözümlemelerde bulunur. 1908 tarihli makalesinde, toplumun belirlediği ahlak kuralları çerçevesinde bireylerden vazgeçmeleri istenen dürtülerin, gerçekten sağlıklı bir toplum işleyişine hizmet edip etmediği sorusunu yöneltir.
İki seçenek
Bizim de kendimize aynı soruyu sormamız gerekiyor. Önümüzde iki seçenek var. Ya cinselliğimizi utanmadan, değerlerimizle uyumlu ama daha gerçekçi sınırlar içinde deneyimleyerek daha mutlu ve daha sağlıklı bir toplum yapısına ulaşacağız ya da ikiyüzlü ahlak anlayışına saplanıp kendimizi kandırmaya devam edeceğiz.