Ali Hakan
Gizli Gerçek (Run)
Üç yıl önce, The Act, yani Eylem adlı dizide, bu filmdekine benzer bir konu ele alınmış, anneyi Patricia Arquette, kızı Joey King başarıyla oynamıştı, 8 bölümlük o dizi çok ses getirmişti.
Pandemi nedeniyle gecikerek gösterime giren bu film ise, ondan bir yıl sonra çekildi. Dizi gerçek hayattan uyarlanmıştı, film tamamen kurguydu. Dizide çok şey oluyor, filmde ise çerçeve belli, çünkü bütün macera bir buçuk saatte bitiyor…
Herkesten ve her şeyden uzak bir şekilde yetiştirilen, tüm yaşamını dört duvar arasında geçiren, evde eğitim alarak üniversiteye girmeyi hayal eden, hayattaki tek varlığı annesi olan bir genç kız, onun büyük bir sır sakladığını keşfeder, bunu açığa çıkarmaya çalışırken de korkunç gerçeklerle karşılaşır.
Bunun bambaşka bir hikaye olduğunu iddia edebilecek kaç kişi çıkar bilmem, ama neyse ne diyelim, belki hafta sonunu sinemada geçirmek için iyi bir seçenektir diye umalım, en iyisi aldırmayalım…
Kaybolan kızının peşindeki bir babayı anlatan Kayıp Aranıyor ile tanınan, ki fena film değildi, genç yönetmen Aneesh Chaganty’nin yazıp yönettiği bir film bu.
Ama ne yalan söylemeli ne gerekli yerde duygusallaştığı, ne de gerekli yerde sürüklediği söylenebilir. Yavaşça açığa çıkan unsurlarla örülmüş bir film olduğu kesin, gelgelelim siz o unsurları gayet bariz anlıyor, kızın da bir an önce bulmasını istiyorsunuz.
Öyle ya, doğrudan doğruya oyunculara kalıyor zaten filmi yürütmek, böyle olduğu için birkaç sahnede oyuncuların kişisel çabasıyla hissedebiliyorsunuz ortadaki gerginliği ya da kimin kurtulup kimin kaçacağını…
Sorunlu sorumsuz annede Sarah Paulson, ki son zamanlarda özellikle Ratched dizisindeki müthiş oyunuyla epey övgü almıştı, her an sinir krizi geçirecekmiş gibi durmakta ya da basbayağı çıldırmış gibi davranmakta sıkıntı çekmiyor, gelgelelim film onu böyle olmadığı bir anda, hani nasıl desem, normal halinde de bir gösterse diyorsunuz, ama nafile…
Uyanık mahkum kızda Kiera Allen gayet iyi oynuyor, çeşitli yollardan ve çeşitli eşyalardan türlü türlü numaralar düzenleyip anneden kaçma girişimlerinde bulunuyor, bu da sizi birkaç yerde heyecanlandırıyor…
Velhasıl dönüp dolaşıp geldik son söze: Kısıtlı mekanda az sayıda oyuncuyla, ancak ortalama sayılan bir gerilim filmi…
(6.5)
Bir Tutam Açlık (A Taste of Hunger)
Dışardan bakınca neredeyse mükemmel bir aile tablosu var ortada: Usta bir şef olan Carsten, yemek antropoloğu olan karısı Maggie, iki küçük çocukları, tatlı evleri ve ortak işlettikleri seçkin restoran, üstelik büyük de bir sevgileri var.
Ama günlük aksilikler, ufak tefek unutmalar filan girince devreye, zaten yanlarında çalışan gencin açıkça asıldığı kadın, kocası tarafından ihmal edildiğini düşünüp kendisine ilgi gösteren bu delikanlıyla yatıyor, ama yatar yatmaz da işin aslını görüyor.
Öte yandan çift, restoranlar için çok önemli olan Michelin yıldızını vermek için kentte gizlice orada burada yemek yiyen bir gurme olduğunu duyar, hatta birini o sanırlar, ama en sonunda Maggie onu bulmaya çıkar, genç ise bu adamın kimliğini öğrenebileceğini söyleyerek kadından ilişkinin devamını ister.
Bu arada restoranda çalışmakta olan Carsten’e imzasız bir mektup gelir: “Karın bir başkasını seviyor.”
İlişkinin kendi içindeki gelişimini ve bugünle bağlarını geçmişe dönerek çok güzel çekilmiş sahnelerle anlatan film, güçlü bir iletişim ve müthiş bir cinsellikle doğan bir aşkla başlayan, coşkulu bir mutlulukla kurulan aile ve ortak bir zevkle oluşturulan iş ortamının getirdiği güven duygusuyla sürdürülen bir evliliğin, aniden yaşanan bir ihanet, kendini beğenmişlikle beslenen bir tehdit ve sebebi anlaşılamayan bir uyarı sonucunda çok kolayca yıkılabileceğini, insanların birlikteliği başlatmaktan daha kolay bitirebildiğini, oysa asıl önemli olanın kurtarmak ve sürdürmek olduğunu gösteriyor.
En son Q Departmanı’nın dördüncü filmi 64 Günlüğü adlı polisiyeyi çok sürükleyici çeken, Danimarka sinemasının parlak isimlerinden Christopher Boe’nun yönetmenliğinde, uluslararası alanda da adını duyuran Nikolaj Coster-Waldau ve henüz taze bir oyuncu olan Katrine Greis-Rosenthal birbirini seven bir karı-kocayı canlandırırken çok başarılı oluyor, Nicolas Bro, Dag Malmberg ve Maj-Britt Mathiesen gibi genellikle dizilerden tanıdığımız yetenekli oyuncular da onlara katılıyor.
(6.5)
Cyrano
Aşk ve Gurur, Kefaret, Virtüöz, Hanna, Anna Karenina, Pan, En Karanlık Saat ve Penceredeki Kadın filmleriyle inişli çıkışlı olsa da genel itibariyle yetenekli bir yönetmen olarak görülen Joe Wright, bu kez çok bilinen bir eserin müzikal versiyonunu sinemaya uyarlamış.
Fransız oyun yazarı Edmond Rostand’ın, kendi başına gelenlerden esinlendiği maceraları, bir şair ve silahşöre atfederek yazdığı Cyrano de Bergerac, ilk kez 1897’de sahnelenmiş, sonra da günümüze kadar defalarca tiyatro ve sinema uyarlamaları yapılmıştır.
Erica Schmidt’in 2018’de yazdığı sahne müzikalinden senaryolaştırdığı Cyrano, elbette söylenen şarkılarla birlikte, sözcüklerin kimi zaman bir ok, kimi zaman bir çiçek gibi geldiği özgün oyundan farklıdır, ama bir başka farklılık daha vardır:
Erica Schmidt, müthiş dizi Taht Oyunları’ndaki rolüyle tanınan oyuncu Peter Dinklage ile evlidir ve tabii ki yazdığı bu uyarlamadaki Cyrano tıpkı kocası gibi bir cücedir.
Cyrano, kendisini sevmeyeceğinden emin olduğu için, arkadaşı Christian adına, harika benzetmelerle ve sözcük oyunlarıyla dolu mektuplar yazdığı Roxanne’in, kalbinin ikiye bölünmesine yol açar sonunda:
Bu yakışıklı adam mıdır onun sevdiği, yoksa bu sözcükleri kullanan yetenekli adam mı?
Ne yazık ki, inandırıcılıkta bile bu üçlü ilişkiyi kurmakta sıkıntı yaşayan film, oyuncular (Peter Dinklage, Haley Bennett, Kelvin Harrison Jr) tek tek iyi olsalar bile, hayran bırakan sözcükler yine kullanılsa bile ne tadına varılası güftelere, ne kulaklardan silinmeyen bestelere yer veriyor, ki bir müzikalin en büyük malzemesi budur, en büyük yarayı oralardan alıyor.
Kaldı ki, yönetmenlikte de sıradan, parıltısız ve sıkıcı olunca, geriye bir şey kalmıyor ne yazık ki…
(6.0)
Kasa: Büyük Soygun (Way Down)
Bir televizyon yıldızını sinemaya transfer etmeye kalktınız mı, birkaç şeyin bulunması lazımdır: Yetenekli, cazibeli, çok farklı, çok yönlü olmalı.
Peki, soruyorum size, Freddie Highmore’da böyle şeyleri daha önce hiç gördünüz mü? Bates Motel’de ne ise, İyi Doktor’da da o, çünkü rollerin istediği oyuncu tavrı ve duruşu o, aynı ifadesizlik, aynı tutukluk, hep aynı şeyler…
Çünkü kanıtlıyor ki bu oyuncu, birinin bir ya da iki rolde çok iyi olması, onun bizatihi çok iyi bir oyuncu olarak görülmesi için yeterli değildir, farklı türlerde ve tonlarda işlerde göreceksiniz, hepsinde bambaşka yönlerini açığa çıkararak canlandıracak değişik rolleri, işte o zaman iyi oyuncudur, ne yazık ki Freddie Highmore böyle bir oyuncu değil…
Bu yüzden, zaten daha baştan kötü tasarlanmış bir projedir bu. La Casa De Papel’de kimbilir kaç bölümü doğrudan içinde geçirdiğimiz İspanya Merkez Bankası’nı, birkaç basit numarayla bütün güvenlik duvarlarını hallederek soymaya kalkıyorlar. Berbat müdürlerden kötü askerlere bir sürü de televizyon seviyesinde tip çıkıyor ortaya. Dolayısıyla her şey çok donuk ve coşkusuz çekilmiş, bu kadar düşük bir algı size yeterse seyredebilirsiniz ancak…
Bir de tabii, bazı oyuncular dikkatimizi çekti.
Famke Janssen hiç oynattırmasa suratını doktorlara, kesinlikle daha iyi olurdu, bu hali çaptan düşmüş.
Liam Cunningham iyidir hoştur, o varsa bir bakarız o filme, ama bununla puan kaybetti.
Luis Tosar, mutlaka birkaç Almadovar filminden hatırlandığı için seçilmiştir, filmde de kısacık var zaten.
Sam Riley iyi oyuncudur, o da baktırır, ama sıkıldım diye bağıracak gibi oynayacağı rolü de almasın artık.
Bir de özgür güzel kız kontenjanından kadroya girmiş olan Astrid Bergès-Frisbey, vallahi şaşırdım, 36 yaşındaymış, helal olsun yani, ama rol arkadaşı maalesef Freddie Highmore olunca, yazık kıza…
(5.5)
PLATFORMLARDAN DİZİLER/ FİLMLER
Bodyguard (Netflix)
Daha önce Line of Duty adlı polisiye diziyle tanıdığımız Jed Mercurio'nun yarattığı ve Game of Thrones'la çıkış yapan Richard Madden'ın oynadığı, bir bombacıya karşı operasyonu başarması üzerine, İçişleri bakanına yakın koruma olarak verilen, yasak aşk yaşamaya başlayınca aklı karışsa da işini asla savsaklamayan, ama suikast tehdidiyle hayatı altüst olan bir polisin, 6 bölümden oluşan hikayesi...
(7.5)
Safe (Netflix)
Yıllarca üzerine başarıyla giydiği Dexter ceketi çıkınca ne yapacağı merak edilen Michael C. Hall, ki ne kadar iyi bir oyuncu olursa olsun, kolay değildir o rolü unutturmak, 16 yaşındaki kızı gizemli biçimde kaybolan bir babayı canlandırdığı bu 8 bölümlük diziyle durumu yırttı, başka bir role de ısınabileceğini gösterdi, üstelik hikaye de Kimseye Söyleme filminin yazarı Harlan Coben'in imzasını taşıyor...
(7.2)